Osmanlı Devletinin en gizemli teşkilatı 'Cellat Teşkilatı' idi. Özenle seçilen cellatların özellikleri gaddar, merhametsiz ve sağır olmalarıydı. İnsanlar nefret duymasın diye cellatların mezar taşları isimsiz olarak yaptırılırdı.
Osmanlı devletinin resmi cellat teşkilatı, bir cellat başının idaresinde olup sayıları zaman içerisinde değişiklik gösteren bir kurumdu. Cellatların hepsi de aslen 'Kıpti'lerden oluşurdu. Genel olarak çingeneler ve Hırvatlardan oluşan Saray Cellatları, Bostancı Ocağı`nın bir kolu olan 'Cellat Ocağı'na bağlıydı. Cellat Ocağı, 20 kadar neferden oluşmaktaydı. Saraydaki cellatlar arasındaki özel olarak seçilmiş olan grup ise dilsiz cellatlardır. Bunlar özellikle, gizli yapılan infazları yerine getirirdi.
Cellatbaşı ve cellatlar Bostancıbaşı Ağasının emrindeydi. İdam hükmü Bostancıbaşı`na verilir bazen hükmü bizzat kendisini yerine getirirken bazen de nezaret ederek hükmün yerine getirilmesini sağlardı. Eğer, idam mahkû mu devlet ricalinden biri ise, Bostancıbaşı idamda mutlaka bulunurdu. Cellat başına çok güvendiği iki cellat refakat ederdi ve infaz gerçekleşirdi. Bu refakatçiler, 'Cellat Yamağı 'adı verilen kişilerdi. Bostancıbaşı Ağa sarayın en büyük zabitlerinden biridir. Bostancıbaşı`nın idam görevi haricinde, sadr-ı âzamın vezirlerin azl, sürgün vazifesi de vardı. Azl olunan sadrazamlar bostancıbaşı nezaretinde sarayın Balıkhanesi`nin önünden hazırlanmış olan gemiye bindirilip oradan sürgüne gönderilirlerdi.
Sarayın bahçesinde, bostancı fırınının yanında bulunan hapishanede tutuklu olan saray ricali ve saireye yapılan işkence bostancıbaşı gözetiminde yapılırdı. Bostancı fırının yanındaki hapishaneye 'fırın' denilirdi.
Osmanlı cellatlık teşkilatıyla ilişkisi olan bir diğer mimari yapı, Topkapı Sarayı içinde bulunan Balıkhane Kasrı ve Kapısıdır. Sur-i Sultani`nin Bizans Surları ile birleştiği noktada Marmara`ya açılan Balıkhane Kapısı onun üzerinde Balıkhane Kasrı bulunuyordu. Osmanlı Tarihinde, Topkapı Sarayı`nın en gizemli, en ürkütücü ve aynı zamanda da İçSaraya en uzak noktası bu kasr ve kapıdır. Deniz surları üzerindeki son çıkış olan Balıkhane Kapısı`ndan içeri girildiğinde Balıkhane Ocağı bulunur. Dışında ise Balıkhane çalışanlarının saray ihtiyaçları için balık tuttukları 'Ahırkapı Dalyanı' vardı. Saray baş balıkçısının emrindeki balıkçıların buradan balık tuttuklarını ve kıyıdaki ağaçlıkta bulunan çeşmede, gemicilerin burada elbiselerini yıkanırdı. Çeşmenin az ilerisinde bulunan Hasırcılar Kapısı`nın dışından, kazara denize düşenleri bostancılar kancalar yardımıyla kurtarırdı. Aynı yerde bulunan sur gediğinden ise, sarayda boğdurulanlar denize atılıyordu.
BALIKHANEYE İNDİRMEK!
Osmanlı resmi literatüründe kullanılan, 'Balıkhane`ye indirilmek' tabiri, ölümle eşdeğerdir. Kapuarası`nda tutuklu bulunan mahkû mlar burada idam edilir bazısı Bostancıbaşı`na teslim edilerek Fırın Mahbesi`ne kapatılır ya da Balıkhane` ye indiririlirdi. Mahkû mun paşa, vezir, sadrazam, eyalet paşası veya ocak ağası olması saraydan gelecek buyruğu beklemesinde ve kaçınılmaz sonu yaşamasına mani değildi. Bostancıbaşı, son ana kadar tutukluya saygı gösterir, incitmez, hakaret etmez şayet af haberi gelirse çini kupa ile soğuk şerbet ikram ederek sakinleştirir ve kurtulduğunu müjdelerdi. Ancak, mahkû mun özgürlüğü, Balıkhane Kapısı`ndan bir kayık ile açıktaki bir çekdiriyle sürgüne gönderilmesine kadar sürerdi. İdam edilecek mahkû ma ise kan rengi şerbet sunulurdu. 'Ecel Şerbeti' deyimi dilimize bu gelenekten yerleşmiştir. Şerbeti güçlükle içen mahkû m, cellatlar tarafından bir anda boğulurdu ve başı kesilerek saraya götürülürdü. Başsız vücut Balıkhane Kapısı`ndan denize atılır veya gömdürülürdü.
