Değerli okuyucularımız, 
Alışıldık bir söz olacak ama aslında unutulmaması gereken bir söz ile başlayacağım yazıma...
Eskiden diyerek...
Eskiden ninelerimiz dedelerimiz diyerek... 
Çünkü yeniyi sağlıklı sürdürebilmek için eskiyle irtibatı kopartmamak gerekiyor... Çünkü bunu sağlayan kişiler, aileler ve toplumlar hayata sağlıklı bakmayı başarıyor...
O zaman gidelim şöyle eskilere... 
***
Eskiden köy yerlerinde, şehirlerde kasabalarda mahallelerde yemek yemek için eve gelinirdi... Evde hazırlanan yemekler sofraya konulurdu... 
Bunun yanında anne babalar çocukların beslenmesi için ekstra yiyecek ve içeceklerden şerbetler şuruplar yaparlardı. Değişik kuru yemişleri birbirine katar çerez olarak çocukların ceplerine doldururlardı.
-Yiyiverin canlarım, yiyiverin kuzularım... Al bunu sıcak sıcak içiyi gelir...
Bu ve benzeri tatlı sözlerle çocukların ceplerine leblebinin yanında kuru üzüm, fındık fıstık yedirmeye çalışırlardı. Sıcak süt hazırlayıp kahvaltı öncesinde veya kahvaltı arasında içirmek isterlerdi... Hatta ramazanlarda iftara ayrı şerbetler sahura ayrı kompostolar, hoşaflar ayranlar vb. yaparlardı... Kış yaklaştığında turşuluklar hazırlanır, konserveler bir yandan salçalar bir yandan, kurutulmuş meyveler, tarhanalar bir yandan tedarik edilirdi...
Neden?
Çünkü geçen yazımızda anlatmaya çalıştığımız gibi “doğadan bir parça” olan insanın doğayla irtibatını kesmeden dengeli ve düzenli beslenmesini sürdürebilmek için...
E bunların vitaminle ne alakası var?
Haklasınız doğrudan konuşurken hiçalakası yok gibi geliyor. Ama biraz sonra sıra vitaminlere de gelecek... 
Bu beslenme şekliyle ailede bireyler dört mevsim doğal sebze meyve, baklagiller, et süt ihtiyacını karşılamayı amaçedinirdi... 
Yazın yediğin domates kışın sofraya salça olarak gelirdi... Turşu olarak gelirdi... Yazın yediğin kayısı kışın sofraya kuru kayısı olarak veya hoşaf olarak gelirdi... Kurutulmuş tarhanalar çorba olduğu gibi içince insanın içini ısıtacak ilaçgibi gelirdi... Baklagiller denilen tahıl mutfakta hiçeksik olmazdı... Bağdan bahçeden getirilen meyveler de öyle... 
***
Şehirleşmeyle veya bizim şehre bağlı hayat yaşamaya başlamamızla veya endüstriyel hayatın hayatımızı çepeçevre kuşatmaya başlamasıyla biz bu tür doğayla uyumlu beslenmelerden bilerek bilmeyerek farkında olmadan uzak kalmaya, uzaklaşmaya başladık...
Yetişmeye çalıştığımız hızlı hayatın temposuna uyum sağlarken bu tür emek vererek hazırlanan ve oturup sofra başında yenilen yemeklerden de yiyeceklerden de ayrı kalmaya başladık... Hatta zamanla, sabah evden çıkan bireylerin akşam eve geldiğinde sanki otele gelir gibi olduğu dönemlere eriştik... E biz nerede ne yiyip içtik? Sabah kahvaltısına kahvaltılıklar alarak, öğle yemeklerinde ya iş yerinde ya siparişler vererek, akşam da karnımızı doyurmuş olarak evlere dönmeye başladık...
Hayatımıza çabuk çabuk yemek anlamında fastfood türü beslenme girdi... Sonra toplumsal değişim dönüşümün yansıması olarak konfeksiyon tip beslenmeye yönlendik, yönlendirildik... 
Nasıl ayakkabı lazım olduğunda ayakkabıcıya gitmek gerekiyorsa, nasıl gömlek almak gerektiğinde gömlekçiye gitmek gerekiyorsa acıktığımızda karnımızı doyurmak için de tırnak içinde “yemekçiye” gitmeye gerek duymaya başladık... 
