Attilâ İlhan Türk düşünce hayatının en önemli şahsiyetlerinden biriydi. Vefatıyla oluşacak boşluğun doldurulacağını tahmin etmiyorum. Kuşkusuz, Türk düşünce hayatı hep var olacaktır ama burada Attilâ İlhan gibi çok yönlü bir entelektüel hiçbir zaman olmayacaktır.

Benim kendisiyle hukukum o sıralar İstanbul Ü niversitesi Sosyoloji Bölümü`nde hazırladığım yüksek lisans tezimden dolayı başladı. Tez olarak Gerçek gazetesini ve dolayısıyla Türkiye Sosyalist Partisini çalışıyordum. Daha somut bir ifade ile 1945&ndash 1950 arası sol düşünce tez konumdu. Bu noktada bütün irtibat kaynaklarım beni Attilâ İlhan`a yönlendiriyordu. Başta Metin Erksan olmak üzere, Orhan ve Adil Müstecabi, Ali Gevgilili, Ü mit Meriçgibi hocalarımız onunla konuşmam gerektiğini söylüyorlardı. Ama nasıl görüşecektim..!

Çünkü kendimi olaya hazırlamak için yer yer konuyu bazı gazeteci, yazar ve akademisyen gençarkadaşlara açtığımda tamamıyla ön yargılı bir biçimde 'Attilâ İlhan`ın benimle görüşmeyeceğini' söylüyorlardı. Bu karmaşık düşüncelerle ve daha çok ta Metin Erksan`ın 'Caferciğim benim gönderdiğimi söyle, beni söylersen seninle görüşür.' sözünün verdiği güvenle onu aradım. Tele sekreteri çıktı. Mesajımı bıraktım. Ve şunu düşünmeye başladım. Okuduğum ve dinlediğim kadarıyla Attilâ İlhan ciddi bir adamdı. Ciddi adamlar ciddi konularla karşılarına çıkıldığında bunu mutlaka önemserlerdi. 

Nitekim öyle oldu.

Bir akşam evde otururken telefonum çaldı. Ahizeyi kaldırdım ve 'efendim' dedim. Telefonun diğer ucundaki kişi 'Cafer Bey`le mi görüşüyorum efendim' deyince 'evet efendim' dedim ve tanıdık gelen sesin sahibine kimin aradığını sordum. Attilâ İlhan olduğunu söyleyince evde yalnız olmama rağmen bir generalin karşısında esas duruşa geçen erat gibi bir hal aldığımı hep hatırlarım. O anda devamlı tebessüm halindeki yüzü, akustik ve didaktik ses tonu evin her tarafına sinmişti sanki;

Ona ana hatlarıyla konumu ve açmazlarımı anlattım. Metin Erksan`ın özellikle yönlendirmelerini söyledim.  Atillâ İlhan beni dinledikten sonra tezde iyi yol aldığımı ve kendisinin de bana yardımcı olacağını, hazır olduğum zamanda görüşmek için telefonla irtibata geçebileceğimi söyledi.

Aradan iki ay kadar zaman geçtikten sonra kendisini tekrar aradım. Konuyu hatırlattım. O sıralarda Bilecik`te öğretmenlik yaptığımdan dolayı görüşme zamanını da benim zamanım doğrultusunda belirledi. 12 Ağustos 1997, Cumartesi günü devamlı görüşmelerini yaptığı Taksim`deki, The Marmara Oteli`nin alt katında bulunan Divan Pastanesi`nde Saat 10.30`da buluşmayı kararlaştırdık. Ona, bana ne kadar zaman ayırabileceklerini sorduğumda -ki ona göre hazırlıklarımı yapacaktım- 'bir buçuk saat' olarak söyledi.

12 Ağustos 1997`de tam saat 10.30`da Divan Pastanesi`nde idim. Attilâ İlhan benden önce gelmişti. Oturdum. Hoş-beşten sonra konuya girdim ve soruları kendisine uzattım. Soruları okudu ve önemsedi. Tam bir buçuk saat sonra 12.00`de söze noktayı koydu. 

Bu metin, o günkü sohbetimizin yazıya dökülmüş halidir.

Kendisiyle hakkındaki ilk değerlendirmem zamanı çok iyi kullandığıdır. Daha sonra televizyon programlarında da onun konuşmalarına bu açıdan baktım. Ne olursa olsun tanıdığım insanların içinde zamanı en iyi kullanan kişilerin başında Attilâ İlhan olduğu kanaatine vardım.

Onda ikinci yakaladığım husus ise geçmişteki dostluklarına hep sadık kalma düşüncesi idi. Aslında beni de bu açıdan önemsemişti. Çünkü benim tezimde hayatındaki ilk ciddi basın tecrübesi olan Gerçek gazetesi, propagandisti olduğu Türkiye Sosyalist Partisi, çok sevdiği, saydığı ve hayatları da dramatik bir biçimde sonlanan dostları Hasan TANRIKUT ve Esat Adil MÜ STECABİ vardı. Kendisinin de aktif rol almaya başladığı dönemle ilgili (1945&ndash 1950 arası) tarihe not düşürme çabası kanaatimce onu da heyecanlandırmıştı. Bu nedenle hep onun bizi götürdüğü yere, yani 'zaman içinde yolculuğa' bu defa gitmesine ben vesile oldum. 

Onunla daha sonra da birkaçdefa görüştüm. Sonuncusu vefatından önce TÜ YAP kitap fuarındaydı. Bu sohbetimizde de yer yer değindiğimiz 'Saadet Hepimize Mahsustur' isimli yayınlanan ilk romanının kendisinde de bulunmadığını Milli Eğitim Bakanlığı`nın dergilerinden birisinde ifade ediyordu. Bir kaçeksikle bu roman bende vardı. Kendisine bunu söylediğim zaman, daha da dikkatle bana yöneldi ve getirmemi rica etti. Ben de söz vermeme rağmen hâlâ ona 'Saadet Hepimize Mahsustur' unu iade edemedim. Nereden bilebilirdim ki,  bedeninin cansızlaşacağını ve bu dünyadaki yolculuğunun sona ereceğini.. 

Her ne kadar bir gazete ve bir siyasal hareket etrafında konuşmuş olsak ta Attila İlhan`ın söyledikleri yakın tarihimize önemli notlar düşüyor. Metin olarak on beşi yıl önce ilk defa sanatalemi.net internet sitesinde yayınlandığı zaman ciddi etkileri olmuştu. Hilmi Yavuz ve Dücane Cundioğlu gibi şair-yazarlar köşelerinde röportaja yer vermiş ve kendi cephelerinden değerlendirmişlerdi. Bu etkilerin bir kısmını 21.12.2018 tarihli İttifak gazetesindeki köşemde 'Keşke Attila İlhan`a, O Soruyu Sormasaydım' başlığı altında yazmış ve yayınlamıştım. Yalçın Koçak isimli okurumuzun da yazıya yorumu: 'İyi ki sormuşsun Cafer bey. Toplum önderi kişilerin kursaklarının ve beyinlerinin nereden beslendiği bilinmelidir. Kalemiyle, fikirleriyle toplumu şekillendirmeye muktedir kişilerin özel hayatı yoktur. Su gibi berrak, cam gibi saydam olmalıdırlar.' şeklindeydi.

Bu defa Attila İlhan`la yaptığımız tarihi röportajı yeni baştan düzenleyerek İttifak gazetemizin okurunun da ilgi ve dikkatine sunuyorum.