Fransa-İtalya yapımı olan 'başucu filmlerim' listesine alabileceğim bir film. Avrupa sinemasını ve birçok kişinin sıkıcı bulduğu gri ve haki rengin hâkim olduğu Fransız filmleri ise favorilerimin başını çeker. Bu film de o renklerden nasibini almış sayılır.
Filmde yaşamla ölüm arasındaki kadersel bağları görüyoruz. Hayattan elini eteğini çekmiş, insanlara güvenini yitirmiş ve kendini sevmeyen bir kadın, küçük yaşta hayatı sorgulayan bir çocuk ve entelektüel diyebileceğimiz mösyö Kakuro`nun hayata bakış tarzını ve birbirlerine dokunuşun hikâyesini görüyoruz filmde. Öte yandan filmde birçok kedi var. Muhtemelen ya senarist ya da yönetmen kediyi çok seviyor.
Küçük kahramanımız Paloma, babasının kendisine verdiği eski kamerayla kendi çapında film çekmeye başlar. Her gördüğü insanı filme alır ve kendi analizlerini de eklemeyi ihmal etmez. En sonunda sıra apartmanın kapıcısına da gelir. İşte klasik bir Fransız filmi sadece apartmanda yaşanan ve apartmanın önünde trajik bir şekilde son bulan bol ödüllü bir film.
Kapıcı kadın 55 yaşında ve 15 yıldır duldur ve bir kedisi vardır. Umutsuzdur fakat mösyö Kakuro ve Paloma ona umut verir. Hayata herhangi bir anlam yükleyemediği için intiharı kendine hedef seçmiş olan Paloma`ya ise umudu Reneé Michel verir yani kapıcı kadın.
Filmde bir de Japon balığı vardır. Öldü zannedilip tuvalete atılan ama onca boka ve sidiğe karşın birinci kattaki tuvalette hayata tutunan turuncu renkteki o balık hayatına kapıcının sürahisinde devam edecektir bu da filmin özeti gibidir aslında.
Kadersel karşılaşmaların vurgulandığı ve çok trajik bir sonla biten bu filmi Avrupa sineması severlere öneriyorum. Sakin ama kendi sakinliği içerisinde fırtınalar yaşatan harika bir film. Tıpkı kapalı anlatımıyla baş döndüren bir şiir gibi.