Yemekçi başlığını açtığımızda akla hayale gelmeyen kebapçılar, pideciler, lahmacuncular, çiğ köfteciler, ithal anlamda hamburgerciler, pizzacılar benzeri binbir çeşit spesiyaller birbirinden hoş aromalı kahveler içecekler... 
***
Bütün bu yeme içme kültürü toplumsal ihtiyacı karşılamaya dönük mekanlara evrildi...
Çok lezzetli, çok hoş ve de çok pratik olan bu beslenme türü aslında bizim yetişmeye çalıştığımız (!) hayatın hızına ve ritmine de uygundu... Şimdi kim oturup yemek yapacak, kim oturup sofra kuracak, kim oturup meyve soyacak, kim bulaşık toplayacaktı... Veriyorsun siparişi geliyor ayağına kadar. O gelene kadar sen yine bir sürü iş çıkartıyorsun... Sonra bir ara, iştahla yiyeceğini yiyorsun... Hem hep canın ne isterse onu söyleyebiliyorsun... Bu arada midene hiçsormuyorsun, bağırsaklarının beklentisini hiçhesap etmiyorsun. Karaciğer ne alemde hiçmerak etmiyorsun? Hep canın en çok neyi isterse onu yemeye devam ediyorsun...
Beraberinde üçü beşi geçmez tarzda gazlı içecekler iyi (!) gidiyor... “Ohh” deyip ambalaj kutusunu çöpe attıktan sonra hayata kaldığın yerden devam ediyorsun...
Eee?
Nerde senin doğa ile uyumun peki?
Sağlıklı bir vücut için doğa ile olan beslenme şekli nerede kaldı?
Bu tür beslenmede ne meyve yemeye vaktin oluyor? Ne meyve yemeyi aklına getiriyorsun? Ne turşu çıkıyor sofraya ne kayısı hoşafı... Ne mevsimler olarak vücudun ihtiyacı olan örneğin pırasa, karnabahar, lahana, enginar gibi besinler akla geliyor ne de sipariş veren oluyor... 
Hep en sevdiğin en beğendiğin şeyleri sipariş ediyorsun ama “dengeli beslenemiyorsun”
Oysa o meyvelerde o sebzelerde bir sürü mineral ve vitamin var... 
Eğer sofra yemeklerine yönelseydi vücut bu tür besinlere de sıra gelecekti... Yine sofra kültüründe bağırsakların florasını koruyan probiyotik içeren gıdalara yer bulmak kolay oluyordu... Bunlar ev yapımı yoğurttan oluşan ayran, yoğurt, turşu, fermente süt, tereyağı gibi ürünlerimiz... Yine sağlıkçıların inceleyip araştırıp ayrıştırdıkları ve adına probiyotik dedikleri gıdalar var... Bunların başında soğan var, sarımsak var... Başka pırasa var patates var enginar var... Sebzeler var, buğday var var da var...
Ama verdiğimiz sipariş yemeklerin içinde bunlara denk gelmek için çok ısrarcı olmak ve özel bu tür yiyeceklerin hazırlandığı yerleri bulmak gerekiyor...
***
İşte yaşam tarzının değişe değişe geldiği bu noktada insanların da vitamin ve mineral ihtiyacı, tıpkı “yemekçi” şeklinde karşılandığı gibi “vitamin” şeklinde ilaçolarak, takviye gıda olarak insanlara sunulmaya başlandı... 
Bu iş de bir sektör halini alınca bu kez iş vitamine özendirmeye kadar uzadı... Ben hatırlarım gazete sayfalarında üzüm salkımlarını göstererek altına vitamin reklamı yapıldığını... 
Deniliyor ki bir insanın vücuduna bir doz vitamin ilacının etkisini gösterebilmesi için örneğin bir C vitamini alabilmesi için bir kasa portakal tüketmesi lazım. İyi güzel de akla şu soru da beraberinde gelmiyor mu?
Eğer bu vitamin takviyesinin etkisine ulaşmak için vücudun bir kasa portakal tüketmesi gerekiyorsa, o zaman vücuda bir kasa portakal değerinde bir vitamin takviyesini bir seferde yüklemenin sakıncası yok mu?
Siz şimdilik kendinize vakit ayırıp yemeklerinizi sofrada yemeye, kendinizi meyvesiz ve de probiyotik ve prebiyotik gıdalardan uzak tutmamaya çalışın...
Sağlıcakla...