Hacimce küçük lakin hikayesi büyük bir camiden bahsedeceğim bu yazımda. Biz seyyahların piri Evliya Çelebi`nin büyük hikayesinin başladığı yer burası.
Ahi Çelebi Camii, İstanbul`un Fatih ilçesinin Eminönü-Zindankapı mevkiinde, İstanbul Ticaret Ü niversitesi`nin arkasında, Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağı`nın birleştiği köşede bulunur. Caminin 1480&ndash 1500 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir.
Caminin banisi, Osmanlı nın en parlak dönemlerine şahit olmuş Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yaşamış zamanının önde gelen doktorlarından olan Tabip Kemal Ahi Can Tebrizi`dir. Ahi Çelebi, ilk eğitimini babasından almış, Mahmutpaşa da bir dükkânda doktorluk yapmıştır. Fatih Darüşşifası nda baş hekimliğe kadar yükselmiştir. Doksan yaşında çıktığı Hac yolculuğunun geri dönüşünde rahatsızlanarak Mısır da vefat etmiştir. 1523 yılında Mısır da İmam Şafii türbesine defnedilmiştir.
Tezkiretü`l Ebniye`de Mimar Sinan`ın eserleri arasında adı geçen caminin ilk inşa tarihine bakıldığında bu pek mümkün görülmemektedir. 1539`da yanıp harabe haline gelen camiyi Mimar Sinan baştan sona onarmış ona yeni bir görünüm kazandırmıştır. Bu sebeple Mimar Sinan`ın eserleri arasına girdiği kaynaklarda görülmektedir. Aynı zamanda Evliya Çelebi de Ahi Çelebi`den 'Yemiş İskelesi nde helal malla yapılmış Mimar Sinan yapısı Ahi Çelebi Camii' diye bahsetmektedir.
Ahi Çelebi Camii`nin İstanbul folklorunda ayrı bir yeri vardır. On ciltten oluşan Seyahatnâme`nin yazarı Evliya Çelebi`nin gördüğü meşhur rüya bu mekanda geçmiştir. Evliya Çelebi başından geçen eskilerin deyimiyle 'beyne n-nevm ve l-yakaza,' yani 'uykuyla uyanıklık arasında' yaşadığı bu hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır:
'Yıl 1630. hicri takvimle 1040. Aylardan Muharremdi. Aşure gecesi Kur ân okudum, dualar ettim. Peygamber Efendimizi çok özlemiştim. Biraz dinlenmek için yuvarlak yastığıma yaslandım. Uyku ile uyanıklık arasında idim. Bir anda Yemiş iskelesi yakınındaki Ahî Çelebi Camii`nde buldum kendimi. Bu, helâl para ile yapılmış bir camidir. İçinde yapılan dualar boşa çıkmaz diye bilinir. Vakit, sabah namazı vaktiydi. Kapıdan bir sürü silâhlı ay parçası yiğit girdi içeri. Caminin nasıl aydınlandığını anlatamam. Sanki gökten ay kopmuş, sonra bu aya yüzlerce ay ve yıldız daha katılmış da camiyi doldurmuştu. Bu nur yüzlü askerleri hayranlıkla seyrediyordum.
Hemen yanıma oturan yiğide sordum:
- Sultanım, siz kimlerdensiniz? İsminizi söyler misiniz?
- Cennetle müjdelenmiş on kişiden, okçuların piri Vakkasoğlu yum, dedi.
Hemen eline davrandım, öptüm.
- Pekiyi, bu sağ taraftaki nur yüzlüler kim?
- Peygamberler, evliyalar, Peygamber Efendimizin dostları,
Medineliler, Mekkeliler ve Kerbelâ şehitleri... Mihrabın önünde gördüğün, Veysel Karanî , solda duvarın dibindeki müezzinlerin piri Habeşli Bilâl. Şu sancakla gelen al elbiseli askerler de şehit ruhları. Başlarındaki zat ise şehitlerin serdarı Hazreti Hamza dır...
Böyle böyle cami içindeki bütün cemaati bana tanıttı. Hangisine baktımsa sevinçdoldum, can buldum.
- Burada toplanmanızın sebebi nedir?
- Azak taraflarındaki İslâm askerleri dara düşmüşler, Tatar Hanına yardıma gidiyoruz.
Biraz sonra Peygamber Efendimiz de gelecek. Sabah namazının sünneti kılınacak. Sonra 'Kamet getir' diye işaret buyururlar, sen de yüksek sesle kamet getirirsin. Selâmdan sonra müezzinliği Bilâl ile birlikte yaparsınız, oldu mu? Namaz bitince de Efendimiz mihrapta iken hemen koş, mübarek elini öp. 'Şefaat Ya Rasû lallah' de, yardımını rica et.
