Gündem Özel

Abdurrahman Dilipak için Savcı beraat talep etti!

Abone Ol

Gazeteci ve yazar Abdurrahman Dilipak hakkında Uşak 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın bugün (20 Haziran 2023) duruşması yapıldı. Twitter’da bir paylaşımı Retweet (RT)  etmesinden dolayı yargılanan Dilipak için Savcı beraat talebinde bulundu.

***

DİLİPAK MAHKEMEDE KENDİNİ BÖYLE SAVUNDU

Söz konusu davanın duruşma zaptında ise şu ifadeler yer aldı:

Sanık ABDURRAHMAN DİLİPAK ve müdafisi Av. Fatih Şen'in yetki belgesine istinaden Av. İlhami Özdil ile katılan vekili Av. Emine Gizem Uludağ geldikleri görüldü.

Sanık müdafi Av. Fatih Şen SEGBİS sistemi ile  hazır  edildiği görüldü.

Sanık huzura alındı. Hüviyet tespitine geçildi.

Sanık : ABDURRAHMAN DİLİPAK, T.C. Kimlik Numarası: xxxxxxxxxxxxx, Ali ve Fatma Pakize'dan olma, 09/02/1949 Haruniye doğumlu, İstanbul, xxxxxxxxköy nüfusunda kayıtlı olup halen xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx Üsküdar/ İSTANBUL adresinde oturur. Evli,  4 çocuklu. OkurYazar, üniversite mezunu,  gazetecilik  ve yazarlık yapar, aylık gelirinin  15.000 TL olduğunu,  sabıkasının  bulunmadığını beyan eder T.C. vatandaşı.  0532 xxxxxxx

Sanığa İddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesi anlatıldı. Sanığa CMK.nun 147 maddesi uyarınca kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplamakla yükümlü olduğu, CMK.nun 106.maddesi uyarınca kovuşturmanın sona erdirileceği tarihe kadar yeniden beyanda bulunmak sureti ile veya iadeli taahütlü mektupla önceden verdiği adreslerdeki her türlü değişikliklikleri bildirmesi ihtar edilerek, ihtara uygun hareket etmediğinde önceden bildirdiği adrese tebligatın yapılacağı bildirildi.  Sanığa CMK.nun 147. maddesi gereğince yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu, Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, 20/03/2007 RG tarihli yönetmeliğin 5. maddesi gereğince kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirileceği, görevlendirilecek müdafi yapılacak ödemelerin yargılama giderlerinden sayılacağı ve mahkûmiyeti hâlinde kendisinden tahsil edileceği, şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınacağı; CMK.nun 191/3, CMK.nun 176/4. maddesi uyarınca savunmasını hazırlamak için süre talep hakkının olduğu anlatıldı, hatırlatıldı; CMK.nun 176/4, CMK.nun 191/3. maddesi uyarınca savunmasını hazırlamak için süre talep edip etmediği, CMK.nun 196. maddesi uyarınca duruşmalardan bağışık tutulmayı isteyip istemediği soruldu:

Sanık: Üzerime atılı suçlamayı ve haklarımı anladım. Susma hakkımı kullanmayacağım. Savunmamı hazırlamak için süre talebim yoktur. Savunmamı  bizzat şimdi müdafiim ile mahkemenizde yapmak ve duruşmalardan bağışık tutulmak  isterim; demekle savunma, delillerinin tespitine geçildi.

