Eşimden ayrıldığımda ruhen her şeyim normaldi; Yeni evime yerleşmiştim. En son yeşil duvarlarıma tablolarımı asmış ve kendi etrafında dönüp eteklerini izleyen bir kız çocuğu gibiydim; Her şey güzel olacaktı ama olmadı! Yeni hayatıma alışamıyordum; Bir şeyler ters gidiyordu ama ne? Terk edilmedim, üzülmedim ya da başka bir şey yani beni çıkmaza sokacak her hangi bir şey yoktu görünürde. 
Anneme gidip kalıyordum durmadan, evime alışamamıştım bir türlü, yazmam gereken kitaplar vardı ve tüm gün ve gece sadece duruyordum öylece duruyordum işte. En sonunda psikiyatr kuzenimi aradım 'bana bir ilaçver' dedim sadece! Aldığım cevap hiçhoşuma gitmemişti 'abla senin bir şeyin yok şu an yas dönemindesin. Biz her tülü bitişin/yok oluşun ardından geçirilen birkaçaylık zamana yas dönemi diyoruz' dedi. Tatil önerdi, kafelerde kitap okumak, evde değil farklı mekanlarda yazmak vs; Neyse birkaçay sonra normale dönebildim!
Şimdiyse yeni bir yas dönemi içindeyim 9 yaşındaki kedim vefat etti. Hiçbeklemediğim bir şeydi hoş ölüm hiçbir zaman beklenmedi ve beklenmeyecek; 100 yaşındaki bir ölüm de belki 'erken' olarak nitelenecek.
Ah Sütlaç, sevgili Sütlaç;
Martılar gibi uçup çığlık mı atmalı yoksa kendimi mi kırbaçlamalı üzüntümü ezip yok etmek için. Soluk alıp verişlerindeki anormalliğin sebebinin tespit edilmesi için hekime gittiğimizde 'durumu kötü' cevabı aldım. Minik ciğerleri yetersizdi artık. Ve o bu günkü strese yenik düşmüş, kollarımda can vermişti minik Sütomuz.
O sadece benim değil, komşuların da sütosuydu en çok da annemin. Tam bir kucak kedisiydi. Karl Lagarfeld`in kedisi kadar mutluydu; O kadar mutlu yaşıyordu ki, ettiğim dualardan biri de 'dilerim kollarımda ölürsün';
Böyle dua mı olur demeyin çok sevince olur. Kedi sevmeyenlere bile kedi sevdirmeye başlayan bir kedi oldu hep Sütom. Cennet`ten gelmiş gibiydi ve talibi çoktu. Hatta çalındığı da olmuştu! 
Bana yazı yazdırmazdı kucağıma atlamaktan. Hep onu seveceksin, sadece onu! Klavyeyi tuşlayan parmakların sadece onun başını okşayacaktı, gözlerin ekrana değil onun kocaman gözlerine bakacaktı sadece. Kucağımda hareketsiz kalınca hekim onu masaya bırakmamı rica etti. 'Nasıl yani' dedim. O sırada minik kalbine masaj yapılıyordu ama buna cevap vermedi. 
Hekim beni nazikçe ofisine alırken içimden geçen tek kelime 'öldü mü?'
Yaşayan ne vardı ki? Ben mi? 
İkram edilen teselli çayını nasıl içtiğimi hatırlamıyorum masada cansız yatan Sütoma bakarken; Yanağımda kuruyan gözyaşımın verdiği gerginlik hatırlatıyordu olayın ciddiyetini. 
Nazikçe alıp sepetine yerleştirdik. Robot gibi eve gittik. Minik cenaze bahçedeydi. Bahçevanımızı çağırdım. Küçük bir çukur kazdı. Son kez öptüm tatlı Sütomu ve toprağa koydum; Ü zeri örtülürken devasa hiçliğimi ve yokluğumu hissettim. 
Ve o koca gözlerini hiçunutmayacağım
Beslediğim kedilerin haddi hesabı yok ama sanırım sen son aşkım olarak kalacaksın
Haşlanmış ciğerlerin buzlukta duruyor hepsini eşin Pamuk hanım yiyecek merak etme
Mutfak setine çıkıp kıymayı jelatiniyle götürdüğün günü de unutmayacağım.
Ah o son bakışını, 
Hayata tutunma çabanı
Kapıyı çalışını
Haşlanmış mısıra olan aşkını
Tabi ya fırçaların, tarakların;
Seninle yaptığımız uçak yolculuğunu.
Kucağımızda uyumalarını
İstediğim gibi gittin.
Mutluyum aslında ve üzgünüm gittiğin için.
Yeni bir yas döneminin perdeleri açıldı
Bu sefer ki çok anlamlı çünkü elimden kayıp giden bir melekti.
Hayatımda toprağa diktiğim ilk ve belki de son çiçek sensin benim beyaz ortancam.