Heyecanlanmıştım. Demek burada olduğumu biliyorlardı. Çok geçmedi, cami kapısında apaçık bir nur belirdi. Zaten aydınlık olan cami bir kat daha aydınlandı. Sağında Hasan, solunda Hüseyin ile Peygamber Efendimiz göründü. 'Bismillah' diyerek içeri girdiler. İçeride bulunanlara selâm verdiler. Mihraba geçip sabah namazının sünnetine durdular. Korkudan mı, heyecandan mı bilemiyorum titremeye başlamıştım. Hazreti Peygamber, 'Hilye-i Hakani de anlatıldığı şekilde idi. Hayran hayran seyrediyordum. Selâm verince bana baktı, sağ eli ile dizine vurdu.
- Kamet getir! buyurdu.
Segah makamında kamet okudum. Bütün cemaat kalktı. Hazreti Peygamber cemaate imamlık etti. Müezzinliği Vakkasoğlu nun öğrettiği şekilde tamamladık. Sabah namazı bitti. Efendimiz mihrapta ayağa kalkmıştı. Vakkasoğlu elimden tutup mihraba götürdü beni.
- Allah a ve Rasû lüne âşık bu Evliya Çelebi şefaat diler, dedi.
Dokunsalar ağlayacak gibi idim. Her tarafım titriyordu. Aklım başımdan uçmuştu sanki. Hiçhalime bakmadan, haddimi bilmeden Hz. Peygamber in mübarek ellerine dudaklarımı kondurdum.
Dileğimi söyledim ama heyecandan 'Şefaat Ya Rasû lallah' diyeceğime 'Seyahat Ya Rasû lallah' demişim.
Hz.Peygamber tebessüm buyurdular.
- Seyahat ve ziyareti bu kuluna kolay eyle Ya Rabbi, dediler ve dua buyurdular.
Ardından hep birlikte 'Fatiha' okuduk. Orada bulunan herkesin mübarek ellerini öperek hayır dualarını aldım. Kiminin eli misk, kiminin menekşe, kimininki de karanfil gibi kokuyordu.
Hz. Peygamber in mübarek kokusu ise zağferan ve kırmızı gül gibiydi.
Peygamberimizin arkadaşları, benim için dua ettiler. Önce Hz.Peygamber, ardından diğer mübarekler çıkıp gittiler. Vakkasoğlu okluğunu çıkarıp benim belime sardı.
- Yürü! Ok ve yay ile gaza eyle, dedi. Allah yardımcın olsun.
Sonra bir müjde verdi: - Burada kimin elini öptüysen onu ziyaret edeceksin. Ü lkelerini gezip göreceksin. Ancak gezip gördüğün yerleri, oraların güzel özelliklerini yaz. Bundan böyle benim ahiret oğlumsun.
Hak ve hakikatten sakın ayrılma. Gönlün huzurla dolsun. Ekmek ve tuz hakkını gözet, iyi bir dost ol. İyilerden iyilik öğren.
Kimseye bir zararın dokunmasın. Haydi, yolun açık olsun, dedi ve alnımdan öpüp o da çıktı, gitti.
Şaşkın bir halde kendime geldim. Bu hal ne olabilirdi? İçime bir rahatlık, gönlüme neşe dolmuştu. Sonra ben de camiden çıktım. Kasımpaşa tarafına geçtim. Olanları ünlü rüya tabircisi İbrahim Efendi`ye anlattım.
- Cihanı dolaşan bir gezgin olacaksın. Güzel sonuçalacaksın.
Peygamber Efendimizin şefaati ve cennete gireceksin, dedi.
Oradan Kasımpaşa Mevlevî hanesi Şeyhi Abdullah Dede`ye gittim.
Ellerini öpüp rüyamı ona da tabir ettirdim. O da aşağı yukarı aynı şeyleri söyledi.
- Said ibni Ebî Vakkas ın nasihati üzere önce bizim Istanbulcağız ı yazmaya başla. Haydi, durma, dedi. Yürü, işin rast gele.
Bana yedi ciltlik bir tarih kitabı verdi. Hayır dualar etti. Eve döndüm.
Bazı tarihleri inceledim ve İstanbul u yazmaya başladım.