SANIK SAVUNMASINDA:  Ben bu konuda daha öncesinde  talimatla  savunma yapmıştım ve ayrıca yazılı  beyan ve savunmalarımı sundum,   bu ifadelere  dayalı iki mahkeme vardı,  birincisi şuan  derdest olan dosyadır,  ikinci dava ise  Uşak 4. Asliye Ceza  Mahkemesinde istinafla sonuçlanan dava vardır,  önce  benim  hakkımda dava açılıyor,  sonrasında  benim hakkımda dava açıldıktan yıllar sonra  diğer şahıs hakkında dava açılıyor, burada asıl ilk suç duyurusunda  birlikte  dava açılması gerekmekteydi yada  benim hakkımda dava açıldı  ek iddianame ile unutulan  ihmal edilen  asıl fail hakkında  aynı mahkemede  dava açılması gerekirdi, ortada böyle bir  garip  durum var, sonra sonuçlanan bir dava var,   benim twiter de kullandığım ifadeler  dava konusu  edilmedi,  sadece  benim retweet ettiğim  söylem için  dava açıldı, redtweet ettiğim  mesajın  benim  açımdan  ifade ettiği anlam önem  arz etmektedir,  ben söz konusu ifadeleri  onaylamadım,  beğen  tuşuna basmadım,  koridorda arkadaşlar bana bir kaç kişi geldi, bir dava  konusu var  biri böyle demiş  biri şöyle demiş  ben şimdi   dava konusu rivayeti gündeme getirdiğimde bu suç mu oluyor,  sosyal medyada  o bir mesaj veriyor, bende  bu mesajın üzerine  kendi mesajımı veriyorum, bir tartışmada  iki kişi  kavga ederken  niye kavga ediyorsunuz  kavga etmeden de halledebilirsiniz diye girilmesi halinde birisi  söz  gelimi video  kaydına alıp  yayınladı veya ben yayınladım,  ben  burada  onlar küfürleşti diye suçlu mu oluyorum,  ben Recep Yazıcıoğlu gibi  birisi  bu konuda daha doğru davranırdı dedim, twitterder bir mesajı retweet   dışında  bir çok  işaret var, kişinin ifadeye  ilişkin duruşunu  yada  mesaj üzerindeki işlemlerini paylaşımını ifade eden  imgeler vardır,  bunu beğenmek  kalp işaretidir, emoji denilen tvitırda 40 tane  sembol  bu ifadeye  karşı  duruşunuzu  ifade eder,   bir  söz  yada  görselin  rt edilmesi ilgi,  bilgi ve dikkatine sunması  anlamına gelir,  bu simgelerdeki 4.cü  simgeye   kalbe  basıyorsanız  katılıyorum   anlamına gelir, post medya sürecinde basım  davalarının  dikkat edilmezse  her şey birbirine karışır, burada  önemli  noktalarından bir tanesi bir  gazeteciyim, ikincisi de  bir  lobinin sözcüsüyüm,  covid denilen olayda maske,  mesafe ve aşıya karşı  30  ülkedeki  bir netvörk'ün  Türkiye'deki  sözcüsüyüm,  benim konumumda olan kişilerin  artırılmış eleştiri hakkı  kamu  görevlilerinin  artırılmış  tahammül yükümlülüğü vardır,  sıradan  iki kişinin birbirine söyledikleri suç olan  ama  kamu yararı  gözetilerek  kamu aktörleri  tabir edilen  benim statüm iki defadır  kamu  yöneticilerine yönelik   eleştirileri suç oluşturmaz,  çünkü  tanımıyorum, özel husumetim  yoktur,  ben oraya çıkıp videoda  izlediğimde  ki bütün Türkiye'de tepki aldı  herkesi azarlıyor,  yanındaki bir görevlide hemen yanında  sosyal mesafeye dikkat etmeden ikisi beraber yürüyorlar, ama  halkı  çekil oradan  çık oradan şeklinde azarlıyorlar,  astım hastasımı  tansiyon hastası birisimi, ben bu konuda  başından  beri tavrını  deklare  etmiş  ve sözcülük yapan biriyim, bugün gelinen noktada   bu aşıların yanlış olduğunu , aslında mikrobun izole edilmediği, maskelerin  yanlış olduğu ortaya çıktı,  sadece   Almanya da  açılan tazminat davaları  3.000.000.000  doları aşmıştır,  ayrıca  İngiltere ve Amerika da da bu yönde davalar vardır,  ben  2000 yılından beri M-RNA   sürecini takip eden bir kişiyim, halka karşı  bu şekilde  başka valilerin  yapmadığı  şekilde  davranan   kişiye  karşı ben  sessiz  ve ilgisiz kalamazdım, İngiltere de  high parkta  düşüncesini orada   açıkca ifadesini  belli edebilir, antik medeniyetlerde agoralar vardır, burada insanlar deşarj  olurlar,  onlar dava konusu edilmez,  özellikle  kışkırtıcı olarak kullanmıyorsa,  bu gün  post  medya diyebileceğim sosyal medya  modern toplumların agorasıdır, burada  beni sıkıştıracak olursanız  ben  vpn  ile   dünyanın heryerinde sesimi duyurabilirim,  yada  başka bir kimlikle  yada  hesaplar oluşturmak  suretiyle bunu yapabilirim, yani bunun anlamı yok, medya ve sosyal  aktörlerine  karşı  ben toplumun  haykıran sesiyim, beni sustururlarsa  toplum boğulur, gazeticiler ve toplumsal aktörler halkın gören gözüdür, ben bu anlamda 5G Virüs NEWS  platformun  sözcüsüyüm, post gerçeklik, artırılmış gerçeklik,  sanal gerçeklik açısından bu  davanın   yeniden analiz edilmesi gerekir, mahkemeler  millet adına karar verirler,  milletin  çığlığı  valiyi de özür dilemeye  mahkum etmiştir, İç İşleri  Bakanlığı  açıklama yapmak zorunda kalmıştır, ardından da  zaten görevden alınmıştır,  Ankara'ya çekilmiştir, iddianamede kamu görevlisi demektedir,  orada  kamu görevi  yapmamaktadır, görevini istismar ediyor, suç işliyor,  çünkü  öyle   halka bağırıp çağırarak halka  kamu görevi yapılmaz, dolayısıyla  ne kamu görevlisi  sıfatını taşıyor ne de  kamu görevi yapmaktadır,  usule de uygun değildir, orada suç işliyor, aslında  suç duyurusunda bulunup  onun  cezalandırılması gerekirdi,  bu yaptığı  şeyin yanlış olduğunu  2000  yılından  beri anlatmaktayım, benim hukuka uygunluk seviyeli olarak hem  haber verme hem  haber alma hem de toplumun  haykıran sesi olmak gibi  sorumluluğum vardır,  bir fiilin  hukuka uygunluk  sebebi gazeticiler  için kamu  yararı olup olmadığıdır,  söz ve fiillerle  açık ve yakın  bir tehlike  oluşturmadığı sürece  gerçek bir olay karşısında kamu güvenliğini  tehlikeye düşürmeden kamu sağlığına yönelik bir tehdit oluşturmadan  alışılmışın dışında çok sert ifadelerde  eleştirilerde bulunması  hem uluslararası sözleşmeler hem de AHİM  kararları ile  güvenceye alınmıştır,  ben  en sert yazılar yazan gazetecilerden biriyim, 75  yaşındayım, 50 yıllık gazeteciyim, infazı  gerçekleşen tek bir mahkumiyetim yoktur,  kamuda görevi kötüye kullanma suçu ile ilgili olarak deliller bulunmaktadır bunları mahkemenize yazılı olarak da sunacağım, konunun mobing suçu yönünden de değerlendirilmesi  lazım, halka  meydanda ailesinin yanında aşağılayıcı ifadeler sergilenmiştir, bazı şeyleri dahi öğretmen öğrencisine söyleyemez,  iddianamede  tek suç diye gösterilen "kocası FETÖCÜ" ifadesidir, benim  karımın  adı  Asiye 'dir,  Asiye  Firavunun  karısının adıdır,  üç peygamber büyütmüş  kucağında, biz  onu Asiye  Firavunun  karısı Hz.Musa, Hz. Harun, Hz.Yuşa'yı  sarayda büyüttü, insanlık tarihinin  en  muhteşem  kadını Hz.Hacer'dir,  Hz.Hacer Firavunun  hizmetkarıdır,  peygamberler  Hz.Hacer'in ayağının izinden koşarlar, kabeyi tavaf ederken  Hz.Hacer içeride yatıyor ve şeytan taşlarken  Hz.Hacer'in yaptığını  insanlar yapar, ben  firavunun  karısı  dedim diye hakaret etmedim,  kocası fetöcü  ise  burada matufiyet  açısından kocası davacı olsun, o zaman diğer yakınları da şikayetçi olsun, öyle bir şey olmaz, AKP'li Başkan Yardımcısına fetöcü demek suç değil şeklinde bununla ilgili  Yargıtay  kararlarını da birazdan sunacağım,  buna ilişkin şüpheler varsa adam  asırların müceddidi diye  kendi köşesinde  makala  yazmış, bu iddianın iddiacısı ben değilim, bu konuda  benim yapmış olduğum savunmalara ilişkin  örnekleri de birazdan  sunacağım dedi

Sanık savunmasında geçen  delilleri mahkememize sunmakla alındı. Okundu. Dosyasına bırakıldı.

Sanığa İstanbul  Anadolu 27. Asliye Ceza Mahkemesince  talimatla alınan savunması okundu. Soruldu.  Okunan savunmalarım doğrudur dedi

Sanığa dosya içerisine gelmiş bulunan nüfus ve adli sicil kayıtları okundu, soruldu : Doğrudur, okunan kayıtlar bana aittir dedi.

Sanığa dosyaya gelmiş bulunan  sosyal medya açık kaynak ve araştırma raporu,  soruşturma aşamasındaki ayırma kararı, şikayet dilekçesi,  Uşak 4. Asliye Ceza Mah.nin  22/03/2022  tarih ve  2021/20- 2022/253  esas- karar sayılı  sanık  Ümit Karaca hakkında vermiş oldukları ilamı ve BAM  12. Ceza Dairesinin  istinaf ilamı, tüm delil niteliğindeki bilgi ve belgeler okundu, soruldu: Aleyhime olan hususları kabul etmiyorum, dedi.

Sanığa yokluğunda yapılan duruşma tutanakları okundu. Savunmamı tekrar ederim, bir diyeceğim yoktur dedi

Sanığa dosyaya sunmuş olduğu yazılı savunmalarını içerir dilekçeleri okundu.  Soruldu. Doğrudur bana aittir dedi

Sanığa CMK'nun 231. maddesinde belirtilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümler açıklandı, soruldu:  Ben HAGB kararının ne olduğunu bilmekteyim, hakkımda HAGB  kararı verilmesini talep etmiyorum dedi

