Salvatore Cascio ve büyük usta Ennio Morricone`ye saygıyla.

Görünen sadece masmavi bir deniz manzarası ve tatlı bir esintiyle sallanan beyaz bir tüldür pencerede.

Bir gidişin hikâyesidir Cinema Paradiso. Gidip dönmemenin; Söz dinlemenin, sadakatin, ayrılmanın, biraz da başkaldırının farklı bir anlatımı;

Alevin ucunda yanan ne tütündür ne de kâğıt. Geçmişi unutma gayretinin bir parçasıdır sadece gördüğünüz. Bir rahibin sansüründen geçen yüzlerce film ve bu filmlerin arasında kaybolan küçük sevimli bir çocuk düşünün.

Her şeyin farkındadır Salvatore, ustasının hitabıyla Toto; Farkında olmak istemediği tek şey belki de babasının olmayışıdır aslında.

Yoksul küçük bir kasaba, hatta köy düşünün;

Yoksul fakat güzel

Yoksul fakat iyiler yaşıyor

Yoksul fakat temiz

Yoksul fakat tok

Yoksul fakat vakur ve güçlü bir kasaba;

Tek lüksleri eski bir sinema salonu. Bu salon, insanî duyguları olduğu gibi sunan altın bir tepsi gibi görünüyor gözüme. Her mimikte, her gülüşte çok şey saklı koca bir hayat!

Perdenin arkasında görünen gülümseme bir muzırlığın işaretidir fakat o gülümsemeye kimse karşı koyamaz. Salvatore! Salvatore! Yediği tokatlar, dayaklar onu hiçbir zaman durdurmayacaktır; Ah Toto, deli çocuk seni!

Aşkla çıkılan yollar insanı yormaz; En fazla ömrüne ömür katar ve ruhunla yaşamaya devam edersin her neredeysen.

Perdenin arkasından sinema sahnesine her gülümseyiş, kocaman bir terk edişe ve hayallerine attığı bir adımdı aslında Toto`nun.

Bir adım, bir adım, bir adım daha; Tozlu yolları ve taş binalarıyla yoksul kasabanın biricik çocuğu böyle büyüyordu. Kâh Alfredo`nun bisikletinde, kâh rahibin kilisesinde, kâh annesinin dizinin dibinde; Hep bir yerde, hep bir hâlde ama hep mutlu! Bilmediği bir umudu vardı belki de.

Beyaz perdeye yansıyan kemancıyı izlerken hayallere dalacak kadar büyük fakat yediği dayaklardan uslanmayacak kadar inat bir çocuk düşünün.

Ve bir gün 'git' der ustası Toto`ya; 'Git ve geri gelme bir daha!' GençSalvatore ustasını dinler. Arkasını dönüp bakmadan gider ve bir daha asla dönmez o kasabaya ta ki ustasının ölüm haberini alana kadar!

Otuz yıl geçmiştir.

Herkes değişmiştir, değişmeyen tek şey insanların bakışlarıdır. Cenaze için toplanan insanların yüzlerine sinmiş otuz yıllık yaşanmışlıkta arar kendini Salvatore ve bulur da;

Ağlamamak için zor duran gözler

'Beni hatırladın mı' demek isteyip de diyemeyen ağızlar.

'Hey Toto sen misin'

Ama kimseden ses çıkmaz. Cenazenin varlığı, Salvatore`nin ani dönüşü iki kez lâl eder ağızları.

Sineması uğruna gözlerini kaybeden Alfredo artık yeni bir yolculuğa çıkmıştır. Dostları yanındadır fakat belki haberdar, belki de değil. Şu bir gerçek ki, etrafındakiler de ölümden çok haberdar değil; Belki Salvatore; Ona bu manâyı yüklemek istiyorum. Hissetmek istediğim bu çünkü.

Değilse bile istediğimiz manâyı görmek istemez miyiz karşımızdakinde ya da hayatımızdaki değerli olan her ne ise!

Salvatore üzgün, Salvatore yalnız aslında Salvatore tam manâsıyla pişman! Alevlerin arasında küle dönen anılarıyla boğuşurken ustasının kendisine verilmesi için bıraktığı şey onu daha da kanırtır.

Anlamsız diye düşündüğün hayatın bazen küçücük bir şeyle anlam kazanabilir; Sen bu anlamı yoklarken kafanda, kasabanın delisi, çocukken koşturmaktan yorulmadığın yollarda tepiniyordur belki de yarı anlamlı yarı anlamsız sözlerle!

Olmakla ölmek arasındaki o ince çizgide durur Salvatore. Kocaman adam olmuştur fakat o küçük çocuk ve sevgili ustası bir yerlerde halâ yaşıyordur.