Buna göre Çelebi, Ahî Çelebi Camii`nde Hz. Peygamber`i (s.a.v.)kalabalık bir cemaatle birlikte görür, heyecana kapılıp Resû l-i Ekrem`in elini öperken, 'Şefaat yâ Resû lallah' diyecek yerde 'Seyahat yâ Resû lallah' der. Hz. Peygamber (s.a.v.) tebessüm ederek şefaati, seyahati ve ziyareti ona müjdeler cemaatte bulunan ashabın duasını da alır sahabeden Sa`d b. Ebû Vakkas (r.a.) da gördüklerini yazması temennisinde bulunur. Çelebi`nin, bu rüyayı tabir ettirdiği Kasımpaşa Mevlevihânesi şeyhi Abdullah Dede`nin, 'Sa`d b. Ebû Vakkas`ın nasihati üzere ibtidâ bizim İstanbulcağızı tahrir eyle' tavsiyesiyle önce doğduğu ve yaşadığı şehri yani İstanbul`u gezmeye, gördüklerini yazmaya karar verir.
Kanlıfırın Mescidi` ve Yemişçiler Camii` olarak da bilinir. İstanbul Ticaret Ü niversitesi nin arkasında, Zindan Han yakınında ve Yoğurtçular sokağındadır. Banisi Ahi Mehmet Çelebi dir. Adı kaynaklarda Ahmed ve Mahmud olarak da geçmektedir.
Caminin Değirmen sokağına bakan ön cephesinde bir de mermer çeşme vardır. Sultan Abdül Aziz tarafından yaptırılan bu çeşmenin üstündeki yuvarlak madalyon içinde 'Mâşaallah, tevekkeltü Alallah ve ma tevfî kî illâ billâh / Allah ın dilediği olur. Allah a tevekkül ettim, güvendim. Başarım da ancak Allah tandır.' 1281 (1864) ibaresi yazılıdır.
Bazı kaynaklarda caminin ilk inşa tarihi 1500 olarak veriliyor. Tezkiret`ül Ebniye ve Tezkiret-ül-bünyan`da Mimar Sinan`ın eserleri arasında gösterilen yapı, kimilerine göre ise Mimar Sinan tarafından kapsamlı bir şekilde elden geçirildiğinden ona nispet edilmiştir. Yapının hiçbir yerinde inşa tarihi ile ilgili bir bilgi yer almamaktadır. 1539 ve 1653 yıllarında iki kez yanmış, 1892 zelzelesinde ise büyük hasar görmüştür. Mimar Sinan`ın mimar başı olarak görev aldığı yıl olan 1539 tarihi göz önüne alındığında, caminin bu tarihten önce yaptırıldığı düşüncesi kuvvetlenmektedir. 1892 depremi sonrası ile ilgili İbrahim Erseyrek şu bilgileri verir: 'Ahi Çelebi Camii, yere batar mihrabın sağından bir tatlı su fışkırdığından camiin içi adam beline kadar su dolar. Her ne kadar suyu denize akıtırlarsa da önüne geçemezler. Cami yararsız duruma düşer yıllarca su içinde kalır. 1918 yılında su basan yerler toprakla doldurulur. Bu onarımda mukavemeti sağlamak için sütunların çevresi kesme taşlarla örülür kubbe çemberlenir ve iki yönden birer ek kemerle desteklenir.'
1980`li yıllarda Haliççevre düzenlemesi ve yeni Galata Köprüsü kazıklarının çakılması sırasında cami büyük hasar gördü. Zemini kayan camiyi tarihte olduğu gibi yine su bastı, minaresi de yıkıldı. Yirmi yıl boyunca perişan halde onarılmayı bekledi. Bu arada çinileri çalındı, süslemeleri döküldü, hat yazılarının büyük bölümü kayboldu, duvarlarında otlar çıktı ve etrafını çeviren otopark içinde kayboldu. 2005-2007 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü`nün müsaadesiyle, isminin açıklanmasını istemeyen bir hayırsever vatandaşımız tarafından restorasyonu üstlenildi. Kısa bir müddet sonra da ibadete açıldı. Cami yok olmaktan kurtuldu. Bu onarımda, kazıklar çakılarak zemin güçlendirildi, yıkılan minaresi de aslına uygun olarak yeniden yapıldı.
Sizde yolunuzu mutlaka buraya düşürün! Helal para ile yapılmış Ahi Çelebi Camii`nin manevi atmosferinde namazınızı eda edin. İçinde yapılan duaların geri çevrilmediğine inanılan bu camide ellerinizi semaya kaldırıp Evliya Çelebi`nin dilediği gibi Resulullah`ın şefaatine nail olmayı ve eğer seyyah ruhlu biri iseniz de sıhhat ve selâmetle seyahat eylemeyi dualarınızın arasına eklemeyi unutmayın;