Hatim Kuran’ı ezbere veya yüzünden okuyarak bitirmeye denir. Hatim geleneğini başlatan Resulullah’tır (sav).

İslam kaynaklarından öğrendiğimize göre Resululah (sav) her sene Ramazan gecelerinde Cibril ile karşılıklı Kuran’ı birbirlerine arz ederler, baştan sona okurlarmış. Bu yüzden Kuran’ın bu ayda sıkça okunması, müstehap kabul edilmiştir. Resulullah (sav) anlamını bildiği, içselleştirdiği Kuran’ı tekrar tekrar baştan sona kadar neden okuyordu, düşünmek lâzım. Anlamı için mi? Tabii ki hayır! Kuran duadır, şifadır, zikirdir aynı zamanda.

Mekkeli müşrikler Resulullah’ı (sav) katletmek için evine geldiklerinde O’nun yatağında Hz. Ali’yi (ra.) buldular. O sırada Resulullah (sav) suikastçıların arasından Yasin-i şerif okuyarak yürüyüp çıktı ve suikastçılara görünmez oldu.

İnsanlar her devirde Yaratıcı’ya toplu veya bireysel olarak iltica etme yoluna gitmiş, bunları da sayısız nedene bağlı olarak gerçekleştirmiştir. Vahiyle, Allah’ın lafzıyla korunma veya zırhlanma ritüelini Hz. Hud’da (as) da görüyoruz. Hz. Hud’un putlara tapan kavmini kasırga helak etmiştir; ama “Allah’ın duasıyla” bir çember içine aldığı kendine uyanlar kasırgayı yumuşak bir rüzgâr olarak hissetmişlerdir.

Bir kişiyi, mekânı veya şehri Kuran ile zırhlama geleneğinin bir örneğini de Saraybosna’da görüyoruz. 1963’te Hafız Hacı Mühliç Efendi yanındaki hafızla beraber Alipaşa Camisi’nden yürüyerek çıkıp tüm Saraybosna’nın etrafında hatim okuyarak yeniden Alipaşa Camisi’ne dönmüştür. Hafız Hacı Mühliç Efendi Bosna-Hersek’in mücahit lideri Aliya İzzet Begoviç’in etrafında döne döne onu da Kuran okuyarak zırhlamıştır. Hatim okuyarak Allah’a yakınlaşma, dua ve şifa talep etme geleneği Batı Trakya’da İskeçe’de de yıllardır sürdürülmektedir.

Pir Ali Baba’nın Erzurum’da başlattığı zırhlama ve hatim geleneği, miladi yeni yıla girerken gerçekleştirilir. Yeni yıla giriş törenlerinde kutsal olana iltica ederek yardım isteme düşüncesi antik çağlarda ve inançlarda da vardır.

Hatim, kandiller, mevlitler ilmü’l cemâldendir.

Dinin ve ruhun cemal/cemil tarafı vardır: Güzellik, estetik, aşk, şevk, zevk, muhabbet, üns… Bu kavramları bazen “irfan” kelimesiyle beraber bazen “gelenek” bazen “töre” adıyla dışa vururuz, görünür kılarız.

Dinin temel hükümlerini, emirlerini, akidelerini sarsmayan dinî kültürel gelenekleri (din kültürünü) Müslümanlar; yaşadığı coğrafyanın, iklimin ve tarihin imkânlarıyla kendilerine özgü oluşturabilirler. Gündelik hayatın ritüellerinde, sanatta, mimaride, şiirde, törenlerde, adet ve geleneklerde… Bu, tarih boyunca böyle olmuştur. Mevlidi okumak, kandil gecesi düzenlemek, hatim okumak, arafalık toplamak, gazel ve kaside geleneği, zikir meclisleri vb ritüeller de Anadolu’daki Müslümanların din kültürüdür, ilmü’l cemalidir. 

Din kültürü ile bir Müslüman dünyevî ve uhrevî fayda ve kemalâtla beraber ve daha ziyade kendince -fert ve toplum olarak- bir Müslüman kimliği, nişânesi, adiyeti, şuuru, keyfiyeti, vaziyeti, hususiyeti, hafızası, zevki yaşar ki ruhun Cemâl’e olan ihtiyacındandır bu. İlmü’l cemâl; olması olmamasından daha evla olandır, yeğdir, müreccahtır; kalbî ve fiilî ibadettir, duadır.

Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi Efendi’nin çok güzel bir tespiti var: 

“Dinlerden birine mensup iki adamı nazar-ı tedkike alalım. Bunların birisi mensup olduğu dinin ibadet ilmini harfiyen icra ediyor. Vicdani ihtisaslarında hiçbir değişiklik ve heyecan, hiçbir cezp edici vak’a olmadığı haldi ibadet ediyor. Böyle bir adama dinsiz diyemeyiz. Lakin kendisinde din hissi olmadığı ve daha doğrusu bu hissin kendisinde ya başlangıç halinde kaldığı veyahut da diğer bir temayül şeklinde girdiği muhakkaktır. Böyle bir makinede dini his olamaz. Böyle adamlarda ibadet eden, ruh ve vicdan değil, i’tiyad ve ta’lim neticesinde maddi bir makine intizamı ile hareket eden cesedidir.

