Dışarıda itibar bulmak için ille de hakiki bir edebiyat adamı olmaları gerekmiyor kimilerinin.
Yeter ki çalışkan olsunlar!.. Edebiyat denilen ulvî değer ile yaratılmışların en şereflisi olan insan arasındaki bağ onlar için hiçde bağlayıcı görünmüyor. Çalışkan iseler yani kendilerini himaye edecek olan yayıncılık ortamının onlardan beklediği kitap yazma sürecine uygun iseler, birkaçyıl ara ile yeni bir kitap kotaracaklarsa, 'dağıtım' aracılığı ile o yazar yükseltilecek demektir.
Belli yayın organlarının varlığı ve adı çevresinde önceden anlaşmış oldukları yazar tipinden söz etmiş oluyoruz.
Böyle olunca, toplum hiçe sayılmış demektir. Hakikilik, sahihlik onlar için hiçmi hiçdeğer taşımaz. Onların hedefi asıl edebiyat yerine kendi edebiyatlarını toplumun gündemine lök gibi oturtmaktır.
Hikâye sanatı eğretiliği kaldırmayan bir türdür. Şiir zaten öyle. Kötü şairler hakikî şairlerin değerinin fark edilmesine yararlar. Hakiki bir öykü bizim içimizde bir rüya memnunluğu uyandırır. Ben buna 'hikâye tadı' demiştim bir yazımda, daha sonra aynı ifadeyi kullananlar oldu.
Roman için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Roman eğretiliği kaldırıyor çünkü. Nedense bu böyledir! Hiçkimse 'ya, bana ne romandan bunca dert dururken' demesin. Roman önemlidir. Sinema da önemlidir. Bunlar hayatımızın içindedir. Onları görmezden gelemeyiz. Kafa yormalıyız.
Orhan Pamuk Türk edebiyatında roman boşluğundan yararlanan bir prototiptir. İlk kitabı Cevdet Bey ve Oğulları`nı okuduğum zaman roman yazmanın sosyal şartlarına sahip biri olmadığını düşünmüştüm. Nitekim varlıklı bir aileden geliyormuş. Geçim sorunu olmadığı gibi, irad gelirleri onu 24 saat yazacağı ile haşır neşir olmasını sağlayacak düzeyde olduğu, kendisiyle yapılmış bir konuşmadan anlaşılmış idi. Hangi dergi olduğunu hatırlamıyorum şimdi.
Geçmiş yıllarda onu sık sık ekrana çıkaran bir kanaldaki şu sözleri karşısında canım fena halde sıkılmıştı. Şöyle diyordu Pamuk, kendisine sorulmuş biraz garipçe bir soruya cevap verirken: 'Yazarken toplumdan nefret ederim.'
Zaman içinde ortaya çıktı: Orhan Pamuk aslında kendi kendini ihbar ediyormuş meğer.
Bir romancı toplum ile haşır neşirlik içinde olması gereken bir insandır. Biz Türk edebiyatında, toplumla arasındaki o olmazsa olmaz mesafeyi koruyan, fakat insanını içten seven hikâyeciler biliriz. Sait Faik bunun en canlı örneğidir. Sabahattin Ali, Memduh Şevket Esendal, Tarık Buğra, hikâyeleri ile olsun romanlarıyla olsun, biziz. Necip Fazıl`ın 1928Wde açtığı hikâye çığırına bakınız, yine aynı şey. Bu yazarlar için bizdendir demek bile bir gaf olur. Biziz.
Fakat ecnebi duruş tonuna çok önem veren içeride ve dışarıda bu olguya çok önem verilen Orhan Pamuk öyle değil. Aslında kendisi bunu önemsemiyor. Tam tersine, o bunu kullanıyor. En son bir İsviçre gazetesine dedikleri, özüyle kasıtlı, üslû pta da kötülüğü temsil edici. Gerçek bir sanatçı bunu kendine yakıştıramazdı. 'Türkler 1 milyon Ermeni`yi ve 30 bin Kürt`ü öldürdü' demesi ona verilen bir görev olsa gerek.