İncelenen Kitap: TÜ RKİYE`NİN MAARİF DAVASI &ndash Nurettin TOPÇU

1909 - 1975 yılları arasında yaşayan fikir adamı ve akademisyen Nurettin Topçu, gerek zikrettiğimiz sıfatları gerekse bu alanda yazdığı kitap sayısı itibariyle Türkiye`de sosyoloji denince ilk akla gelen isimlerden biridir. Yazdığı kitaplara verdiği 'Büyük Fetih, Ahlak Nizamı, Kültür ve Medeniyet vb' üst perdeden isimler ister istemez alana ilgisi olanlarda merak uyandırır. Biz de bu dürtüyle yola çıkıp, 'Türkiye`nin Maarif Davası' nı okumaya karar verdik. 

Nurettin Topçu yaşadığı yıllardaki eğitim sistemini açık ifadelerle eleştiriyor hatta reddediyor. Fikirlerinin olgunlaşmasına giden süreci adım adım takip edip eleştirilerinin odak noktalarına dikkat ettiğimizde görüyoruz ki 40-50 yıl öncesiyle günümüz eğitim sistemi arasında pek bir fark yok. Hatta yazarın öngörülerinin gerçekleşmekte olduğunu ve sistemin daha da kötüye gittiğini görüyoruz. 

Kitaptan alınan şu ifadeler özet niteliği taşıyor. Ve kitabın yazılma gayesini ortaya koyuyor denilebilir 'Kendimiz için yepyeni bir maarif sistemi kurarak işe başlamalıyız. Bu maarifin ilkokuldan üniversiteye kadar bütün basamaklarında bin yıllık millet iradesiyle bin dört yüz yıllık millet karakteri yaşatılırsa bizim olacaktır. Bugünkü mektebin dışında barınan yıkıcı kuvvetler onun kurucu gücünün kat kat üstündedir. Gazete, radyo, çeşitli dernek çalışmaları, kontrolsüz ve boğucu neşriyat, sinema, Batı`nın zehirli akımları, fitne temeline dayanan particilik, lüksün ve tekniğin pençesine takılı sayısız ve sınırsız hırslar millet mektebi kurmaya ve bir millet maarifi kumaya engeldir. Millet ruhunun sevgisiyle aramıza bunlar pusu kurmuş, varlığımıza saldırıyorlar ve adım adım millet maarifini kendi emirleri altına alıyorlar. Bugünkü maarif kaba tekniğin peşinde, Batı`nın zehirli akımlarına kapılarını açmış, Yahudiliğin oltası bir demokrasi anlayışının kurbanı zavallı bir kurumdur. Topluma verecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Aksine olarak o, toplumda kendini yenen ne varsa hepsine boyun eğmiş bulunuyor. Onun, toplumu arkasından sürükleyecek kendine özel iradesi yoktur.' Şeklinde sürüp giden düşüncelerin odak noktasında ve eleştirilerinin hedefinde, Batı`nın ilim, fen, kaba teknik ve bizim ruhumuza uymayan fikirlerinin alınması geliyor. 'Batı taklitçiliği, fikir evlat edinmeye benzer bir hareket tarzıdır. Edinilen evlat ne kadar iyi-güzel olsa da asla kendi bünyesinden doğan evlatla bir olmaz. Mekteb-i Sultani`yi (Galatasaray Lisesi) kuranlar 'Garba pencere açtık' demişlerdi. Bu işle başlayan Batı taklitçiliği bizi doğurucu kudretten mahrum bırakmıştır. Kuvvetli iradeler doğurur, zayıf iradeler ise taklit der.';   Nurettin Topçu ve düşüncesinin bu zikrettiklerimiz dışında kalan hatta hepsini saran bir özelliği daha var ki, bu bizi daha çok ilgilendiriyor. Mesela diyor ki 'Hakka götüren yol diye kendini hakikate adamak, gerçek mektebin yoludur.' 'Bizi Hakka götüren bir yol, aydınlığa açılan bir kapı lazım. Bu kapı mektebin kapısıdır. Bugünkü mektep insanın ruhunu yüceltmek için değil, makineye esir olarak midesinin saltanatını yaşatmak için açılmış kapıdır,' gibi cümlelerde kendini İslam davasına adamış, bu düşüncesine göre bir maarif sistemi tasarladığı izlenimi vermektedir. 

