Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan, üniversite eğitimini İTÜ Makina Mühendisliği alanında yaptı. İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nün uzmanlık programını 1968 yılında tamamladı. Devlet Planlama Teşkilatında, 1968 ve 1972 yılları arasında Proje Değerlendirme Uzmanı olarak çalıştı. Bu arada bir yıl İngiltere’de bulundu.
Erzurum Üniversitesi’nde 1972 yılında, akademik çalışmalara başladı. Görevini 1976’da Ankara SBF’ne aktardı. Doktora çalışmasını 1975 yılında tamamlayan Gürdoğan, 1987’de doçent, 1994’te profesör oldu. Eğitim sermayesine önem veren Gürdoğan, Türkiye’de ve Türkiye dışında değişik üniversitelerde, üretim ve yönetim konularında öğretim üyeliği yaptı.
Mavera Dergisi’nin kurucuları arasında yer alan, Anadolu edebiyatının öncülerinden oluşan, “Yedi Güzel Adam”dan biri olarak bilinen Gürdoğan’a göre, eğitim getirisi en büyük olan sermayedir. Hayat öğrenmesini öğrenmektir, öğrenmenin ve öğretmenin yeri, yaşı, zamanı olmaz, ilk günden son güne kadar ömür boyu devam eder. Bunun için Üsküdar Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor.
Gürdoğan “Görünmeyen Üniversite” gibi çok ilgi gören kitabı yanında, “Hicaz’dan Endülüs’e”, “Zamanı Aşan Şehirler”, “New York’tan Los Angelas’a Yeni Roma” gözlemlerle, izlenimlerle zenginleştirilmiş, deneme tadındaki gezi, “Dünya Bir Şehirdir”, “Her Şehir Bir Dünyadır” isimli şehir kitaplarıyla tanınıyor. O gittiği bütün ülkelerde, Nuri Pakdil’in hediye ettiği, kalemini ve defterini yanında taşır, gördüklerini, gördüklerinin çağrıştırdıklarını aksatmadan yazar.
Gürdoğan’la İlk yayınlandığında, tartışmalara yol açan, Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Fikir” ödülü verdiği, “Teknolojinin Ötesi” kitabını konuştuk. Altıncı baskısı Kapı Yayınları tarafından yapılan kitapta, herkesin aklını kamaştıran teknolojinin, ekonomik, siyasal, kültürel etkileri ele alınıyor. İnsanlar mı robatlaşıyor, robotlar mı insanlaşıyor, tartışmalarının yapıldığı bir dönemde, geniş kapsamlı, çok sayıda kitaba gönderme yapılan, derinlikli söyleşinin, ilginizi çekeceğini umuyoruz.
Sorularımız ve Gürdoğan Hoca’nın verdiği cevaplar:
Hocam her alanda üretimi artıran teknoloji nasıl tanımlanır ? İnsanların gözlerini kamaştıran teknolojinin, gücü nereden kaynaklanıyor?
Üretim kitaplarında teknoloji, zaman içinde derlenen, düzenlenen, geliştirilen bilgilerin, ekonomik, siyasal, kültürel hayata kazandırılması olarak tanımlanır. Teknoloji insanların, çevrelerini değiştirme, üretimlerini artırma yolunda, yararlandıkları bilgilerin hepsini içerir. Bu yüzden her dönemin, kendine özgü bir teknolojisi olur. Birinci Sanayi Devrimi’ni başlatan buhar makinasının bulunmasına kadar, üretimde atlardan ve insanlardan yararlanılır. Ve teknoloji çok uzun bir dönemde, çok yavaş bir gelişme gösterir.
Batı Avrupa ülkelerinde, atların ve insanların güçlerinin yerine makinaların geçmesiyle, ekonomide üretimi hızla artıran bir makinalaşma yaşanır. Makina sanayi kısa dönemde gelişerek, tarımsal üretim başta olmak üzere, her alanda üretimi kat kat artırır. İngiltere’de başlayan sanayileşmeyle, makinalar Batı Avrupa ülkelerine, önemli bir üretim gücü kazandırırlar. Avrupalılar Afrika’nın, Asya’nın, Amerika’nın doğal kaynaklarını yağmalamada, birbirleriyle kıran kırana yarışırlar. Dünyanın bütün yeraltı ve yerüstü zenginlikleri Avrupa’ya taşınır.
