'Derinlemesine düşünülmemiş, taklitle, sathî heveslerle kabul edilmiş olan şey, çabuk unutulur.' Marcel Proust`un bir sözü. Önemli bir Fransız romancısı, 'Yitik Zamanın Peşinde' genel başlığı altında bir nehir-romanın ünü büyük yazarıdır Marcel Proust.

Derinlemesine düşünmek derken, günümüzde ilköğretim okullarındaki mantık geliyor gözümün önüne. Çocuklar tuhaf bir izolasyon içerisinde tutulurlar. Eğitim sistemimiz, bir türlü ideal biçimi üzerinde karar kılınamayan Öğretim problemimiz yüzünden, çocuk için düşünmek nedir pek üstünde duran bir Eğitim sayılamaz. Nice veli düşünmenin okuldaki çocuğu için engelleyici ya da ayartıcı olacağına inanmıştır. Çocuk için şiir, hikâye okumanın ne gereği var diye düşünen anne babalarımız az değildir. Yanlış öğretim velileri bile etkilemiş demektir.

Bırakınız çocuklar şu edebiyat denilen insanî oluşumdan nasiplensin. Onları mahrum etmeyelim.

Şiirden, hikâyeden tad almayan, anlaşılmaz bir nefse güven sergisi halinde, evet rastlanmış bir olaydır: 'Şiirden hoşlanmam' diyen bir edebiyat öğretmeniyle karşılaşmıştım ben inanır mısınız? 1980`lerin başında Galatasaray Lisesi`nde edebiyat öğretmeni idi.

Edebiyattan hazetmeyen Türkçe öğretmenleri, resim sanatının sanatçıdaki içdünya boyutları ile ilgi kuramamış resim öğretmenleri, müzik de öyledir, Türkiye`de gençnesilleri bir anlamda boğuyorlar. Elbette tüm öğretmenleri kapsamaz bu vurgulayışımız, fakat gerçek budur ve acıdır.

Düşünmekten haz almak diye bir şey var mıdır bu hayatta? Önce bunu düşünmek gerek. Bakınız:

'Düşüncenin tadı tazeliğindendir. O, ancak doğuşunda zekânın işleyişi içinde canlıdır. Onu, taşıdığı yenilik esprisiyle tadar, severiz.'

Kanlı-canlı, dostça bir düşünüş işte. 20. yüzyılın olumlu düşünürlerinden M. Blondel`in bir cümlesi. Nurettin Topçu Blondel`in talebelerindendi.

Jean Guitton ise pek neşeli bir ifade ile bakınız ne demiş:

'Düşünceyi tahrik eden yazarlar vardır. Herkes kendine uygun birini bulmalıdır.'

*

Okumanın önemini inkâr etmeyen fakat az okuyan insanlar tanırız. Onlar, taşıdıkları zekânın işleyişi üzerine kafa yormazlar aslında. İnsan, kendi içinde sürekli soru üreten bir sistemdir. Bu soruları, çevremizdeki insanlara tek tek soramayız ki!.. Hiçbir yerden katkı almadan, bir insan içindeki zalim soruların hepsine nasıl yetişsin? Nasıl yetsin gücü?!..

Okumaktır, izlemektir, sohbettir. Bizi o gereksiz yalnızlıktan kurtaracak olan. 'İnsan insanın kurdudur' diye Lâtince bir özdeyiş var ya, çekici geliyor ama insanî sayılmaz. Ezen Roma mantığından miras. Batıdan da bize sızıyor. Rachel Corrie başlıklı şiirimde şu dizeler de vardır:

                      İnsan insanın kurdudur derdin baba

                      İnsan insanın yurdudur diyebilirdin baba

'İnsan insana dosttur' demeliyiz. Herkesi iyi, herkesi dost bilmek demek değil. O biraz olmaz da. Sağlıklı sayılmaz. Ama insan dostlarsız bırakılmamıştır da.