Bazı konular vardır ki, bunlara duyarsız kalan bir toplum, sadece günlük akışın edilgen bir nesnesi olmakla kalmaz; kendi varoluşunu da ipotek altına alır.
Sanat, insanın dünyadaki varoluşunu anlamlandırmasının yollarından biridir. Ancak günümüz dünyasında sanat gerçekten insanı özgürleştiren bir alan mıdır, yoksa sermayenin, ideolojilerin, güç odaklarının kirli ellerinde çarpık bir manipülasyon aracı mıdır? İşte tam da burada Ayşe Barım olayı ve onun etrafında şekillenen sistematik tahakküm, kültürel ve sanatsal dünyamız açısından göz ardı edilemeyecek bir vaka olarak karşımızda durmaktadır.
Bir menajerlik şirketi, sanat camiasını tekeline alır, istediklerini parlatır, istemediklerini ise yok eder. Oyuncular, yönetmenler, yapımcılar... Hepsi bu dev çarkta ezilmemek için belirlenen kurallara uymaya zorlanır. Günümüzde kimin şöhrete ulaşacağı, kimin unutulacağı bir avuç insanın kaprislerine bağlı hale gelmiştir. Oysa sanat irade ister; sanat kendini inşa etme özgürlüğüyle var olabilir. Oysa sanatın onu üretenlerin elinden nasıl kayıp gittiğine tanık oluyoruz.
Sorun sadece ekonomik güç mü? Hayır. Bu konu aynı zamanda entelektüel ve ruhi teslimiyet sorunudur. Söz konusu yapı sadece sektöre oyuncu pazarlayan bir ajans değil, aynı zamanda sanatçının içeriğini, yönünü ve hatta düşünce biçimini belirleyen bir tahakküm mekanizmasıdır. Bugün kimin ödül alacağı, kimin hangi projelerde yer alacağı, kimin hangi etkinliklerde yer alacağı belli çevrelerin onayına tabidir. Ve sanki bunlar yetmiyormuş gibi sahneye çıkanlar ödüllerini aldıklarında ne söyleyeceklerine bile yönlendirilmektedir.
Özgürlük, Kimin Onayıyla Mümkün?
Oyuncuların destekleyeceği toplum hareketlerine bile dikte ediliyor. Bunu yapmayanlar dışlanıyor, projelerden çıkarılıyor ve tabiri caizse "etiketleniyor". Direnmeye çalışanlar ya açlığa mahkûm oluyor ya da işlerini yapamıyor. Vazgeçenler ise tekrar çarka dönüp önlerine konulan senaryoyu oynamaya zorlanıyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: Sanatçının sadece sahnedeki rolü değil, gerçek hayattaki tavrı da belirlenmek isteniyor. Çünkü sanat, güçlüleri memnun etmediği sürece kabul edilemez.
Peki ya magazin dünyası? Çok konuşulan aşklar, ekranda izlediğiniz, dergilerde okuduğunuz ilişkiler? Kim kimi gerçekten seviyor, kim buna zorlanıyor, kim hangi ilişkiye imaj kaygısıyla dâhil ediliyor? Bugün, televizyon ve sinema sektöründe sadece senaryolar değil, insanların hayatları da yazılıyor. Hatta kimin hangi sosyal medya paylaşımını paylaşacağına karar veren bir irademiz bile var. Sanatçılar yalnızca belirli sınırlar içinde konuşabiliyorsa, yalnızca belirli görüşleri destekleyebiliyorsa, o zaman onların sesi kendi sesleri midir?
Sanat mı, Gösteri mi?
Mesele sadece bir menajerlik şirketinin hırsları değil. Mesele sanatın ruhsuz bir gösteriye dönüşmüş olması, bağımsızlığını yitirmiş olması ve “kamuoyunu yönetme aracı” haline gelmiş olmasıdır. Bugün dizilerde, filmlerde ve sahnede gördüğünüz şeyler gerçekten sanat mıdır, yoksa belli ideolojilerin ve güç odaklarının önceden tasarladığı bir projeksiyon mudur? Sanatçı özgür değilse sanat da özgür değildir. O zaman sorulması gereken soru şudur: Sanatın konu olduğu bir toplumda mı yaşıyoruz, yoksa güçlüleri memnun eden gösterilerin sergilendiği bir fuarda mı? Birileri bizim adımıza düşünecek, bizim adımıza seçim yapacak ve bizim adımıza konuşturacaksa, o zaman sanat bitmiştir; geriye sadece güçlüleri memnun eden gösteriler kalmıştır.