Sanayileşme İngiltere’nin öncülüğünde, ekonomik, siyasal, kültürel hayatta köklü dönüşümlere yol açar. Buhar Makina’sının bulunmasıyla, büyük bir hız kazanan teknolojik gelişmeler, Temel ve Uygulamalı Bilim’lerin ana konuları olurlar. Teknoloji Mühendislik bilimlerinde yapılan, araştırma ve
geliştirme çalışmalarıyla gelişerek, yaşanan hayatı dönüştüren karmaşık bir yapı kazanır. Teknoloji kavramı, İkinci Sanayi Devrimi’ne geçiş olarak kabul edilen uzay araçlarını, bilgisayarları, ulaşımdaki, iletişimdeki gelişmeleri de içerisine alarak, çok geniş bir alanı kapsar.
Birinci Sanayi Devrimi üretimi, İkincisi iletişimi, bilgilerin saklanmasını, değerlendirilmesini ve yorumlanmasını makinalaştırır. Birincisinde insanların bedensel, İkincisinde zihinsel güçlerinin yerini makinalar alır. Her alanda makinalarla içiçe bir hayat başlar. Üçüncü Sanayi Devrimi’yle bilgisayarlarla birlikte, robotlar üretimin ve yönetimin, vazgeçilmez teknolojik araçlarını oluştururlar. Koldaki saatlerden, ceplerdeki telefonlardan, evlerin garajlarındaki arabalara kadar, bilgisayarlar yazılımlarıyla, donanımlarıyla günlük hayatın vazgeçilmezleri arasında yerlerini alırlar.
Teknolojiden uzak durmak mümkün mü ? İnsanlarla teknoloji arasındaki ilişkiler konusunda, neler söylenebilir?
Üretimin ve yönetimin yeni boyutlar kazandığı bir yüzyılda, insansız teknoloji, teknolojisiz insan düşünülmez. Teknolojiyle hem silahlı, hem silahsız güçler büyütülür. Ancak insan teknolojinin değil, teknoloji insanın ürünüdür. Her kültürün kendine özgü bir teknolojisi olur. Teknolojinin olumlu yanları gibi, olumsuz yanları da, teknolojiden yararlanan insanlardan kaynaklanır. İnsanlar neyi arıyorlarsa, aradıklarını teknolojiyle bulurlar, öldürmede de, yaşatma da teknolojiden yararlanırlar. Ve geliştirdikleri teknolojiyle, çok boyutlu dönüştürücü bir güç kazanırlar.
Teknoloji arkasındaki insana göre, iyilikleri de büyütür, kötülükleri de büyütür. Teknolojinin yapıcı ve yıkıcı gücü, teknolojiyi geliştiren, teknolojiden yararlanan insanlardan kaynaklanır. “ Benden sonrası tufan” , “Cehennem başkalarıdır” diyenlerin ellerinde teknoloji, Hiroşima’ya ve Nagazaki’ye atılan, yüz binlerce insanı öldüren, dehşet verici bir atom bombası olur. “Cennet biziz, bal ve süt akan nehirler bizdedir” diyenlerin elinde, teknoloji hayatı ve dünyayı, yaşanır kılan araçlara dönüşür. Teknoloji dost ellerde yaşatıcı, düşman ellerde öldürücü yanlarını gösterir.
“Man and Technics: A Contribution to a Philosphy of Life” kitabının yazarı, medeniyet tarihçisi Oswald Spengler’in benzetmesiyle, dünyada insanlar ormanlarda yaşayan, yırtıcı hayvanlara benzerler. Yeryüzünü kirleterek, hayvanları öldürerek, kaynakları tüketerek, çevrelerini kirleterek varlıklarını sürdürmeye çalışırlar. Hayvanların da yapılarında taşıdıkları bir teknolojileri olur. Ancak onların teknolojileri doğaldır, sonradan kazanılmaz, doğuşta nasılsa öyle devam eder. Bu yüzden arkasındaki ele göre, teknoloji en yırtıcı hayvandan daha tehlikeli, daha öldürücü olabilir.