Sanık müdafii Av. Fatih Şen'den  SEGBİS sistemi  ile soruldu:  müvekkilimin savunmasına iştirak ediyoruz,  yazılı savunmalarımızı  tekrar ederiz,   söz konusu olayda müvekkil başka bir şahısın  attığı tiviti alıntılamış ve  başka bir yorumda bulunmuştur,   hakaret   bulunmamaktadır,  müvekkil  aşı, mesafe ve mesafe karşıtlığı ile  alakalı o dönemde  yoğun tivitler atmaktadır,  o dönem itibarıyla  10  dakikada bir  15  dakikada bir  bu tarz  olaylar  gündeme gelmektedir  tabiri caizse viral olmaktadır,  binlerce takipçisi olan gazeteci olarak  bu olaylarla alakalı fikirlerini beyan etmektedir, müvekkilimin   orada  eleştirdiği konu  müşteki  Funda Kocabıyık'ın vatandaşı azarlar şekilde  kamu görevlisine yakışmayan   bir  tutum   takınarak insanları rencide  etmesidir,  bunuda  şuradan anlayabiliriz,  hale  bugün itibarıyla  bütün bürokratlara örnek gösterilen  rahmetli  Recep Yazıcıoğlu'nu o tivite almış ve demiştir ki  biz  bugüne kadar ne kadar  sahip çıktık da  bunun gibi kaç tanesini sayabiliriz, şimdilerde  ne  bekliyoruz,  aslında orada vatandaşları da  eleştiren bir tutum vardır,  bunun yanında  müvekkilim hakaret etmemiştir,  hakaret  edildiği  bir tiviti alıntılamıştır ve  kendi görüşlerini  tivitin altına yazmıştır, burada suç oluşmamıştır, eğer  oluştuğu  düşünülse dahi  bu suçun  müştekisi  müşteki  Funda değil  onun kocasıdır,  bir  insanın  bir yakını ile  suç isnatında    bulunulması o insanı  alakadar eder,  yakınınını   alakadar etmez,  Funda  hanımın çocuğu  varsa  o da müşteki  olabilir, çünkü  bu kocası fetöcü  ifadesinde geçen  şahıs  Funda Hanımın  çocuklarının babasıdır, yine   tüm akrabaları   bu suçun  müştekisi olabilir,  bu hali ile   suçun şahsiliği ilkesi ihlal edilmiş durumdadır, en temel özgürlüklerden birisi olan basın özgürlüğü , haber verme özgürlüğü ihlal edilmiş olmaktadır, müvekkil kişilik  itibarıyla  sizin de tanık olduğunuz üzere  kimseyi  rencide edecek  biri değildir,  nezaket  ve  zerafati ile bilinir,  hakaret  etmez,  çünkü  aldığı  eğitim, üstlendiği misyon  buna müsade etmez,  bu   vesilelerle   biz   müvekkilin  suçu işlemediği  sabit olduğu  gerekçesi ile beraatine karar verilmesini talep ederiz dedi

Sanık müdafii Av. Fatih Şen'in yetki belgesine istinaden Av. İlhami Özdil'den soruldu:   müvekkilimin savunmasına ve diğer meslektaşımın beyanlarına iştirak ediyoruz, müvekkilimin beraatine karar verilmesini talep ediyoruz dedi

Katılan vekili Av. Emine Gizem Uludağ'dan soruldu,  sanığın  talimatla   alınan önceki savunması ikrar niteliğindedir,   üstelik   sanık şuanki beyanları ile  rt  edilen paylaşımı  onaylamadığını söylüyor ise de  paylaşıma ek yorumları ile rt lemiş olması ve devamında  huzurdaki beyanları  düşünüldüğünde beyanları gerçekleri yansıtmadığı ortadır, dosyada  esas paylaşımı yapan  Ümit Karaca isimli  kişiye ait  yargılamanın bekletici  mesele yapıldığı dosya cezalandırma ile  sonuçlanmış ve kesinleşmiştir,  sanığın  üzerine atılı suç sabit olup  cezalandırılmasına karar verilmesini talep ederiz dedi

Sanık söz aldı;  bu günkü  gazete de basılıp çıktığında  sosyal  medyada  internet sayfasında görülmektedir,  dolayısıyla ben yazıma  ilişkin tepkilere  sosyal medya ve internet üzerinde de yayınlıyorum, dolayısıyla bir gazetecinin  sosyal medyadaki etkileşimi  gazetecilik sıfatının bir parçasıdır, biz sosyal  medyada   yazışan kişilerden farklıyız,  gazeticinin yazışması  kendi tezleri ile ilgili sirayet eden yazılardır , burada aynı ifadeyi ben  aynen alsam birisi böyle  diyo desem ve sonra da  Recep Yazıcıoğlu gibiler nereye gitti  yazsam  niye bugünküler değil yazsam bu suç olmaz, ben iddiaların iddiacısı değilim, tavrım bellidir,  ben ne dediğimle sorumluyum,  kaldı ki  orada matufiyet sorunu yoktur,  kamu görevlisi    kamu görevlisi olarak bunu yapamaz dedi

İddia Makamından Soruldu: Mütalaamızı bildirmek istiyoruz dedi.

İDDİA MAKAMI ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAASINDA:  Hakkında Uşak 4. Asliye Ceza Mahkemesinde  yargılaması yapılan ve BAM  kararı ile kesinleşen Ümit Karaca isimli şahsın kendisine ait twitter hesabında Uşak Valisi Funda Kocabıyık'ın yer aldığı videoyu paylaşarak "elinde 14.000 TL'lik telefon, kuaförünü eve çağırıp saçlarını ördürmüş, kocası fetöcü, kendisi lise öğretmenliğinden valiliğe geçiş yapmış, millete sosyal mesafeyi koruyun diyor, talimat veriyor" şeklinde yorum yaptığı, sanığın 05/04/2021 tarihinde bu paylaşımı alıntı yaparak kendisine ait abdurrahman dilipak isimli twitter hesabında paylaştığı, paylaşıma "Vali var, vali var. Yazıcıoğlu gibileri yaşarken yeterince sahiplenebildik mi. Peki öyle kaç isim sayabilirsiniz" şeklinde yorum yaptığı olayla ilgili  her  ne kadar  sanığın  cezalandırılması için   hakkında kamu davası açılmış ise de ve rtweet yapılan tivitle ilgili diğer sanık  cezalandırılmış ise de;  tüm dosya kapsamı  ve  evrakı incelendiğinde  öncelikle sanığın  üzerine atılı suçlamaları kabul etmediği ve rtweet yapılan  suç  içerdiği iddia edilen tivitteki yazı içeriklerine  beğeni tuşu  kullanmadığı, rtweet içeriğindeki yazıyı alıntı yaparak  altına kendi yorumlarını ve ifadelerini içeren  yazısını  yazıp  paylaşım yaptığı,  kendi yorum  ve  ifadelerini  içeren yazısında ise  herhangi bir   hakaret içerir  onur, şeref  ve haysiyetin küçük düşürülüp ifadelerin bulunmadığının anlaşıldığı, yine sanığın  gazeteci olduğu   ve  katılanın kamu görevlisi olduğu  düşünüldüğünde eleştirel  sınırların daha geniş olması gerektiği, tahammül sınırlarının  daha  geniş olması  gerektiğinin de  değerlendirildiği,  bu hali ile  sanığın  paylaşımının  iddia olunan  hakaret suçunun  unsurlarını  oluşturmadığı sübut bulmakla sanığın   CMK'nun  223/2-a maddesi uyarınca  beraatine karar verilmesi kamu adına talep ve mütala olunur dedi

İddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanları katılan vekilinden soruldu: bekletici mesele yapılan dosyanın akibeti mahkemeyi  etkilemeye yönelik  sanık beyanlarından bağımsız şekilde  düşünülmelidir,  ayrıca mütalaadaki aleyhe olan hususları kabul etmiyoruz, mütalaya karşı cevap vermek için süre talep ediyoruz dedi

İddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanları ve esas hakkındaki son savunması sanıktan soruldu: Mütalaya iştirak ediyorum  savunmalarımı tekrar ederim dedi 

İddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanları ve esas hakkındaki son savunması sanık müdafi Av. Fatih Şen'den SEGBİS sistemi ile soruldu:  iddia makamının  mütalasına iştirak ediyoruz, müvekkilimin beraatine karar verilmesini talep ediyoruz dedi

İddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanları ve esas hakkındaki son savunması sanık müdafi Av. İlhami Özdil'den  soruldu:iddia makamının  mütalasına iştirak ediyoruz, müvekkilimin beraatine karar verilmesini talep ediyoruz dedi

Sanık müdafii Av. Fatih Şen'den soruldu. Ben bir dahaki duruşmaya da segbis sistemi ile katılmak istiyorum dedi

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ İSTEM GİBİ:

1-) Katılan vekiline talebi doğrultusunda iddia makamının esas hakkındaki mütalaasına karşı beyanda bulunmak üzere gelecek oturum gün ve saatine kadar süre verilmesine,

2-) Sanık müdafii Av. Fatih Şen'in talebinin kabulü ile talimat mahkemesinin  talimatı  kapatmamasının istenilmesine, bu hususta müzekkere yazılmasına

Bu nedenle duruşmanın 05/07/2023 günü saat 15:00 bırakılmasına karar verildi. 20/06/2023 

***

DURUŞMA 5 TEMMUZ'DA

Karşı tarafın avukatının süre istemesi sebebiyle davanın sonraki duruşması 5 Temmuz 2023 tarihinde gerçekleşecek. Hakkındaki suçlamaları reddeden Dilipak’ın mahkemeye sunduğu savunma dilekçesi hem detayı ile hem de çok uzun olmasından dolayı dikkat çekiyor.

Bu arada Abdurrahman Dilipak hakkında açılan davalara çok uzun savunma metinleri sunmasıyla da biliniyor.

İşte Dilipak’ın Uşak’ta görülen mahkemeye sunduğu savunma dilekçesi:

***

UŞAK 1.ASLİYE CEZA MAHKEMESİNE

  DOSYA NO.: 2021/629 E.

  SANIK          : Abdurrahman DİLİPAK (TCKN: xxxxxxxxxxxxxxxxx)

  KONU          : Savunmalarımın sunulmasından ibarettir.

  AÇIKLAMALAR :

1. Mahkemenizce görülmekte olan 2021/69 esas sayılı dava bir başka dava ile de ilişkilidir.

İlk dava, Uşak 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde gördüğünüz davadır.

İkinci dava ise Uşak 4. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davadır ki bu davada mahkemece karar verilmiş, karara sanık ve müdafiince yapılan itiraz sonucu dosya istinaf mahkemesine gitmiş, 2021/230 E. 2022/253 K. sayılı karar ile verilen hükme yönelik itirazlar esastan reddedilmiştir.

2. Benim Twitter’da kullandığım ifadeler dava konusu edilmemiştir. Sadece Retweet(RT) ettiğim bir söylem için davaya tali olarak eklenebilecekken ve asıl ifade sahibi hakkında dava açılmazken, benim hakkımda dava açılmıştır.

Ben söz konusu ifadeleri onaylamadım. Sadece ileri sürülen görüş üzerinden başka bir konuya dikkat çekmiş oldum. Her vali böyle davranmaz, başka örneklerde var demek suretiyle rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu’na gönderme yaptım.

2.1. Misalden “Falan falana ana avrat sövdü, tamam bir yanlış oldu, sövmeye ne gerek vardı, sövmeden de bu sorun çözülebilirdi. Benzer bir olayda başka bir adam bu durumu güzel bir şekilde halletti” desem, bu yazım suç olur muydu? Orada bir küfrü de aktarsam bundan dolayı suçlanabilir miyim?

2.2. Twitter'da bir mesajı RT etmenin dışında bir çok işaret var. Kişinin ifadeye ilişkin duruşunu ya da mesaj üzerindeki işlemleri, paylaşımı ifade eden imgeler vardır. Mesela kalp işareti beğenmeyi ifade etmektedir.

Bir söz veya görselin RT edilmesi, onu kendi izleyicilerinin ilgi, bilgi ve dikkatine sunması anlamına gelir. Eğer 1. Satırdaki 3. İmaja basmışsanız birine zil çalarak göndermiş olursunuz. 4. Simgeyle mesaj sahibine cevap vermiş olursunuz ve bunu her iki tarafı da izleyenler görür. Açıklama ister ya da kişinin kendisini eleştirmiş olursunuz. Ama 5. Simgeye basarsanız, o konuda kendi görüşünüzü açıklamış olursunuz. O mesajı paylaşma değil, o vesile ile, o konu bağlamında yeni bir şey söylemiş olursunuz. Benim yaptığım 5. simgedir. Doğrudan RT etmek, o bilgiyi yaymak anlamına gelirken, RT tuşuna bastığınızda, iki kademeli bir tercih düğmesi gelir: Retweet ve Tweeti Alıntıla. Bunlardan “Tweet’i Alıntıla” tuşuna basarsanız, bu “Bu konumda benim söyleyeceklerim var” anlamına gelir. Asıl mesajı yazan ya da bir mesajı RT eden veya mesajı alıntılayan kişi, itham edilen, ilişkilendirilen kişi ile ilgili bir mesaj vermek istiyorsa, orada katılanın@fndkocabiyik adresine tıklamalıdır. O zaman doğrudan o kişi hedef alınmış olur. Hedef alınan kişi, mesajın asıl sahibi ise, o zaman o kişinin adresini LİNK olarak ekleyecek, ELEŞTİRECEK veya DESTEKLEYECEK veya sorgulayacaktır. BEĞENİ tuşuna basmadan, Retweete de basmadan Tweeti Alıntıla diyen kişi, aslında o konu ile ilgili kendi fikrini açıklamış olur. Kişinin atılan bir mesajı alıntılaması ise, o mesajı alanlara o konuda kendi görüşünü kullanmak için bir adresleme ve kişi / konu belirtme için bir İKTİBAS’tır. Mücerret bir kişi ve konuda değil, bir gazete için etik anlamda 5N1K kuralları yanında GERÇEKLİK, SOMUT OLAY, OLGU, BULGU’nun REFERANS KAYNAĞI olarak belirtilmesi konusudur.

3. POST MEDİA SÜRECİNDE BASIN DAVALARI

Ben 50 yıllık bir gazeteciyim. Bu ülkede sosyal mediayı ilk kullananlardan biri olmamın yanında, bu ülkede ilk internet kullanan ve ilk siber güvenlik şirketi kuran kişilerden biriyim.

Maalesef biz hala MEDİA’yı etimolojik olarak bilmiyoruz. Media, Hazarın alt yakasındaki coğrafyayı ifade eder. Buraya düşen bilgi dünyaya yayılır anlamına gelir. Antik adı Media olan bu coğrafyanın bizim literatürümüzde karşılığı REY Şehridir. İslam Medeniyetinin yükseliş dönemine kaynaklık teşkil eden Beytül Hikme, Media’dan doğu - batı arasında gidip gelen haber, bilgi, el yazması eserlerin istinsahı ile hayat bulmuştur. Konvansiyonel Media matbaa sonrası Mevkutelerin yayınlanmaya başlaması ile ortaya çıktı., Sosyal Media bilgisayarların bir network üzerinden haberleşme imkanına sahip olması ile ortaya çıktı. Ki daha önceki araçlardan Radyo ve Televizyonu,İnternet kendinde birleştirdi ve ardından sosyal media doğdu. Sosyal Media, Medianın HYDEPARK’ıdır, AGORA’dır. Işık hızı ile hareket eden, zaman ve mekan sınırlarını zorlayan, kişilerin kendi kimliklerini gizleyebildikleri, hatta avatar türü bot hesaplar şeklinde, sanal kimliklerle mesajlar üretilen bir mediadan söz ediyoruz. (İngilizce robot kelimesinin kısaltması olan "bot", gerçek bir sosyal medya hesabı gibi davranan ama bir algoritma tarafından yürütülen sosyal medya hesaplarını ifade etmektedir) Bizim yasalarımızda bu konuda boşluklar vardır.

