Bundan yaklaşık 22 yıl önce bir Amerikan resmi dairesinde sıra beklerken önümdeki kişinin favorileri örgülü ve başı kipalı bir Yahudi olması beni tedirgin etmişti. Gişe memurunun ona oldukça sevecen davranması sıra bana gelince muhtemelen suratının asılacağı, hatta belki bilerek zorluk çıkaracağı anlamına geliyordu. Böyle bir önyargının sebebi ülkemde edindiğim deneyimlerden başka faturası neredeyse tüm Müslümanlara kesilen 11 Eylül saldırılarının üstünden birkaçay bile geçmemiş olmasıydı. Beklentimin aksine, gişe memuru bana da tüm sevecenliğiyle yardımcı oldu. Beş dakika önce işimi çözmesi için sempatik görünmeye çalıştığım kişi o an gözümde “şuursuz, cahil hatta şahsiyetsiz” oluvermişti. Öyle ya dünya görüşlerine ait “siyasî” simgeleri gururla taşıyan iki “zıt” karaktere tüm içtenliğiyle nasıl eşit mesafede durabilirdi insan? Bu refleks bana politik ayrıştırmalarla büyüdüğüm ve okul arkadaşlarım üzerinde “dinî baskı” oluşturmakla suçlandığım Türkiye’den armağandı.
Neyse ki, çocuklarımız politikaya bizim o yaşlarda olduğumuz kadar vâkıf olmak zorunda değil. Birçoğu kendilerini doğrudan ilgilendiren Milli Eğitim Bakanını bile tanımıyor. Önceki nesiller kadar ötekileştirilmeye maruz kalmadıkları için insanları kılık kıyafetine, bıyık şekline, seçtiği renklere veya saçını ne yöne taradığına göre değerlendirmiyorlar. Muhatabının sözlerinde düşmanca bir gizli anlam aramıyor, ayrıştıkları değil birleştikleri yönlere odaklanıyorlar. Onlar için Tiktok videolarının kaçbeğeni alacağı ülkeyi kimin yöneteceğinden daha önemli. Dolaysıyla, toplumu hep “onlar ve bizler”den müteşekkil görmüş ve ayrışmak için hiçbir fırsatı kaçırmamış büyükleri tarafından böylesi tutumları kabul edilemiyor. Belki de bu yüzden “apolitik” tanımı Z kuşağına yönelik bir suçlama olarak kullanılıyor.
Apolitik duruş genellikle toplumsal olaylara kayıtsızlık ve cehaletle özdeşleştirilir. Oysa günümüzde her türlü yaftalamayı reddeden gençler için apolitik tavır bilinçli bir tercih gibi görünüyor. Yapılan araştırmalar, dünya çapında, Z kuşağının topluma ve siyasete ilişkin meselelerde önceki kuşaklardan daha 'etik`bir tavır takındığını söylüyor. Siyasete dahil olma biçimleri öncekiler gibi meydanlarda slogan atarak değil, sosyal medya üzerinden veya daha sınırlı ortamlarda kendilerini ifade etmekten ibaret. Ayrıştırıcı söylemlere değil kapsayıcılığa, saygıya ve açık fikirliliğe öncelik veriyorlar. Bu, onları geçmiş kuşaklardan ayıran en önemli özellikleri. Bölücü siyasi tartışmalara girmek yerine, önceki nesle “bomboş” görünen ortak zeminlerde buluşuyorlar. Huzur içinde apolitize olmuş, dünyayı kurtarmak yerine kendilerini kurtarmaya bakıyorlar. Toplumsal meselelere ise aslında kayıtsız olmadıkları hem deprem felaketinde yardım çalışmalarına canla başla dahil olmalarından hem seçim sürecine katılım oranlarından anlaşılıyor.
Son yıllarda tüm dünyada artan kutuplaştırıcı siyasi söylemlerin yöneticiler açısından konforlu bir yanı var. Zira indirgemeci yaklaşımlarla oluşturulan toplumsal grupların idare edilmesi ve davranışlarının tahmin edilebilmesi daha kolay. Oysa insanın toplum içinde birey olarak gücü münferit düşünebilme ve muhakeme edebilme kapasitesindedir. İslam tarihini “müphemlik kültürü” kavramıyla okuyan Alman yazar Thomas Bauer, bu münferit tavır ve tahmin edilemezlik sayesinde İslam toplumlarının bir Orta Çağ yaşamadığını iddia eder. Z kuşağının da siyasi yaftalamalarla kategorize edilmeyi reddeden apolitik tavrı onları bu açıdan tahmin ve kontrol edilemez kılıyor.
Seçim yaklaştıkça çocuklar dahil toplumun her kesiminin politik tartışmalar içine çekilmesi sosyal barışı tehdit etmektedir. Çoğunlukla hor görülen apolitik tavır ise toplumu siyasetin bölücü doğasının üzerine çıkmaya teşvik eder. Böylece “ötekiler” arasında anlamlı bağlantılar kurulup anlayış ve empati için ortak bir alan oluşturulur. Siyaset, toplumun temel yapı taşlarındandır ve pek çok insan için önemli bir konudur. Ancak, herkesin politize bir şekilde siyasi tartışmalara dahil olması beklenemez. Hatta belki de toplumun bireyden beklediği maksimum fayda, o Amerikalı gişe memurunda gördüğüm minimum siyasi bilinçseviyesiyle mümkündür. En azından kimse uzmanı olmadığı konuda fikir beyan etmek zorunda kalmaz.