Alman felsefesinin 20. yüzyılda yetiştirdiği büyük şahsiyet Martin Heidegger varlık ve varoluşu gözlediği, araştırdığı, sorguladığı felsefe galaksisinden şiir galaksisine o her zamanki evrensel ciddiyetiyle bakarken bir kâinat senfonisini bestelemek diye yüceltilebilecek bir konumdadır da. Şiir ve felsefeyi onun kadar yakınlaştırılmış olarak çok az filozofta bulabiliyoruz. Avrupa`da şiir düşüncesinin büyük toparlayıcısı dengeleri kurma yolunda en ufak bir tâviz vermeksizin, süflî olan ne varsa dışarda bırakan T.S. Eliot`un, özellikle II. Dünya Savaşı`ndan sonra birbirinden çok değişik bünyelerde olan bir çok Avrupa ülkesinde şairleri etkilediği bugün artık popüler olmuş bilgiler arasındadır. Avrupa`dan öteye Yunanistan, Türkiye, Mısır, Suriye, İran, Pakistan, Hindistan, Japonya [Çin`den emin değilim], Endonezya, Malezya şiirinde, kimi Afrikalı şairlerde kesin etkileri vardır. Bunlar görülür. Belirtilir. Bütün bu ülkelerde [Yunanistan`ı bir Avrupa ülkesi olarak göstermemek gibi bir ara-sonuçsanki doğdu. Bu doğal. Çünkü bu dönem dönem hissedilmiş, üzerinde düşünülmekle birlikte yoğunlaşılmamış, mümkün bir bakış açısı sanırım oluşmaması için dikkat sarfedilmiş bir konudur] Modern Şiire cesaret Eliot merkezli saydam fikirler sayesinde oluşmuştur biraz da. Elbette bütün bu gelenek yoğun edebiyatlarda klasik şiir ertesinde serbest şiire geçilecek oluşunun gözlenebilir süreçleri bulunmaktadır. T.S. Eliot bir katalizör etkisi yapmıştır diyebiliriz.
Heidegger evrensel özellikte düşünen bir filozof olduğu halde, şiir sanatı üzerine o son derece ufuk açıcı yaklaşımlarında, şiirden örneklemeler yaptığı zaman hep Alman şairlerini açımlamaktadır. Benim gibi başkalarının da dikkatini çekmiştir sanıyorum bu durum. Heidegger ta Ortaçağ`ın önemli şairlerine varıncaya dek kendi ulusunun yetiştirdiği adamlarda yoğunlaşır. Enteresan bir şey, diyebiliriz. Aslında doğal mı doğal. Ne var ki, bu çağda, Almandan gayrı toplumların değerlerine bunca ilgi duymamak biraz çelişik değil mi? Sorunun istediği düşünme sürecini kullanmaz isek, vereceğimiz cevap, kendi zihnimize, evet, çelişik oluyor, olmaya mahkû m görünüyor.
Doğrusu bu mesele üzerinde epey bir müddet kaldım Heidegger`in başka toplumların çıkardığı büyük şair-odaklarını görmezden geldiği sonucuna varamadım. Nitekim Fransız Rene Char ile mektuplaşmışlardır. Böyle bir sonuca varmak hedefim de olamazdı zaten. Peki neden Novalis, Goethe, Schiller, Heine, Rilke ve daha birçok Alman? Kendi toplumunu, insanını eğitmek gibi yalın ve yüce bir ereği olmasın? Olgu bundan ibarettir, dersek şaşırmayınız. Hatta yadırgamayınız. Eliot da, İngiliz şairlerinde yoğunlaşır. Doğaldır bu.
