Her ölüm tartışılır; Her ölü için kavga edilir
'Her canlı ölümü tadacaktır' sözü ilahi bir hakikat; Kuran-ı Kerim`de hemen ardından gelen ayette ise 'Sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz' ifadesi yer alıyor; Elbette bu dönüş bir hesaba çekilmenin, dünya hayatının hesabını vermenin uyarısıdır. İnananlar için bu hakikatın tartışılabilir yanı yok. Nasıl hesaba çekileceğimiz, ne şekilde ödül veya ceza alacağımız elbette yoruma açık. Ayrıntılara girdikçe yeni meseleler ortaya çıkacak ve tartışma da alevlenecektir. İşte tam burada tartışma boyutunu biraz açmam gerekiyor.
Çok sevdiğim bir söz var ve bu da bir hakikat, 'Her ölüm yalnız ölümdür.' Doğrusu ölümün de, ebedi aleme yolculuğun da yalnız yapıldığını ve hesabın da tek başına verildiğine de işaret ediyor. İlahi adaletin karşısında tüm ölümlüler eşit yargılanacak;
Peki 'Her ölüm tartışılır' derken güncel bir doğruyu mu gündeme getirmeye çalışıyorum. Ne üzücü ki, son yıllarda her ölüm bir tartışmayı, kavgayı ve çatışmayı beraberinde getiriyor. Yaşarken tüketemediğimiz farklılıklarımızı ölünün ardından yarıştırıyor ve yeni bir kavganın fitilini ateşliyoruz. Ölüleri yarıştırıyor, ölüler üzerinden ayrışıyor, yine ölülerin arkasına sığınıp ateş ediyoruz.
Tanınmış bir ismin ebedi aleme göçetmesini sükunetle karşılayamadığımız gibi kavga etmeden uğurlamayı da beceremiyoruz. Daha bedeni toprakla buluşmadan hesaba çektiğimiz ölülerimizi siyasi duruşumuza göre ya cehenneme ya da cennete yolluyoruz. Yaradan adına karar verme yetkisini elimize alıp iyilik ve kötülük dağıtıyoruz.
Son olarak kanser hastalığına yakalanarak 21 yaşında hayatını kaybeden Neslican Tay için bu kavgaları ettik. Ü çdefa kanseri yenen ama dördüncü defa yakalandığında maalesef bunu başaramayan ve kanserle savaşını kaybeden gençkızın ardından yazılanları utançile açıklamak bile hafif kalır.
Kimimiz kıyafetini, kimimiz mesajlarını, kimimiz inancını, kimimiz de muhteşem güzel gülüşünü sorun etti. Sadece 21 yıl misafiri olduğu hayata veda eden bir kızı kendi haline bırakmayı dahi beceremedik. Akıl verdik, ders verdik, haddini bildirdik, hatta nasıl öleceğini bile öğrettik.
Usta bir şairin sorusunu değiştirerek hatırlatmak istiyorum, 'Sen hiç21 yaşında öldün mü?' Bir başkasının acıları üzerinden konuşmayı bu kadar kolay başarabildiğimiz için büyük utançduyuyorum. Ölümle mücadeleyi bu kadar konuşulabilir ve öğretilebilir gördüğümüz için öfke duyuyorum. Bitmeyen siyasi kavgalarımızı, yaşam tercihi mücadelelerimizi, inançtemelli çatışmalarımızı, din için savaşımızı bir tarafa bırakıp, ölümler karşısında sessiz bir duruşu ne zaman başarabileceğiz çok merak ediyorum.
Yoksa bu topraklarda ölüm de mi kollektif bir faaliyet?.. Ya da her ölüm bizim sahip olduğumuz değerlerle bir meydan okuma mı? O yüzden mi her ölünün ardından söz söyleme hakkını kendimizde görüyoruz, her ölüm yolculuğuna yoldaş oluyoruz?..