Hayatımızın belli belirsiz bir noktasında tıkanırız. Hani sorulan soruya cevap bulamaz bulduğun cevaplar seni bile tatmin etmez öyle bir nokta işte hatırladın mı? Bazen 20'sinde bazen 25'inde fark etmez, sayıların ve yaşın bir önemi yoktur aslında hayatın bizi o noktaya götürmesi için. Kimisi yazmayı sever, kimisi yakmayı, kimisi zordur ki yanmayı tercih eder. 
Biz bu 3 şıkkın tam arafındayız işte o nokta öyle bir yer. Şöyle bir kundak zamanımıza dönelim demesem de, doğumumuzdan aslında sevgi  bize aşılanır. Bu bazen annenin seni ilk öpmesi ya da babanın seni ilk kucağına alacağında duran o heyecan işte. Sonra ailenin varsa diğer üyeleri sever seni, sonra büyükler, sonra akrabalar işte. Hani yok mudur bizde hayata gözlerini yeni açan bebeği sevmek için sıraya girmeler, kutlamalar yapıp, partiler vermeler? 
Sevmek Anne karnındaki gelişiminden başlar işte...
Madem sevgi bu kadar kıymetli bizim için, neden üzmeler, yıkmalar hayatımıza girdi?
İnsan kendini bilmeye başladığında, film ve dizilerde gördüğü aşk'a imrenir, yaşamak ister. Bencil değildir kişi, sevildiği kadar sever. Peki ya bu denklemi nasıl çözecektik? Nasıl başa çıkacaktık. Bakıyorum/bakıyoruz şöyle bir çevremize, en çok seviyorum, ölürüm naraları atan insan bile ne kadar sahip çıkıyordu aşkına? Bizim hayatımızda varsayımlar var... Hani biz mevzuyu dizi ve filmlerde gördüğümüz gibi sandık. Adam sever, kadın âşık olur, evlenir...

Neden aklımızda bir ayrılık hikayesi barındırmıyoruz? Belki de barındırsak böyle olmaz.
Belki de en çok korktuğumuz şeyi hep hatırlasak bitmezdi hiçbir ilişki/ilişkimiz...
Bize şimdi bir kalem bir kağıt lazım. Biraz da gözlerimizde biriktirdiğimiz gözyaşlarımız.

Bir ve ile da bağlacının tam içerisindeyiz artık.
Söz bitti, yazdıklarının üzerinden geçti yaşların..
Yine veda edemedin, yine sözün yarım kaldı.
Kimse beni önemsemiyor artık! Diye düşlediğinde aynaya bak,
Çünkü senin en iyi arkadaşın yine sensindir.