Yirmi birinci yüzyılın ilk yarısında, Gazze’de Filistinlilerle İsrailliler arasında yapılan orantısız savaşın uzaması, silahlıların güçsüzlüğünü, silahsızların gücünü gösteriyor.
Yirminci yüzyıldaki savaşlarda, kazananların olmamasına rağmen, ülkeler aralarındaki sorunları, silahlı güçlerle çözme bağımlılığından kurtulamıyorlar. Yararlı savaşın, yararsız barışın olmadığı kare dünyada, bir öldürücü silah, bin yaşatıcı gücü yok ediyor. Güç sarhoşu yöneticiler, silahsız güçlere verdikleri zararları görmüyorlar.
Küçük bir telefon ekranına sığan dünyada, ülkeler arasında büyüklük küçüklük önemini yitiriyor. Artık küçük Finlandiya’dan, büyük Japonya’ya kadar bütün ülkeler, güçlerini insanlık dışı öldürücü atom bombalarıyla değil, hayat kazandırıcı ürünleriyle gösteriyorlar. Ülkelerin güçleri yıkıcı silahlardan önce, yapıcı ürünlerle belirleniyor.
Asya ülkelerinden Avrupa ülkelerine taşınan savaşlar, otokratik ülkelerin savaş, demokratik ülkelerin barış ortamlarında güçlendiklerini anlatıyor. Demokrasiye yatırım yapan ülkeler pazarlara, otokrasiye önem verenler cephelere ağırlık veriyorlar. Ancak pazarlarda payları olmayan ülkelerin, cephelerde ne sözleri, ne yerleri oluyor.
Irak savaşıyla başlayan, Afganistan savaşıyla devam eden, medeniyetler savaşı Ukrayna savaşıyla, geri dönüşü olmayan bir yolda ilerliyor. Bütün ülkelerde öldürücü silahlarla konuşulan dönem kapanırken, yaşatıcı ürünlerle konuşulan dönem açılıyor. Dünyanın her ülkesinde dönüştürücü güç, Karun’lardan Harun’lara geçiyor.
Karun’lar güçlerini ölüm saçan silahlarından ve otokratik yönetimlerinde alırken, Harun’lar güçlerini hayat veren ürünlerinden ve demokratik yönetimlerinden alıyorlar. Demokratik yönetimler dünyaya açılarak din, dil, renk ayrımı gözetmezken, otokratik yönetimler, dünyaya kapanarak tek din, tek dil, tek renk peşinde koşuyorlar.
Dünyanın bütün ülkelerinde, güneş biziz aydınlık biziz, biz Âdemoğullarıyız yetmiş iki din, yetmiş iki dil, yetmiş iki renk bizdedir, diyenlerin sesleri daha gür çıkıyor.