Halet Efendi`nin gazabına uğrayan 1818`de Balıkhane`ye indirilen sadrazam Mehmed Emin Rauf Paşa`nın 'Kallavi' denen vezir kavuğu kendisine çok yakıştığından son dakikada ölümden kurtulduğu, ancak Balıkhane Köşkü`nde karşısına Bostancıbaşı çıktığı geçirdiği korku sonucunda erkekliğini kaybettiğini tarihi kaynaklar yazmaktadır. Balıkhane`ye indirilen son devlet adamı, 1238`de (1822) azledilen sadrazam Hacı Salih Paşa olup idamdan güçlükle kurtulmuştur. Topkapı Sarayı`nın tarihinde şöhreti kötü olan Balıkhane Kasrı`na, dönemin padişahları seyrek olsa da inerler burada Donanma-yı Hümâyu`nun seferden dönüşünü bazen de donanmanın toplu tüfekli gerçekleşen manevralarını izlerlerdi.
Topkapı Sarayı ziyaretçilerinin çoğunun hikâyesinden haberdar olmadığı Cellat Çeşmesi Osmanlı cellatlarının kullandığı diğer bir önemli yapıdır. Siyaseten veya Divan-ı Hümayun da yargılanıp idama mahkû m olanların boyunları vuruluyor boğulmaları gerekenlerin infazı, Bâbüsselâm`da'Kapuarası' denilen hücrelerde gerçekleşiyordu.
Bu infazlardan dolayı, Alay Yeri`ne Siyaset Meydanı`da denilmiştir. Bostancı Ocağı`na mensup cellatlar 'Boyun Vurmak ' işini bitirdikten sonra pala veya satırlarını, Siyaset Çeşmesi de denilen çeşmede yıkardı.
EN Ü NLÜ CELLAT 'KARA ALİ'
Cellat Arapça kamçı ile vuran anlamına geliyor. Kara Ali Osmanlı`nın en ünlü celladıydı. 17. yüzyılın ortalarında yaşamıştı ve yaklaşık çeyrek yüzyıl cellatbaşılık yaptı. Cellat usta Süleyman`ın çırağı olarak işe başladı. Pek çok cellat gibi Çingene asıllı olduğu sanılmaktadır. Siyaseten öldürülmeleri gereken kişiler veya Divân-ı Hû mayun`da yargılanıp idama mahkum olanların infazı Topkapı Sarayı`nda Orta Kapı`ya yakın bir noktada bulunan 'Siyaset Çeşmesi' önünde yapılır ve cellatlar burada onların boyunlarını vururlardı. Topkapı Sarayı`nın 'Orta Kapı ' adı verilen, ikinci büyük kapısı Bâbüsselâm`ın önündeki ulu çınar ağaçlarının altında, Marmara Denizi yönüne bakan duvara bitişik çeşmenin yerinde bir zamanlar, bir başka çeşme vardı ve söz konusu bu çeşme Osmanlı Tarihi`nin ayrıcalıklı çeşmeleri arasında yer alırdı.
CELLAT MEZADI
Bir mahkû m cellata teslim edildiği zaman elbisesiyle beraber üzerinden çıkan her şey cellatın olurdu. Bu eşyalar toplanır ve senede bir ya da iki kez büyük bir mezatla satılırdı. Tutar bedelleri ise cellatlar arasında bölüşülürdü. İşte buna 'Cellat Mezadı ' adı verilirdi. Cellat mezadlarında genellikle çok kıymetli eşyalar bulunurdu. Ancak bu eşyaların sahipleri cellat elinde öldükleri için uğursuz kabul edilen eşyalar çok ucuza satılırdı. Cellad mezadından alışveriş edebilmek herkesin yapabileceği bir şey değildi. Bazı devlet adamları, zenginler celladın kendisinin yakasına yapışmadan, üzerlerindeki kürk, yüzük, saat ve keselerini çıkartıp, orada bulunan ahaliye 'Beni anar, bir Fatiha okursunuz!' diyerek hediye ederdi.
CELLAT MEZARLARI
Cellatların mezarının tahrip edilmesinden korkulduğu için ve yakınlarına zarar verilmesin diye mezar taşlarının üzerinde isimleri yazılı olmaz ve gömüldükleri yerler ücra köşelerden seçilirdi. Bilinen iki tane cellat mezarı vardır. Biri Eğrikapı civarında, diğeri bugün Eyüp Sultan Kabristanı`nda Pier Loti tepesine giden yoldaki Karyağdı bayırı civarındadır.