İstanbul’da ilköğretim okulları, liselerin büyük bir bölümü tarihi şahsiyetlerin paşaların, bilginlerin, şair ve yazarların ismini taşıyor. Ne acı bir gerçektir ki, aynı okulların öğrencileri bu zatlar hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyorlar. Hatta öğretmenlerin ve idarecilerin de, -çok azı müstesna- bu konuda yaya kaldıkları, acı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bunları âfâki sözler olarak değil, kısmen olsun tecrübeye dayanarak söylüyorum.
Bir gün, belediyenin kültür müdürlüğü benden Beykoz’daki Fatin Hoca İlköğretim Okulu’nda konuşma yapmamı isteyince, doğrusunu söylemek gerekirse memnuniyetle kabul ettim. Böyle tarihi bir simanın adının verildiği okulda sohbet yapacağım için mutluluk duydum.
Konuşmaya başlar başlamaz, öğrencilerin Fatin Hoca’yı tanıyıp tanımadıklarını merak ettim.
Maalesef yönelttiğim sorulara doğru cevap veren tek bir öğrenci bile çıkmadı. Bu büyük astronomi bilginimiz için kimi, okul binasını yapan müteahhit dedi, kimi Beykoz eşrafından bir zat olduğunu söyledi, kimi de eski Milli Eğitim Bakanlarından biri olduğunu iddia etti.
Tabii ki, bu arada, konferansı dinlemeye gelen bazı öğretmenlerin salonu usulca terk ettiklerini de gördüm. Bir kere daha anladım ki, ilim ve kültür dünyamızın pırlanta isimlerini yeteri kadar tanımıyoruz, işin daha da garibi, tanımak için gayret de göstermiyoruz. Her neyse, bu hamur daha çok su götüreceği için isterseniz, kahramanı yine Fatin Hoca olmak üzere konuyu değiştireyim:
Bir akşam kütüphanemdeki minnacık kitaplar bölümünü karıştırırken Serdengeçti Neşriyatın 41. eseri olarak yayımlanan ufacık bir eserle karşılaştım. Merhum Osman Yüksel Serdengeçti’nin bu kitabı, kim bilir nerede ve ne zaman elime geçti. 'Abdülhamid Anlatıyor' başlığıyla kaleme alınan yazıları okumaya başlayınca -doğrusu- ben kendimden geçtim.
Geleceği sağlam temeller üzerine kurmak için, geçmişi çok iyi bilmenin lüzumuna bir kere daha kanaat getirdim. Hele hele Osmanlının son dönemini çok iyi tahlil etmek gerekiyor. Dört başı mamur bir siyaset dehası olan İkinci Abdülhamid -ne yazık ki- bugün bile gerçek şahsiyetiyle, hakiki mahiyetiyle tanımıyor, bilinmiyor. Sanki Birinci Abdülhamid’i çok mu iyi tanıyoruz. Neyse;
Efendim, merhum Osman Yüksel Serdengeçti, sözünü ettiğim bu kitapçıkta, konumuzla ilgili şöyle bir hatırasına yer veriyor:
'Hiçunutmam. İttihatçıların ileri gelenlerinden ve o zamanlar Abdülhamid’i hal için evinde toplantılar yapılan Rasathane müdürü merhum Fatin Hoca, Konya mebusu (millet vekili) iken Ankara’da Cihan Palas’ta kalıyordu. Fatin Hoca Aksekilidir ve merhum pederimin yakın dostudur. Rahmetli beni de çok severdi. Kendisini sık sık ziyaret ederdim. Biz o zaman Ankara’da komünizm aleyhine büyük bir nümayişe, talebe hareketine katılmıştık. Ben bu hareketin ele başlarındandım. Hoca bu hadiseler üzerine heyecanlanmıştı. Gençliğimde ben de böyle idim’ diye sözü başladı.
Selanik’ten Hareket Ordusu’nun İstanbul üzerine yürüyüşünü, Abdülhamid’in hal edilişini anlattı.
Ve içini çekerek devam etti: Aman aldatılmış olmayın bizi de vaktiyle Abdülhamid aleyhine kışkırtmışlardı. Gençtik heyecanlı idik, Namık Kemal’in şiirleri bizi teshir etmişti. (Etkilemişti) Abdülhamid’i devirdik. Saraydaki evrakın, dosyaların tetkikine bizi memur etmişlerdi. Her şeyi inceden inceye tetkik ettik. Biz de onu Harbiyelileri, Bahriyelileri denizde boğduran, gaddar zalim bir müstebit zannediyorduk. Gördük ki Koca Sultan bütün saltanatı devamınca yalnız iki kişinin ölümüne imzasını koymuş. Sonradan meydana gelen hadiseler Sultan Hamid’i teyit, bizi ise tekzip etti.'
İsterseniz hüküm cümlemizi bir kere daha tekrarlayalım: Şefkatli ve insaflı bir hükümdar olan İkinci Abdülhamid’in, en büyük talihsizliklerinden biri de üstelik birinci safta bulunan çağdaşları tarafından yeteri kadar anlaşılamamasıdır. Uzun söze ne hacet, onu devirenler, gurbet illerinde birer birer devrilmekten kurtulamadılar.