Film boyunca gerçeğin ne olduğunu sorguladım;

Yaşamsal anlamda gerçek neydi? Özlemek, yemek yemek, açkalmak, uyku, uzaklaşmak, yakınlaşmak ve hepsinin toplamında hissettiklerimizdi belki de gerçek; Ama yok, yine olmuyordu; Her sahnede, her cümlede yarım kalıyordu bir şeyler;

İkisinin karşılaşması bir yolunda ortasında oldu. Ve bundan sonrada hep yolların ortasında karşılaştılar. Kök saldıkları köprüye ulaşmalarını sağlayacak yola bu kapıdan gireceklerdi ama önce o gençadamın kendini asfalta atması ve bacağının üzerinden umarsız bir sürücünün elinde 'hayat' bulan arabanın geçmesi gerekiyordu geçti de;

O kadın yaklaştı yanına; Günden güne gözlerini kaybetmekte olan bir ressam! Kimse onun bir albayın kızı olduğunu bilmeyecekti ta ki duvarlara ondan bahseden kayıp ilanları yapıştırılıncaya kadar.

Köprüde zoraki bir aşk doğdu. Kadın onu hiçbir zaman sevmedi ve sevmeyecekti. Çünkü o bir sanatçıydı, her an her şeye ve başka birine aşık olabilecek kadar sanatçı. Hiçbir şey ona ait olamazdı ve o hiçbir şeye ait; Sadece o duyguları yaşamaya ihtiyacı vardı içindeki yaratımlarını somutlaştırmak için. Sevmesi gerekiyordu, sevilmesi, itilip kakılması, hasar görmesi. Ve gördü de.

Alex ona yol açma görevini üstlendi ve ona aşık oldu, böyle bir kadına kim olsa aşık olurdu ama ya kadın? Zaman istedi; Alex`i Denis Lavant canlandırıyor. Gördüğüm göreceğim en korkunçoyuncu. Organik Quasimodo! Bu film için fazlaydı bence hem de çok. Çok dikkat dağıtıyor. Çok güzeli de işin tadını kaçırırdı ama bu da kaçırmış bana göre. Aslan adam gibi bir şey!

`height=

Bu zaman içinde restore sürecinde olduğu için insan ve araçtrafiğinin olmadığı köprü Alex ve (Daniel Buain) köprünün 'tek sahipleri' ve Daniel kadını köprüde istemiyor. Ona göre bir kadın sokakta yaşayamaz. Bunun asıl nedenini ne kadın ne de Alex anlamıyor ta ki bir gün adam ve kadın yalnız kalana kadar. Eşini ve çocuğunu kaybetmiş aciz bir adam görüyoruz. Şunu not etmem gerek oyunculuk performansları harika. Özellikle filmin ilk sahnelerindeki insan yığınları ve kavgaları, kimsesizlikleri çok iyi işlenmiş.

Oyunculuk eğitiminden sonra işin açıkçası sahnelere ister istemez teknik bakış açısıyla bakıyorum ve zaman zaman aynı filmi iki kez farklı duygularla izlemek zorunda kalıyorum. Örnekse eğer aynanın karşısında sadece kendinize bir şiir okusanız bile, her kelimeyi ağzınızdan manası ile çıkarmanız gerekiyor. 'Su' kelimesi mesela; Sadece su deyip geçemezsiniz, suyun her halini hissetmeniz gerekiyor. Ve bu ilk sahnelerdeki resimler bu açıdan fevkalade güzeldi.

Alex ressam kadın için mücadele etmeye başlıyor ve bu esnada ona aşık oluyor fakat aşkla beraber bencillik de geliyor. O sadece Alex`in olmalı! Kadının kalan tek gözü de gittikçe kötüleşmeye başlıyor. Bir müzede gördüğü resmi son kez görmek istiyor ve bu isteğini Daniel gerçekleştiriyor.

Müze; Ve Daniel`in omzunda elinde mumla duran bir kadın.

İki saatlik filmde çok güzel nüanslar yakalayabilirsiniz. Sıradan romantik film bekleyenlere önerilecek bir film değil. Malum Fransız filmleri biraz düşünsel öğeler içerir ve birçok izleyici ilk onuncu dakikada kapatır. Hangi sinema derseniz ben düşünmeden Avrupa derim, gerisi de beni pek ilgilendirmiyor. Neyse ki bizden de bir Nuri Bilge Ceylan çıktı.

Zaman zaman vahşice yaşıyorlar duygularını;

İki saatlik film değil bir sayfaya iki sayfaya da sığmaz fakat âdetim gereği yine yarıda bırakacağım. Sizden tek isteğim film boyunca hem benim hem de kendiniz için yaşamsal gerçeğin ne olduğunu düşünmeniz. En saf haliyle bunu düşünün. Ne adamın kadına bakışları, ne de kadının tavırları, ne kafayı çekmeleri ne de havai fişeklerin gösterisi; Gerekiyorsa filmin sonunda siz de bir köprüden suya atlayın ve ardından bir gemiye binip Atlantik`e gidin ama lütfen dediğimi düşünün.