Gazetecilik dördüncü kuvvet olarak bilindi yıllar yılı...
Gerçekten de kamuoyunu bilgilendirmenin en sağlıklı en önemli ve hatta kutsal mesleklerinden biridir...
Yeter ki gazetecilik gerçek anlamda haber vermek için yapılsın...
Bir de bunun yanında gazeteciliği yapan kimsenin “insan” olması var...
Bu da beraberinde gazetecinin mesleki performansına insani duygularını ve reflekslerini katma durumunu gündeme getiriyor...
Bunda olumlu anlamda insani boyutun yansıması var, nefret olarak yansıması var, vicdan azabı olarak yansıması var...
Bir tanesi bir göçmen hareketi sırasında kameralara yansımıştı söz gelişi...
Amacımız insanları yaftalamak olmadığı için olayı anlatıyor, isim vermiyoruz...
Macaristan-Sırbistan sınırından ülkeye girişi sırasında oğlunu sırtında taşıyor halde polislerden kaçmaya çalışan bir babaya bir gazeteci bayan çelme takmıştı...
Bu bayan, gazeteciydi ama göçmenlere karşı içinde tepki vardı...
Gazeteciliği bir kenarda kaldı nefret duygusu ağır bastı...
Ama yaptığı hareket kameralara takıldı...
Dünyada tepki alınca, çalıştığı kanal tarafından işine son verildi. Hâkim karşısına çıkartıldı. Yaptığı hareket çirkin bir hareket sayılınca beraat etti...
Yine bir yıl kadar önce Gaziantep- Şanlıurfa Otoyolunda Nizip yakınlarında bir kaza yaşanmıştı... Kontrolden çıkan araç şarampole yuvarlanmıştı...
Kazayı gören İHA aracı durdu. Gazeteciler görevlerine insanlık görevi de ekledi. Yolun karşısına geçerek kazazedelere yardıma koştular...
Kazaya başka yardıma gelenlerin de olduğu sırada ikinci bir kaza yaşandı. Yardım edenlerin arasına dalan bir yolcu otobüsü feci bir kazaya daha sebep oldu... 15 kişinin hayatını kaybettiği o kazada iki İHA muhabiri can verdi...
Yine bir medya grubunun temsilcisi deneyimli bir gazeteci olmasına rağmen, görev esnasında öfkesine hâkim olamayıp yanında çekim yapmaya çalışan meslektaşına öfkelenip tokat atmıştı. Ama o anlar kayıtta görüntülenince tepkiler çığ gibi büyüdü. O gazeteci “insan olarak kontrolümü kaybettim ve yakışmayan bir hareketi yaptım özür dilerim” diyerek görevinden istifa etti.
Yine Kahramanmaraş depreminde bölgeye ilk gidenlerden birisi de gazetecilerdi... Gazeteciler yaşadıkları anları anlatırken insani boyuta dikkat çekiyorlardı... İlk geldiklerinde enkaz altında sesler duyunca kamera ışıklarını oraya tutmuşlardı. Bu sayede enkaz altından insanların çıkartılması sağlanmıştı. Hem haber yapıp hem yardımsever olmuşlardı...
Kamera ışıkları bu kez bataryaları bitene kadar depremzede çıkartmaya çalışmıştı.
Yine Güney Afrikalı bir gazeteci, 1993 yılında BM gemisiyle Sudan’a gitmişti... Orada insanlar kıtlıktan ölüyorlar, ölüm kalım mücadelesi veriyorlardı... Bu gazeteci orada kendini dünyaya tanıtacak bir fotoğraf çekmiş ve paylaşmıştı... Hemen hepimizin bir şekilde paylaşımda gördüğümüz ve içimiz parçalanan resim... Bir çocuk aç ve bitkin bir şekilde yaklaşık 800 metre uzaklıktaki BM kampına ulaşma mücadelesi veriyordu. Artık takati kalmamıştı... Onu da az gerisinde bir akbaba bekliyordu... Gazeteci o fotoğrafı çekmek için uğraş vermişti. Verdiği uğraş akbabanın kaçmaması için çocuğun yakınına kadar usulca sokulabilme uğraşısı idi... Bunu başarmış ve akbaba ile ölmek üzere olan çocuğu aynı karede çekmeyi başarmıştı.
Bu gazetecilik başarısı fotoğraf New York Times’te yayınlanınca dünyada büyük yankı yaptı. Bu fotoğraf Afrika’daki açlığa dünyanın dikkatini çekmeyi başarmıştı... Ama o fotoğrafı çeken gazeteci, bir insan olarak orada yapması gerekeni yapmadığı için vicdan azabı çekmeye başlamıştı...
“O fotoğrafı çekmek yerine, o çocuğu kucağıma alıp BM kampına yetiştirebilirdim” demişti.
Bu vicdan azabına aldığı tepkiler de eklenince depresyona giren gazeteci 1994 yılında, egzoz gazı verdiği kamyonetinin içinde canına kıymış geride insani bir not bırakmıştı, gerçekten o an için çok üzgün olduğunu belirtiyordu...