Bugüne geldiğimizde Yapay Zeka ve Artırılmış Sanal Gerçeklikle birlikte SosyalMedia, PostMedia’ya evrilmektedir. Post media sürecine geçişle birlikte, gerçek kişilerin kurguladıkları, profilleri tanımlanmış sanal kişilerce belli hedeflere, artırılmış sanal gerçeklikler üzerinden eğlence, şaka veya politik manipülasyon amaçlı veri paylaşımlarına kapı aralanabilecektir. Bugün bu tür yayınlar yurt içinden ve dışından bot hesaplar üzerinden yapılabilmektedir.

Ben derdest davaya konu örnekte ne müştekiyi ne de mesaj sahibini tanırım. Aşı dayatmasına ve zorunlu maske kullanımına karşı 30 ülkede örgütlü bir lobinin Türkiye’deki sözcüsü olarak tanınmam sebebiyle bu olay hakkında ilgisiz ve bilgisiz davranamazdım. Bu gün Almanya’da mRNA sıvısını üretenler sanık sandalyesinde oturuyorlar. Yüz milyonlarca kişinin ölümüne ve sağlık sorunları yaşamasına sebep olmakla suçlanıyorlar. Şu anda istenen tazminat 2 triyon doları geçti. O günlerde bu kişiler Nobele aday gösteriliyordu. Bu cinayetin içimizdeki siyaset, bürokrasi, Media, Akademi ve iş dünyasındaki işbirlikçileri de elbet bir gün sanık sandalyesine oturtulacaktır. Ve onun ötesinde bir de İlahi adalet günü var. Ne 1. Dünya savaşında, 2. Dünya savaşında, ne soğuk savaşta, ne iç savaşta, ne darbelerde, ne komünist devrimde, ne de faşist diktatörler döneminde bu kadar insan öldürüldü. İnsanlık, Global resetle ortaya çıkan tehdit kadar büyük bir tehditle daha önce yüz yüze gelmedi. Her ülkenin yöneticisi, hayatta kalma aldatmacasıyla, kendi halkının katili yapılmak istendi. Böyle düşünen bir gazeteci herhalde konu ile ilgili viral olan, bakanlığın açıklama yapmak zorunda kaldığı, basında günlerce tartışma konusu olan bir konuda, ilgisiz ve sessiz kalamazdı.

Hakimler kanun teknikeri değildir. Hüküm verirken yüzünü sağa-sola değil, Hakka ve Halka döner. Her şeyin yasada olması beklenmemelidir. Yasalar da eskir. Yasalar zaten hukuka uygun değilse suç aleti olur. Hitler’in de, Musoli’nin de, Stalin’in de, Firavun’un da yasaları vardı. Millet adına karar veren yargı, her zaman yüzünü KAMU YARARINA dönmek ve olayı olgular ışığında efradına cami, ağyarına mani bir şekilde değerlendirmek zorundadır. Sosyal Media, ışık hızı ile bilgi aktarımına sebep olan, bilginin kendisi ve bilgi kaynağı hakkında her zaman emin olamayacağınız bir kaynaktır. Çok hızlı hareket etmek bir risk olduğu gibi, geç kalmak da aynı şekilde bir risktir. Ben hem gazeteci, hem de konuyla ilgili bir sözcüyüm. Bu anlamda benim artırılmış eleştiri hakkım bulunmaktadır. Karşı taraf ise kamu yöneticisi sıfatı bulunan bir kimsedir. Üstelik sıfatını taşadığı yöneticiliğin mesleki etik standartlarına dayanmayan, kendi uymadığı bir kuralı başkasına kaba şekilde dayatan bir tavır içindedir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2009’da Van 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ahlat Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Yücel İslam’la ilgili soruşturmayı haber yapan gazete aleyhine mezkur haberde kişilik haklarına saldırı oluştuğu gerekçesiyle tazminata hükmetti. Yargıtay bu kararı bozdu. Yargıtay, yayının görünür gerçeği yansıttığını, soruşturma sonucunda davacı hakkında iddiaların doğru çıkmamasının, görünürdeki gerçekliği ortadan kaldırmayacağı hükmüne vardı.

AİHM, somut olgular ile değer hükümleri arasında ayrım yapıyor. Somut olguların varlığı kanıtlanabilir. Değer hükümleri ise kanıtlanamaz. Bir değer hükmünün kanıtlanmasını istemek basın özgürlüğünü ihlal eder. Kaldı ki, biz pandemi yalanında ve CoVID hakkında sözcüsü olduğum “5GVirusnews platformu” olarak iddialarımızda haklı çıktık. Mevcut davaya konu olayda kendi görüşümün dayandığı somut bilgi kaynağını tanımıyorum. Kişinin mesajlarına baktığımda TBMM’de grubu bulunan bir partinin aktif üyesi, destekçisi olmakla birlikte Fake/Bot bir hesap değildi. Bir politikacının somut bir iddiası vardı. Ve ben o o iddianın iddiacısı da değildim. Sadece kendi görüşümü ifade ettim. “Gazeteciden, ayrıca bunların doğruluğunu araştırması istenemez.” AİHM’nin bu görüşü Colombani/Fransa, (2002), Bladat Troms/Norveç, (1999) davalarında da yer almaktadır.

Bu konuda, 1998'de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçilmiş ve 2008'e kadar bu görevde kalmış olan, hukukçu, diplomat, politikacı Rıza Türümen 28 Eylül 2009’da, Milliyet Gazetesinde çıkan “’Görünür gerçek’ ve basın özgürlüğü” başlıklı yazısında bu konuda şöyle diyor:“Yargıtay da bozma kararında ‘Yayının tümü görünür gerçeğe uygun bulunmaktadır. Soruşturmalar sonucunda, davacı hakkındaki iddiaların doğru çıkmaması, görünürdeki gerçekliği ortadan kaldırmaz ve gazetenin de haber nedeniyle sorumlu tutulmasını gerektirmez’ diyor. Her iki kararda da belirtildiği gibi, gazete haberindeki olgular soruşturmaya dayanıyor. Bu olguların kanıtlanmasını istemek, basın özgürlüğüne orantısız bir sınırlama getirir. Soruşturma dosyasında ortaya çıkan “görünür gerçek” kanıtlanamıyorsa, dava açmak için yeterli olmayabilir ama bunun haber yapılarak halkın bilgilendirilmesi basın özgürlüğü kapsamına girer.“ Bu dava konusu olay/ Olgu, AİHM kararları ve basın hukuku açısından basının somut olgulara dayanan haberin mutlak anlamda doğruluğunun araştırılması konusunu gazeteciye yüklemez. Anın gerçekliği üzerinden konuyu değerlendirme yükümlüğüne atıf yapar.