Birçok vesile ile Cenab-ı Hakk’ı hatırlar; bediî mahiyeti arz eden her manzara, ona hakiki güzelliklerin kaynağı olan Yaratıcı’sını hatırlatır. Bu vesilenin zuhuriyle vicdanında tatlı bir heyecan, bağlılığının derinliklerinde benzetilmesi ve tarifi müşkül bir zevk hisseder. Hâlık ve sahibine karşı kalbi taparcasına bir bağlılık duygusuyla dolar. İşte bu adam dinî his sahibidir. Dinî histen mahrum olanların dindarlığı ancak kendi kendilerini memnun etmekten ibaret kalır.” Evet; hatimler, hatim meclisleri ibadetin yanı sıra insanımızı Allah’a yaklaştıran dinî zevklerindendir, dinî kültürüdür.

Anadolu halkının dinî hayatı içerisinde Kuran-ı Kerim her daim özel bir yere sahip olmuştur. Toplumda Kuran okumak, Kuran dinlemek ve Kuran konulu sohbetlere dahil olmak çok kıymetli ibadetler olarak değerlendirilmiştir. 

“Anlamadıktan sonra Kuran okumaya ne gerek var?” düşüncesi cahilliktir.

Evet asıl olan Kuran-ı Kerim’i anlamak ve hayatımıza tatbik etmektir. Herkes bunda hemfikirdir; ancak Kuran-ı Kerim sadece anlama yönüyle müminleri kuşatmaz. Kuran-ı Kerim’in birçok, temelde ise iki boyutu var: Kuran’ın hüküm (fikir) ve zikir boyutu. Bir müçtehit, bir alim, bir ev hanımı, bir köylü, bir çocuk velhasıl fikir yönüyle Kuran kişilerin eğitim ve hayatı algılayış düzeylerine göre herkese hitap eder. Müçtehitler Kuran’dan ve sünnetten hüküm çıkarırken; bu yetkinliğe, ilme sahip olmayanlar da müçtehitlerin çıkardığı hükümlere uyarlar.

Dünyada eğitim düzeyi farklı 1.6 milyar Müslümanın Arapça bilmesi, öğrenmesi söz konusu olamayacağına göre farklı insanlardan ve eğitim seviyesinden insanlar (Kaldı ki tarih boyunca ana lisanlarını konuşan ama okumayı bilmeyen milyonlarca insan geçmiştir bu dünyadan.) işte bu müçtehitlerin hükümleriyle dini kavrarlar; ama Allah’ın kitabını bazı ayetlerin ve Resulullah’ın (sav) belirttiği gibi zikir ve şifa olarak okurlar. Yinelemekte fayda var. Kuran fikir ve zikir kitabıdır: 

  • Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.” (Rad 13/28) 
  • “Ey insanlar işte size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidayet ve rahmet geldi.” (Yunus 10/57) 
  • Rabbini sabah akşam yüksek olmayan bir sesle kendi kendine ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret, gaflete kapılanlardan olma!” (Araf 7/205) 
  • “Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma 62/10)

Kaldı ki Kuran-ı Kerim’i, lisanı Arapça olanlar bile hakkıyla (tam) anlamayabilir. Hatta evliyanın ve ulemanın en büyükleri olan ashab-ı kiram bile bazı ayetlerin manalarını Resulullah’a (sav) sual ederdi. Bir hadis-i şerif meali: “Kuran-ı Kerim Allah-u Teala’nın sağlam ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz, çok okumak ve dinlemekle eskimez.” (İbni Mâce)

Bu sığ ve cahil fikre (Anlamadıktan sonra Kuran okumaya ne gerek var?) bir başka açıdan bakalım bir de: Kuran’ı mealden okuduk ve anladık. Faiz, haram, yalan, büyük günâh gibi anladığımız bir kitabı tekrar tekrar niye okuyalım? Kuran’ı sadece meal ile, mana ile kabul ettiğimizde Resulullah’ın (sav) Cibril (as) karşılıklı hatim(mukabele) okumalarını, Resulullah’ın (sav) hatimle teravih namazını kılmasını nasıl izah edeceğiz? Ya şu hadis-i şerifi: “Bir ev içinde Kuran okunması sebebiyle o evde oturanlara genişlik, ferahlık verir. Orada melekler hazır bulunur. Şeytanlar kaçar, evin hayır ve bereketi artar. İçinde Kuran okunmayan bir ev ise içindekilere dar gelir. O evden melekler gider, şeytanlar hazır bulunur. Evin hayır ve bereketi o olur.” (Darimi, Sünen: 2/429-430. Fezailü‘l-Kur‘ân 1.)

Ayrıca Kuran Allah’ın (cc) lafzıdır, mealler kulların. Allah’ın (cc) lafzının kendisi de ayettir; sesiyle, ahengiyle, musikisiyle, tesiriyle, ruhuyla… İnsanı sarar, kuşatır, mest eder. Kalpleri kararmışlar hariç! 

Şu da unutulmamalıdır ki Anadolu insanının dili olan Türkçemiz Kuran’ın hem sesiyle hem hikmetleriyle biçimlenmiş bir irfan dili olmuştur. Kuran’da geçen hemen her kelime dilimize girmiştir. Arapça bilmeyen Anadolu insanı Kuran’ı tastamam anlamasa da hangi surede neyden bahsedildiğini az çok hisseder.

Velhasılıkelam; her hükmü anlamamız gerekmiyor. Nûr suresinde belirtildiği gibi “Biz işittik iman ettik.” Elhamdülillah…