İnsanların zaman içinde geliştirdikleri teknolojiler, sürekli yeni işlevler kazanan dinamik bir yapı gösterirler, buluşlara ve yeniliklere dayalı olarak zenginleştirilirler. Hiçbir zaman teknoloji, bulunduğu yerde durmaz, sınır tanımadan dönüşür, dönüştükçe etkilerini artırır. Doğu’da, Batı’da insanların akıllarını başlarından alan, insanlara geçmişte görülmedik güç kazandıran teknoloji, Macbeth gibi güç tutkunu, otokrat yöneticilerin elinde, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de, Ukrayna’da, ölüm saçan, dehşet verici silahlara dönüşür.
Üretimi artıran, yönetimi iyileştiren teknoloji mi insanları, insanlar mı teknolojiyi yönlendiriyor ?
Üretim artışındaki gelişmeler, ekonomide insanların bedensel güçleri paylarını azaltırken, makinaların paylarını artırıyor. Tarımdan sanayiye üretimin her alanında, makinaların ağırlık kazananıyorlar. Yirminci yüzyılın başında, Bilimsel Yönetim’in öncüsü W. Frederic Taylor, üretim hattında çalışanların, iş akışına ve makinalara uyum sağlamalarını düzenleyen, Endüstri Mühendisliği’nin temellerini atıyor. İnsanları makinalara ayak uydurmaya zorlayan yeni bilimler, tüketim, daha çok tüketim, en çok tüketim amacıyla, teknolojiye yeni alanlar açarlar.
Teknolojinin dünyanın her ülkesinde, benimsenilen yeni araçlarıyla, kültürler derinleşiyor, ekonomiler zenginleşiyor, yönetimler güçleniyor, zaman değerleniyor, işler yalınlaşıyor, yaşama kolaylaşıyor, çevre değişiyor. Ancak teknoloji bir yandan sorunları çözerken, bir yandan yeni sorunlar doğuruyor. Sanayi toplumlarında, teknoloji insanların değil, insanlar teknolojinin peşinden koşuyorlar. İletişimdeki ve ulaşımdaki gelişmelerle, üstel bir hızla gelişen teknoloji, kurumları, kuruluşları, varlıklarını koruma, ayakta kalma yolunda, makinaların hızına uymaya zorluyor.
Tüketimi artırarak üretimi artıran, durmadan yapılan yeniliklerle, sürekli atılımlar yapan teknolojinin, çevre, toplum, ekonomi, kültür üzerindeki olumsuz etkileri büyüyor. Bunun için bütün ülkelerde, küresel ısınmayla, iklim değişiklikleriyle, teknolojinin olumsuz etkileri, yıldan yıla katlanarak artıyor. Bütün ülkelerde depremler, toprak kaymaları, seller, su baskınları birbirini izliyor. Bazı alanlarda teknolojinin yol açtığı zararlar, katlanılmaz boyutlara ulaşarak, neredeyse yararlarını aşacak düzeylere ulaşıyor . Ve insanlar teknolojinin elinde araç konumuna düşüyorlar.
Teknolojiyle parasal olan ve olmayan kaynakların, sınırlı ellerde toplanmasıyla, dünyadaki güç dengelerini altüst oluyor. Teknolojik gelişmelerle savaşlar, cephelerden daha çok büyük kayıplara yol açan şehirlere kayıyor. Bunun için dünyanın bütün ülkelerinde, teknolojiye yöneltilen eleştiriler, hiç durmuyor, sürekli artıyor. Sanayileşmenin başladığı yıllarda, insanların makinalaşması tartışılırken, gelen yüzyılda makinaların insanlaşması tartışılıyor. Dünyanın bütün ülkelerinde, makinaların insanların yerini alacak mı, almayacak mı, korkusu yaşanıyor.
Kitabınızın Dördüncü Bölüm’ünde, dünyada “Bozulan Denge Yitirilen Ölçü” tartışılıyor. “Sınırlı dünyada sınırsız büyüme” olur mu ?