4. POST GERÇEKLİK (POST TRUTH), ARTIRILMIŞ GERÇEKLİK, SANAL GERÇEKLİK VE İŞBU DAVA İLE İLGİLİ BOYUTU

Post-gerçeklik (post-truth) Artırılmış gerçeklik, Sanal gerçeklik Media dünyamıza yeni giren kavramlardır.  Mediada Post-gerçeklik (post-truth)konusu, bu süreçte yeni bir kavramdır. Bu konuyu doğru anlamak için “Pasif aktivizm” denilen şeyin ne olduğuna bakmak gerekir. Ben olayı uzaktan izleyen, anlık gerçek karşısında oturduğum yerden ya da başka bir şeyle meşgulken dünyanın herhangi bir yerindeki bir olay hakkında tepki verebiliyorum. Bunun psikolojisi, riskleri ve sunduğu imkanlar açısından iyi değerlendirilmesi gerekir. Post gerçeklik, artırılmış sanal gerçeklik ve DeepFake olayı sorgulanmadan eski media anlayışı ile karar vermek gerçekçi olmayacaktır.

Her sosyal media haberi, potansiyel olarak bu riski taşır. Bu şekilde nitelendirilen kavram, yeni medyanın alternatif haber ve bilgi kaynağı olarak geleneksel tavrın dışında, onun yanında ve/veya karşısında, media dışı unsurların (PR, Lobi, istihbarat, politik propoganda ve manipülasyon aracı olarak) kullanılmasına imkan vermektedir. Bu Media da, MÜLKİYET (Yani yayıncı) yurt dışında ve global bir ağ şeklinde örgütlenmektedir. SORUMLU MÜDÜR de yoktur. ETİK KURALLAR ise, elektronik ortamda CHECKİNG ve MONİTORİNG, SCAN yöntemi ile belli konularda izlenmektedir. Şikayete bağlı işlemlerde ise zaman uzun bir periyoda yayılırken, kurallar çok esnek olduğundan devletler bile bu sürece yeteri kadar müdahil olamamaktadır. Ulusal ağlardaki sınırlandırmalar ise kolayca VPN (Virtual Private Network) yöntemi ile by-Pass edilebilmektedir. Ya da kişi birkaç dakika içinde profil değiştirebilmektedir. Bu uzaktan erişim yoluyla farklı ağlara bağlanmayı sağlayan İnternet teknolojisi dışında ayrıca DarkWeb/BlackWeb, Rasberry Pi veya Ethereum, BitCoin gibi kripto para birimi içine NFT (Non-fungible token) şeklinde yüklenmiş data yoluyla da çok farklı haberleşme yöntemleri giderek artmaktadır. Legal açık kaynak, popüler sosyal media siteleri ağır baskı ve yaptırıma tabi tutulutsa, gidecekleri yer DarkWeb olacaktır. Ya da Yurt dışı kanallar ve kaynaklar kullanılmaya başlanacak ya da şifreli haberleşme yolları denenecektir ki, bu kapalı, gizli, illegal, dış kaynaklı bir tehdide dönecektir. Özellikle MetaVerse bu anlamda, birilerinin kaçacağı öteki bir dünya olacaktır. Geleneksel kitle iletişim araçlarından yayılan habere ve bilgiye olan güveni tartışmalı hale getirilmesi ile esasen sosyal media kaçacak bir yer olurken, MetaVerse ve DarkWeb sosyal mediadan kaçmak için yeni bir adres olacaktır. Sosyal media haberlerinde makro düzeyde "doğruluk" beklentisi zaten yoktur ve olamaz. Hangi haber ve bilgilerin güvenilir olduğu, pazar yerindeki dedikodunun viral olması gibi bir durumdur. Sosyal media okur-yazarlığının henüz dini, ahlaki, etik ve moral çerçevesi oluşmuş değildir. Bu konu biraz da okuyucuların/katılanların neyi referans alarak kanaatlerini oluşturduğuyla ilgilidir.

Zaten güvenilirliği tartışmalı mecradaki bir ifade üzerinden yapılan bir yorumla, bir gazeteci ve toplum sözcüsünün etik bir uyarısını dava konusu yapmak anlaşılır bir durum değildir. Öte yandan gazeteci haber ve yazısını ya da Rd-Tv için programını oluştururken internet üzerinden tüm sosyal media ağları üzerinden asimetrik ve interaktif yöntemlerle sorgulama, haberleşme imkanlarından yararlanacaktır. Tıpkı bir televizyoncunun dış mekanlarda kamera ile görüş toplaması, ya da farklı kişilere, belli konularda sorular sorarak ya da düşünce aktararak geri dönüş alması gibi. Sosyal media üzerinden benzer metotlarla girişimlerde bulunması, esas gazetecilik faaliyetinin vazgeçilmez, ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

Yani herhangi bir sosyal media kullanıcısı ile, bir gazetecinin, televizyoncunun, radyocunun ya da toplumsal aktörün sosyal mediada faaliyet göstermesi aynı değildir. Gazetecinin sosyal mediadaki aksiyonu gazetecilik faaliyetidir. Bir sosyoloğun akademik bir çalışması için sosyal mediada ya da sokakta mini mülakatlar, anketler yapması, karşısındaki kişiyi akademik bir faaliyetin parçası olmasına rağmen akademisyen yapmaz ama, akademisyenin sosyal paylaşımı akademik bir faaliyettir. Ben bir gazeteciyim. Bir gazetecinin kendi yayın mecrası vardır. Jargonları vardır. Bir kişi ve/veya olay hakkındaki kanaatlerinin, duruşunun bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir. Dava konusu olay ortaya çıkana kadar davacı benim ilgi alanıma giren bir kişi de değildir. Yani suçun manevi unsuru olan KASTdan söz edilemez. Maddi olarak bir olay üzerinden farklı bir yorumla sürece katılmış olmayı, ilk ve yalnız benim şahsıma açılmış bir davaya dönüştürmesi aslında farklı bir niyetin ifadesi olarak yorumlanabilir.

Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Dr. Sevil Yılmaz’ın konu ile ilgili, “Hukuka Uygunluk Sebebi Olarak Haber Verme Hakkı“ başlıklı akademik makalesinin girişinde şöyle diyor: “Haber verme hakkı basın özgürlüğünün bir parçasıdır. Bu hak kullanılırken, kişilerin görüntüleri ve sesleri kamuoyuna sunulacağından hakların ilal edilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Haber verme hakkını kullananların fiilleri, bir hukuka uygunluk sebebine dayandırılmaktadır. Gazeteci sahip olduğu bu hak nedeniyle habere konu kişilerin kişilik haklarını ihlal etse bile yayın, hukuka uygun olmaya devam edecektir. ”Aynı durum STK temsilcisi ya da toplumsal sözcüler için de geçerlidir. Ben her iki sıfatı birlikte taşıyorum. Kişilik hakkının ihlallere maruz kaldığı en önemli alanı 1982 Anayasasının 28. maddesindeki “basın hürriyeti ve dolayısıyla basın mensuplarının haber verme hakkı” oluşturmaktadır. Kişilik hakları ile haber alma hakkı olarak tanımlanan, kamuoyunun merakı, gerçekleri öğrenme hakkı ve bunun gerçekleşmesinin aracı olan basın hürriyeti ve haber verme hakkı karşı karşıya gelmektedir.