20. yüzyılın bütün sorunları gerilerek, için için kımışlanarak giderek vehametlenen 21. yüzyılda köşeli parantezler kullanıyoruz galiba. Fakat insanın oluşum çizgisi bitmez. Şiir, özünde Hakikatçıdır. Felsefe de Hakikate yönlenmek istiyorsa Şiirden bağımsız durmaktan vazgeçmelidir. Burada, tam bu noktada Heidegger`in kendini &ndash felsefeyi irdeleyen, yer yer sorgulayan bir Düşünür olarak nitelendirdiğini ekleyelim. Şiir ve Felsefe, Hakikate doğru olmak zorundalar. Bu iki hareket evrensel bir mücadelenin ta kendisi, buna inanmak, bunu görmek gerek.
Şiir için şu söylenebilir, çok depremli Batı uygarlığında, şiir de bir varlık olarak yitimler yaşamaktadır, en baba Batı ülkelerinde şiir, duraklamıştır. Bu kesin. Fransa, İngiltere, Almanya`da durum budur. Amerika Birleşik Devletleri ise Nobel kurumundan hiçbeklemediği bir darbe yedi. Dediler ki, Kuzey Amerika şiirindeki tıkanmış lirizme bir canlanma getirdiği için ödül Bob Dylan`a tevcih edilmiştir. Bob Dylan ise bundan hiçmi hiçmemnun olmadı. Şairler dururken neden bir folk şarkıcısı olan bana? Diyerek protestosunu ortaya koymakta tereddüt etmedi. Derin skandaldı doğrusu.
Heidegger`i Yahya Kemal`in 'kendi gökkubemiz' imgesiyle birlikte kavramak taze birşey olur. Çünkü Heidegger 1951`de Fransız-Alman Kömür Birliği kurulduğu zaman, birden bire 'geleceğin uygarlık hamlesi Batı Avrupa`da, dikkat edilirse bütün Avrupa demiyor, görülecektir' demiştir, verdiği bir röportajda.
Türkiye`de bazı çevrelerin işine gelmemektedir ama Sezai Karakoç`un medeniyetler üzerine hem tarihteki hem günümüzdeki medeniyetler üzerine yaptığı tespitler ve koyduğu teşhisler, nitelik ve kapsamlar bakımından bu çağın en geniş ve en derinlemesine fikir çalışmaları olmuştur. Halep ordaysa, arşın burada. Bu deyimi niçin kullanıyoruz, maalesef bizim toplumumuzda apaçık bir 'bizden büyük adam çıkmaz, Avrupa ve Amerika düşünürleri bizden çok üstündür' kompleksi hâkimdir.
Peki, bundan kurtulmanın bir çaresi yok mudur? Olmaz mı, vardır elbette. Lâkin çare aramaya niyetimiz var mı? İşte o şüpheli. Neden şüpheli? Şuna ne dersiniz: Türkiye`de ve diğer İslâm ülkelerinde fikir hayatına, edebiyat hayatına, hiyerarşik bakma disiplini I. Dünya Savaşı`ndan sonra kalmamıştır. Bir de şu var: akademi katında olup biten gelişmeleri kıvançla incelemek bakımından bir darlık, hâkim otorite ne der ruh durumu bulunduğunu görmezden gelmemek gerekiyor. Sözün burasında beş yıllık bir emek sonucu yazılmış bir kitabı gençlerimize salık vermek isterim: Temel Hazıroğlu`nun Yüceliş/Yeni bir Dünya Mümkündür unvanlı çalışması Türkiye`de fikir ekollerine kronolojik bir yetkin bakışla sonuçvermiştir. Gençkızlarımızın da düşünce akımlarını zevkle izledikleri günümüzde, bu eser yarınlara atılacak bir köprü demektir. Toplu bakış, insan doğasının da beklediği bir şeydir. Hazıroğlu, 2016 yılından beri Marmara Ü niversitesi Orta Doğu ve İslam Ü lkeleri Araştırmaları Enstitüsünde yüksek lisans öğrencilerine misafir öğretim görevlisi olarak ders vermektedir. Bu kitap, 1960`tan beri sağ düşünceyi kasten görmezden gelme kötü niyetine de bir güzel cevap olmuştur. İyi okumalar.