Batı ülkeleri ekonominin bütün alanlarında, “büyüme sonsuz” , “ihtiyaçlar sınırsız” diyerek, kültürel gelişmeden önce, ekonomik büyümeye önem veriyorlar. Kuzeyin zengin ülkelerinin elinde, dünyanın doğal kaynaklarının yağmalanmasında, yeni yöntemler izleniyor. Doyma bilmez açgözlülükleriyle Batı dünyası, Asya, Afrika, Güney Amerika ülkelerinin zenginliklerini yağmalama yolunda, birbirleriyle kıran kırana yarışıyor. Bu yüzden Avrupa zenginliğiyle, Afrika yoksulluğunun dengelenmesinde, üniversitelere ve araştırma kuruluşlarına büyük görevler düşüyor.
Kurucuları arasında çalışmaları Türkçe’ye çevrilmeyi bekleyen, Warton School’un öğretim üyelerinden, Hasan Özbekhan’ın da bulunduğu Roma Kulübü, geçen yüzyılda dünyanın geleceği konusunda bir dizi araştırma yapıyor. Yapılan araştırmalar arasında, “Sınırlı dünyada sınırsız büyüme olmaz” diyen, Türkçe’ye “Büyümenin Sınırları” başlığıyla çevirilen, “The Limits to Growth” çalışması, dünyada büyük tartışmalara yol açıyor. Ekonomide sınırsız büyümenin, amaç edinilmesinin doğurduğu sorunların, gözler önüne serilmesiyle, tartışmaların sonu gelmiyor.
Dünyanın kaynakları, yoksulluk çeken Afrikalıların karınlarını doyuruyor, açgözlü Batılıların gözlerini doyurmuyor. Bu yüzden Anadolu’da “Gözün karnı yok” denilir. Araştırma dünyadaki yeraltı kaynaklarının, bilinen beş katı bile olsa, tüketilme oranları değişmeden devam ederse, alimiyumun, bakırın, gümüşün, altının, kurşunun, manganezin, petrolün, doğal gazların yüzyıldan daha az zamanda tükeneceklerini ortaya koyuyor. Dünya ekonomisini ayakta tutan, kaynakların sınırlı olmaları, bütün ülkeleri sınırsız isteklerinden önce, sınırlı ihtiyaçlarına odaklanmaya zorluyor.
Batılılar dünya kaynaklarını yarıdan fazlasını el koyuyorlar. Onlar sınır tanımayan açgözlülükleriye, geçmiş yüzyıllarda benzeri görülmeyen savurganlıklara yol açıyorlar. Ve bütün dünyada canlı hayatını yok edecek, yeni “Nuh Tufanı”larına davetiye çıkarmada, birbirleriyle yarışıyorlar. Onlar yaşayışlarını değiştirmeye yanaşmadıkları gibi, ele geçirdikleri iletişim araçlarıyla, bütün dünyayı Batılılara benzemeye özendiriyorlar. Bu yüzden aydınlar arasında, ekonomik büyümeyi durdurmaları gerekenlerin, yoksul ülkelerden önce zengin ülkelerin olduğu vurgulanıyor.
“Doğrusal Ekonomik Büyüme”ye karşı “Doğal Ekonomik Büyüme”yi öneriyorsunuz. İki büyüme arasında ne gibi farklılıklar var?
Roma Kulüb’nün öncülük yaptığı, “Büyümenin Sınırları” olsun,Türkçe’ye “Dönüm Noktasında İnsanlık” olarak çevirilen “Mankind at the Turning Point” olsun, her iki araştırma ülkelerin kısa zamanda, tüketim kalıplarını değiştirmeleri gerektiğini söylüyor. Ülkeler tüketimlerinde kısıntıya gitmezlerse, savurganlığı özendirirlerse, büyük çevresel, yıkıcı ekonomik, sarsıcı kültürel sorunlarla karşı karşıya gelirler. Toprak kaymaları, seller, su baskınları, depremler yaklaşmakta olan büyük yıkım yolunun kilometre taşlarını oluşturuyorlar.