Hukuka uygunluk sebepleri hukuka aykırı olan fiili başlangıçtan itibaren hukuka uygun hale getirmektedir. Bir fiil ya hukuka uygundur ya da aykırıdır. Hukuka uygunluk sebebi varsa hukuka aykırılık hiç doğmamıştır. Böyle bir sebebin bulunup bulunmadığı hukuk düzenini oluşturan yazılı ve yazılı olmayan bütün hukuk normları göz önünde tutularak tayin edilmektedir. (Sulhi DÖNMEZER, Sahir ERMAN. Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku. Genel Kısım Cilt: 2. Onuncu Baskı. Beta Yayınları1994)

“Toplumu oluşturan bireylerin Anayasa tarafından koruma altına alınmış olan kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan haberlerin, yorumların ve eleştirilerin sınırları içerisinde yapıldığı sürece, gazetecilerin sahip olduğu haber verme hakkı olarak nitelendirilen bir hukuka uygunluk sebebinden yararlanacağı hukuk düzenince kabul edilmektedir. Basın yoluyla kişilik haklarına saldırı niteliğinde bir yayının yapılması durumunda iki hukuksal yarar karşı karşıya gelmektedir. Karşı karşıya gelen ve birbiriyle uyuşmayan bu yararlar çatışma halindedir. Gerçekten, kişinin özel yaşamıyla ilgili bilgiler haber niteliği taşıdığı için, kitle iletişim araçlarıyla kamuoyuna duyurulduğunda, kişilik haklarına aykırı davranılmış olmaktadır. Buna karşılık haber kişinin özel yaşamını ilgilendirdiği için, yayınlanması engellendiğinde ise haber verme görevi yerine getirilmemiş, halkın bilgi almak hakkı önlenmiş olmaktadır”. (İÇEL, Kayıhan Yener Ünver (2005). Kitle Haberleşme Hukuku, Basin, Radyo- Televizyon, Sinema- Video, Internet. 6. Bası. Beta Yayınları. İstanbul.)

Sulhi DÖNMEZER, Sahir ERMAN gibi kişilerin görüşlerine göre “Haber verme hakkı, bilgilerin, görüntülerin, seslerin ve genel anlamda toplumun bir bölümünü veya tamamını ilgilendirebilecek tüm hususların kamuoyuna sunulmasını kapsamaktadır”. “Bu hak (…) kamuoyunun da toplumda cereyan eden faaliyetler hakkında bilgi edinmek ve değerlendirmek konusunda kamusal nitelik taşıyan haber alma hakkını da ifade eder. Haber alma hakkı gazetecinin haber verebilmesini mümkün kılar” “Haber verme hakkı kullanılırken, gazetecinin habere konu olan kişilerin menfaatlerini ihlal etmesi mümkün olabileceği için haberi verenler hakkında hukuki ve cezai anlamda sorumluluk söz konusu olmaktadır. Kurallara uygun hareket ettiği sürece gazeteci hukuk düzenince tanınan basın özgürlüğünden kaynaklanan bir hakkını icra etmektedir. Haber verme hakkını kullananlar hakkın icrası veya hakkın kullanılması şeklinde ifade edilen bir hukuka uygunluk sebebinin kapsamına girmektedirler. Haber verme hakkı sınırları içerisinde kalan fiiller hem özel hukuk hem de kamu hukuku açısından hukuka aykırı kabul edilmemektedirler.”

5. BİR FİİLİN HUKUKA UYGUNLUK SEBEPLERİ

Anayasa'nın 28/2. maddesi “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır" demek suretiyle kişilerin haber alma ve gazetecilerin haber verme haklarını korumuştur. Çatışan yararlar arasında kişilik hakkının karşısında kamu yararı daima üstün tutulmaktadır. Haber verme hakkı kullanılırken kişilerin bilgileri, görüntüleri, sesleri kamuoyuna sunulacağından habere konu olan kişilerin haklarının ihlal edilmesi de kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla haber verme hakkını kullananların fiilleri bir hukuka uygunluk sebebine dayandırılmaz ise hukuki ve cezai sorumluluklarının doğacaktır.” Bu anlamda “Haber verme hakkı bir hukuka uygunluk sebebidir”. Hukuka uygunluk şartı;Gerçeklik, Güncellik, Kamu yararı, Toplumsal ilgi, Konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık ve ölçülülük temel kuralları ile sınırlıdır.” Söz konusu davada bütün bu şartlar, hem basın, hem toplumsal sözcü sıfatı ile en üst seviyede gerçekleşmiştir. Bu anlamda basın özgürlüğü kişilik haklarından üstündür, mesaj gerçeğe uygun, gerçeğe uygun objektif ölçütler içinde uyulması, biçimle öz, maddi şartlar kasıt ve manevi unsurlar açısından herhangi bir sorun söz konusu değildir. Dava konusu olan, üstün tartılan değer için mecra uygun bir araç olup uygun bir dil kullanılmıştır. Bu çerçevede daha üstün olan yararın korunması, diğer yararın sınırlanması anlamına gelmektedir. Üstün olan yarar karşısında sınırlanan yarar, hukuksal korumadan yararlanamayacak, bu yararın sahibi hukuka aykırılık iddiasında bulunmayacaktır. İçtihatlar bu yöndedir.

BASIN YOLUYLA KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI HALİNDE ÜSTÜN YARARIN İCRASI

konusunda Dumlupınar Üni’den Seçil Banar’ın2006’da kaleme aldığı,“Türkiye'de Haber Verme İşlevinin Kişilik Hakları ve Etik Yaklaşımla Değerlendirilmesi" konulu makalesinde ifadesini bulan şu tespitler önemlidir: “Bir tarafta basına tanınmış olan özgürlük diğer tarafta saldırıya uğrayan kişinin şeref haysiyet veya özel yaşamına ilişkin yararı bulunmaktadır. Bunlardan hangisinin korunması, bir başka ifadeyle üstün sayılması gerektiği konusunda yararların tartılması yoluna gidilecektir. Basın yoluyla şeref, haysiyet veya özel yaşamı ihlal eden açıklama uygun bir amaca ulaşmak için uygun bir araç ise kişinin kişilik hakkına ilişkin yararına nazaran üstün tartılacak ve hukuka uygun olarak değerlendirilecektir”.

Basının görevi, kamu yararını ilgilendiren her konu hakkında, toplumu gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, muhtemel sorunlar konusunda kamuoyunu düşünmeye sevk edecek tarzda tartışmalar açmak; insanları ülke ve dünya sorunları, siyasal ve ekonomik gündem üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek ve uyarmak ve halkı içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları bakımından düşünmeye sevketmektir. O halde basın halka ulaştırılmasında kamu yararı bulunan haberleri zamanında ve gereken ayrıntıları ile ve doğru olarak toplayıp topluma ulaştırdığı, kamuoyunun serbestçe oluşumunu sağladığı ve önemli olarak da kamu gücünü elinde tutanlar üzerinde toplumun denetimine aracı olduğu sürece kendisi de ANAYASAL ÇERÇEVEDE BİR KAMU GÖREVİ yapmış olmaktadır.

Ahmet KILIÇOĞLU’nun, “Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk” isimli kitabında yer verdiği şu görüşler dikkat çekicidir: “BASIN kamusal görevler icra etmektedir. Basın, toplumun yararını gözeterek yaptığı yayınlarda kişilik haklarına saldırı niteliği bulunmakta ise değer olarak kamu yararı üstün tutulacaktır. Çatışan yararlar arasında, kişilik hakkının karşısında kamu yararı daima üstün tutulup korunmaktadır.”