Yukarıdaki ifadeleri kullanan Nurettin Topçu, bu pencereden bakıldığında takip edilmesi gereken bir fikir adamıdır. Kitabın belki de yüzde 80-90`ı bu ideal, genel kabul görecek ifadelerle bezelidir. Diğer kitaplarına göz attığımızda da durumun çok farklı olmadığını görüyoruz. Fakat bizim işimiz ne körü körüne övmek ve yüceltmek ne de yerden yere vurmak değildir. Bizim gayemiz herkese ve her esere hak ettiği ölçüde değer vermek ve doğru tartmaya çalışmaktan ibarettir. Tek ızdırâbımız, az okuyan gençlerimizin, bindiği ilk kayıkla engin denizlere açılmasına engel olmaktır. Doğru ile yanlışı ayırt etmesine, muhakeme yapabilmesine bir nebze de olsa katkı sunabilmektir. Bunu yaparken izlediğimiz yöntem fikirlerimizi, yorumlarımızı olabildiğince geride tutup, yazarın kendi cümlelerine, düşünceleri arasındaki çelişkilere ışık tutmaktan ibarettir. Bu bakımdan, yukarıda ideal bakış açısı olarak gördüğümüz ve fikirlerini beğendiğimiz yazarın yine aynı kitapta yer alan şu fikirlerini de dikkate almakta fayda görüyoruz.  Çok güzel görünen bir tas çorba, içine katılan bir damla zehir yüzünden insanı öldürebilir. Ve zehri veren bunu şırınga ya da aleni olarak kaşık ile vermeyi tercih etmez. En kolay ve geçerli yol, zehri bal ile sunmak, kötüyü iyilerin arasına gizlemektir. Bu açıdan bakıldığında aşağıdaki ifadelerdeki tehlike daha net olarak görünecektir Nurettin Topçu, 'Rabbinin sevgisiyle çarmıhta can veren Mesih`de bir delikanlıydı,' diyor bir yerde. Yani Hz. İsa`nın çarmıhta can verdiğini söylüyor. Oysa, Hz. İsa (a.s) ın akıbeti konusunda Kur an-ı Kerim in kullandığı ifade açık ve kesindir: Allah, onu aleyhindeki Yahudilerin elinden kurtarmıştır, onlar onu ne öldürmüş, ne de haça germişlerdir. Sadece onlar, tereddüde düşürülmüşlerdir. Nurettin Topçu`nun bunu bilmemesi kötü, biliyor da böyle yazıyorsa daha da kötüdür. Ayrıca,  II. Abdülhamit Hanın anılarında 'Benim halife ünvanım İngilizler için sürekli bir endişe kaynağıydı. İngiliz Dışişleri Bakanlığında Blunt isimli bir İngiliz ve Afgani adında bir şarlatanın işbirliği ile bir planın hazırlandığını keşfettim. Bu ikisi halifeliğin Türkler tarafından zor kullanılarak ele geçirildiğini ileri sürerek, Mekke Emiri Şerif Hüseyin in halife ilan edilmesini savunuyorlardı. Cemaleddin Afgani yi çok iyi tanırdım. Çok tehlikeli bir adamdı. Mısır da iken kendisini Mehdi ilan ederek tüm Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı önermişti,' diye tarif ettiği İslâm`ın özüne aykırı olan ırkçılığı savunan Şii asıllı Cemaleddin Efgani için 'İslam`ı içinden kucaklayıp kurtarmak isteyen Efganlı Cemalettin gibi mücahidi ölüm tehditleri ile memleketten kaçırdılar,' eleştirisi yapmaktadır.  

► Nurettin Topçu, isyan ahlakı teorisini açıklarken ideal tip olarak, 'Ben Hakkım' dediği için işkenceyle öldürülen tasavvufun meşhur siması Hallac-ı Mansur`u örnek aldı. 

►İslam`ın geleneksel ve resmi yorumlarıyla sürekli hesaplaşan Topçu`ya göre, tasavvuf düşüncesinin temeli vahdet-i vücud, ahlâkın en yüce mertebesiydi.[

►Topçu, Osmanlı`da İbn Rüşdcü Hocazade ile Gazalici Molla Zeyrek arasında yapılan tartışmayı felsefenin tutarsızlığını iddia eden Gazalici Molla Zeyrek`in kazanmasını, Müslüman yozlaşmasının miladı gördü.

►'; felsefe insanın inançlarına zarar verir çünkü sorduğu sorularla insanı şüphe ve inkârın çukuruna düşürebilir' sözlerine bir ömür karşı çıktı. 

Ve bu saydıklarımız Nurettin Topçu ile ilgili 'acaba' larımızı arttıran etkenlerden sadece birkaçı. Okuma yolculuğunda, zihnindeki tek bir 'acaba'ya dahi tahammülü olmayan 'gerçek okur' için bu kadar soru işaretinin ne ifade ettiğini takdirlerinize bırakıyorum. Ve N.Topçu ömrü vefa etseydi ve idealini gerçekleştirecek güce erişseydi maarifindeki mektebi hangi hocalara teslim ederdi? Sorusu sıcaklığını her daim muhafaza edecektir.