İlk çalışmanın “Ekonomik büyümeyi durduralım” önersine karşı, ikincisi “Organik Ekonomik Büyüme”yi öneriyor. Doğal büyümeden uzaklaşanlar, hiç beklemedikleri ölümcül sorunlarla karşılaşırlar. Bu yüzden ölçüsüz, dengesiz, doğal yapıya aykırı doğrusal büyüme yerine, ölçülü, dengeli, doğal yapıyla uyumlu, organik ekonomik büyüme, bütün dünya için hayati önem taşıyor. Doğal ekonomiler her yıl belirli oranda, doğrusal olarak sürekli büyümezler, bir ağaç gibi, bir çocuk gibi, zaman içinde azalan bir hızla sürdürülebilir bir tempoda büyürler.
Doğal büyüyen ekonomide, insan eli değmeyen ormanlarda olduğu gibi, atık ve artık olmaz. Doğal atıklar ve artıklar, üretim ve tüketim sürecinde yeniden değerlendirilirler. Doğal ekonomilerde hiçbir ürün gereksiz yere üretilmez ve tüketilmez, her şey yeniden değerlendirilir. Doğrusal ekonomilerde fabrikalarda ürünler üretilir, alışveriş merkezlerinde markalar satılır. Doğrusal ekonomilerde ürünlerin görünen, doğal ekonomilerde görünmeyen yüzlerine önem verilir. Her ürünün ekonomik ve kültürel yapıda vazgeçilmez bir işlevi, doldurulması gereken bir yeri vardır.
Doğallığa önem veren ekonomilerde, sınırsız isteklere değil, sınırlı ihtiyaçlara önem verilir. Doğrusal ekonomik büyümede nicelikler, doğal ekonomide nitelikler ağırlık kazanır. İstekleri karşılayan ürünler süpermarketlerde, ihtiyaçları karşılayan ürünler çarşılarda satılır. İsteklerin peşine düşerek, dengesiz büyüme, sağlıklı olunduğunu göstermez. Ekonomide dengesizlikler, toplumsal göstergeleri altüst ederler. Dengesiz büyüyen ekonomiler, her alanda haksız kazançlara yol açarlar. Büyümeyle gelişmeyi birbirine karıştıranlar, ekonomik, siyasal, kültürel krizlere sürüklenirler.
Ülkelerin ortak sorunu hayatı kolaylaştırmada, dünyayı güzelleştirmede, Roma Kulübü’nün yaptığı yeni araştırmalar var mı?
Dünya tarihinin her döneminde, ülkeler ellerindeki kaynakları, insanların temel ihtiyaçlarını karşılama yolunda, değerlendirme sorunuyla karşı karşıya gelirler. Dönemlerinin güçlü ülkeleri, ellerindeki kaynakları hem ekonomik, hem toplumsal açıdan değerlendirmesini bilen ülkelerin arasından çıkarlar. Bir insanın olduğu yerde üretim, tüketim, üç insanın olduğu yerde yönetim sorunları olur. Bunun için, sanatların en eskisi, bilimlerin en yenisi olan üretim ve yönetim, eldeki kaynaklarla zorunlu, temel ihtiyaçları karşılama bilimleri olarak tanımlanırlar.
Dünyanın sorunlarına bütüncü bir gözle bakan Roma Kulüb’ü, ekonomide her yıl biraz daha büyüme bağımlısı, haline gelen Kuzey ülkelerine, “Sınırlı dünyada, sınırsız büyüme çıkmaz sokaktır” diyerek, bir dizi araştırma daha yaptırıyor. Onlar arasında “Reshaping the International Order” , “Goals for Mankind” , “Beyond the Age of Waste”,”Limits and Beyond : 50 Years from the Limits to Growth ”, “No Limits to Learning” gibi, çalışmaları, aydınlar arasında ilgiyle karşılanıyor. Kitaplaştırılan araştırmalar, büyük tartışmalara yol açarak, yeni çalışmalara öncülük yapıyorlar.
Teknolojiyle birlikte yaşanılan dünyada, “Dördüncü Sanayi Devrimi”nin yazarı, “World Economic Forum”unun kurucusu, Klaus Schwab her yıl yapılan“Davos Buluşmaları”nın birini, dünyanın önde
gelen aydınlarının ve yöneticilerinin, “Doğrusal Büyüme”nin doğurduğu sorunların tartışılmasına ayırarak, dünyanın gündemine taşıyor. İnsanı bir yandan güçlendiren,bir yandan zayıflatan teknoloji Birleşmiş Milletler’in gündeminde de önemli yer tutuyor. Küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin, yol açtığı çevresel sorunlar konusunda, yıllık geniş katılımlı toplantılar yapılıyor.
Cennet’ten gelip, dünyadan geçip, Cehennem’e gitmek istemeyenler, Mevlana gibi her alanda “Dün geçti, düne dair sözler dün gibi geçip gitti, bugün yeni sözler söylemek gerekir” diyerek, gelecek yıllara damgalarını vuruyorlar. Onlar Filistin’de, Ukrayna’da iki komşu ülke arasında başlayan, kısa zamanda küresel boyutlar kazanan, çok boyutlu savaşların önüne geçme yolunda, bütün aydınları sorumluluk almaya davet ediyorlar. Ve “Economics”in “Egonomics”, “Ecology’nin “Egology” olmaktan çıkarılmasında, bütün sivil toplum kuruluşlarını göreve çağırıyorlar.
Batı kaynaklarından beslenmeyen, Anadolu’nun bin yılık tarihinden yola çıkarak, üretimde ve yönetimde, büyük krizler yaşayan dünyaya neler önerilebilir ?
Yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle, dünyayı bedelsiz doğal kaynak deposu olarak gören Batı ülkeleri, bütün ülkeleri bir yangın alanına dönüştürmeye çalışıyorlar. Bunun için üretimi artırmada, yönetimi iyileştirmede ister kamu, ister özel, ister gönüllü olsun, bütün kuruluşlara önemli görevler düşüyor. Dünyayı bütün insanlığa verilmiş, değerli bir emanet gözüyle bakmayanlarla, dünya gün gün büyük bir yok oluşa doğru gidiyor. Dünyaya yağmalanacak bir hazine olarak bakanlar, ekonomik, çevresel, siyasal, kültürel sorunları üstesinden gelinmez boyutlara taşıyorlar.
Toplumsal kazançlara öncelik verenler, kurumsal kazançlara yeni açılımlar kazandırırlar. Ekonomik kazançlarla toplumsal kazançları altın oranda harmanlamasını bilenler, hayatı kolaylaştırmakla kalmazlar, geçmiş kuşaklardan miras olmayan, gelecek kuşaklardan ödünç alınan dünyanın yaşanırlığına önemli katkılarda bulunurlar. Teknoloji ülkelere yeni fırsatlarla birlikte, yeni tehditler getirir. Dünya teknolojinin olumlu etkilerini büyüterek fırsatları değerlendirirler, olumsuz etkilerini gidererek, tehditlerin üstesinden gelirler, dünyadan aldıklarından daha fazlasını dünyaya verirler.
Öteki dünyada “Yaşanacak hayat yoktur, yaşanan hayatta tüketim her şeydir,tüketimi artırmak için her şey yapılır” diyenler, Ionesco’nun “Gergedan” oyunundaki insanlar gibi toplu, ya da Kafka’nın “Değişim” kitabının Gregor Samsa’sı gibi, tek tek hem kendilerine, hem topluma yabancılaşırlar. Bu yüzden yabancılaşmanın önüne geçmede, insandan daha güçlü bir silah bulunmuyor. Silahların dünyayı yok edecek bir güce ulaştığı dönemde, teknolojinin burnuna halka takmada, insanların bir bir olgunlaşmaları, zamanı gelince hep birlikte hareket etmeleri, tek çıkış yolu olarak görünüyor.
Üretim sorunlarına üreticilerle, tüketicilerle, yönetim sorunlarına yönetenlerle, yönetilenlerle birlikte çözümler aranır. Üretimde ve yönetimde, insanlar aradıklarını bulurlar. İyilik peşinde koşanlar iyiliklerle, kötülük peşinde koşanlar kötülüklerle karşılaşırlar. İslam’ın ana kaynakları ışığında, Buhari’nin, Ebu Hanife’nin, Maturidi’nin, Yesevi’nin temellerini attığı, üretim ve yönetim kültüründe, bütün yetişkinler iyilikleri özendirme, kötülükleri önleme sorumluluğu taşırlar. Onlar üretmesini bilen elleriyle, hayatı kolaylaştırırken, dünyayı da güzelleştirirler.