Basın’ın haber alma yanında haber verme, denetim ve eleştiride bulunma ve kamuoyunu açıklama ve oluşturma görevleri vardır. Bu davada, daha önce de belirttiğim gibi KAMU GÖREVLİSİNE, KAMU GÖREVİNİN İCRASI DOLAYISI İLE BİR MÜDAHELE İDDİASI vardır. BASIN ve STK’ların, Kamu Otoritelerine karşı artırılmış eleştiri hakkı ve kamu otoritelerinin de artırılmış tahammül yükümlülüğü vardır. Sıradan iki kişi arasında gerçekleştirildiğinde suç kabul edilebilecek bir söz veya yazı, basın mensubu ile kamu otoritesi arasında gerçekleştirildiğinde burada sözkonusu olan kamu yararı ise, suç olmayabilir. Kamu görevlisi olduğunu söyleyen kişi, kamu görevinin gerektirdiği ciddiyet ve titizlikten uzak davranışı sebebi ile zaten bakanlığınca açıklama yapma zarureti doğmuştur. Bu konuda Medeni Kanunun 24. Maddesi delaletiyle verilen bir çok Yargıtay kararlarında “kişilik hakkının korunması amacının yerine göre kamusal değer taşıyan görevler karşısında ikinci dereceye düşeceği ve basının kamusal görevlerinin üstün tutulması zorunlu hale gelmektedir”. Medeni Kanunun 24. maddesinin 2. fıkrası "Şahsiyet hakkı ihlal edilenin rızasına veya üstün nitelikte bir özel ya da kamu yararına veya kanunun verdiği bir yetkiye dayanmayan her tecavüz hukuka aykırıdır." şeklindeki hükmü ile basının sözü geçen kamusal görevlerinin kullanılması durumunda hukuka aykırılıktan söz edilemeyeceği kabul edilmiş olmaktadır. Elbette Kişilik haklarını ihlal eden bir basın açıklamasının hukuka uygun olarak değerlendirilebilmesi için açıklamanın kamu yararı amacı için uygun bir araç olması gerekmektedir ve örnek olayda bu konuda bir sorun yoktur.

Basın yoluyla düşünce açıklama hakkı bu hakkın sınırları içinde kalındığı sürece hukuka uygun sayılacak ve böyle bir hakkın kullanılmasından kişiler olumsuz yönde etkilense dahi haber ya da yazı hukuka aykırı sayılmayacaktır. “Bu durumda verilen bir haberin ya da yazılan bir yazının hangi hallerde hukuka uygun sayılacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Çünkü basın yoluyla düşünce açıklamak hakkı ile kişilik haklarının sınırlarının belirlenmesi, sorunun çözümüne bağlı olmaktadır. Basının haber verme hakkı gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi, konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık temel kuralları ile sınırlıdır. Eğer bir haber temel kurallardan birisine ters düşerse bu takdirde hakkın hukuka uygunluğundan söz edilmesi olanağı olmayacaktır." (YARGITAY HGK. 22.05.2002, E:2002/4-423,K: 2002/430)

Olay gerçekse ki, dava konusu video bir çok Tv kanalında İnternet medyasındaki farklı mecralarda da yayınlandı ve hala da yayınlanmaya devam etmektedir ki buradaki gerçeklik mutlak/somut gerçeklik değil, o anın, zamanın gerçekliğidir. Haberin verildiği andaki beliriş biçimine uygunluk şeklinde anlaşılan bir gerçekliktir. Haberin verildiği sıradaki olgulara, genel anlayış ve kavranışa uygun bir muhtevada olması ile basın açısından koruma kalkanı oluşmuş kabul edilir. Media mensubunun haberin gerçekliğini kanıtlamak yükümlülüğü bulunmamaktadır. Burada bir gazetecinin kendi gazete, radyo veya televizyonda yayına hazırlanırken, toplumsal ilgi ve refleksleri kontrol etmek için sosyal media ağlarını kullanıyorsa, bu asıl görevinin bir parçası kabul edilmelidir. Kaldı ki ben aynı zamanda bir platform sözcüsüyüm.

Haber verme hakkının temeli sayılan kamu yararı ve toplumsal ilgi örnek olayda en üst seviyededir. Kamu yararı ve toplumsal ilgi açısından siyaset ve bürokraside görev alan kamu görevlileri en ağır eleştirilere göğüs germek zorundadır. Bilal KARTAL, Yargıtay Dergisi Ocak-Nisan 1997 sayısında yayınlanan "Basın Yayın Yoluyla Kişilik Haklarına Saldırı ve Hukuki Sorumluluk" başlıklı makalesinde “Devlet memuru ve siyaset adamlarının yapmış oldukları işlemleri nedeniyle eleştirilmeleri, bir ölçüde özel yaşamlarının da eleştirilmesini haklı kılmaktadır” demektedir. Aynı şekilde artistler ve sanatçılar içinde tahammül zorunluluğu bulunmaktadır. Bu kişiler özel hayatları ile ilgili haberleri bulundukları durum nedeniyle peşinen kabul etmektedirler.

Şu yadsınamaz bir gerçektir ki, “Basın özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır.” Bu nedenle bazen basın özgürlüğü ile kişilik hakları çatışabilir. Bu çatışma halinde haberin verilmesinde hukuka uygunluk sınırı içinde kalındığı takdirde basının sorumluluğundan söz edilemez. Basının, kamu görevi yaparken göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, objektiflikten ayrılıp, haber sınırını aşarak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunarak, gerçek dışı haber verilir, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanılır, dürüstlük kuralına aykırı davranılır ve kişisel nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayın yapılırsa bu hukuka aykırı olur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 9.10.1985 gün ve 1985/4-96-790 sayılı kararı 6.3.2002 gün ve 2002/4-115-151 sayılı kararında da bu ilkeler vurgulanmıştır.

Bir çok Yargıtay kararında bu durum açıkça vurgulanmaktadır. “(…)Bu ilkelerin ışığında somut olaya baktığımızda, davacı milletvekili seçilmiş ve tartışmalara konu olmuş, herkesçe bilinen ve tanınan bir politikacıdır. Tanınmış kişilerin davranışlarını, yaşayış tarzlarını halkın bilmesinde yarar bulunmaktadır. (…) basının haber verme hakkı sınırları içinde kalınmıştır. Bu durumda hukuka aykırılıktan ve kişilik haklarına saldırıda bulunulduğundan söz edilemez.' (YARGITAY HGK 15.05.2002, E. 2002/4-413). “(...)Basın haber verme fonksiyonunu yerine getirirken kullanacağı hakkın özel hukuk alanındaki sınırı, gerçeklik, kamu yararı ve toplumsal ilgi, güncellik, konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılık kuralları ile belirlenmiştir. Haber verme hakkı bu sınırlar içinde kaldığı sürece, davacının kişilik hakları zarar görse bile hukuka uygundur. Haberin gerçek olduğu mahkemece de kabul edilmiş, ifadelerde aşma olduğu belirtilmiştir. Oysa yazının değerlendirilmesinde tek tek kelime ve cümlelerin anlamı değil, bütününden kastedilenin esas alınması gerekir. Dava konusu yazı gerçek olduğuna ve kuşanılan sözcükler de konu gereği amaç ve araç bakımından da aşırı olmadığına göre bu yayın basının haber verme ve eleştiri sınırları içinde kalır, davanın reddi gerekir." (YARGITAY 4. H.D. 12.07.2001, E. 2001/3701, K. 2001/7537)

6. KAMU GÖREVİ VE KAMU GÖREVLİSİ TANIMI, VALİ KAMU GÖREVLİSİDİR. GAZETECİ VE STK SÖZCÜSÜ DE KAMU GÖREVİ YAPMAKTADIR.

Burada bir paradoks var gibi gözükmektedir.

6.1. Müşteki, Kamu yöneticisi olmaktan söz etmektedir. Gazeteciler ve toplumsal sözcüler, anayasa ve uluslararası sözleşmelerine göre, Kamu haklarının koruyucusu olarak “KAMU GÖREVİ” YAPAR.

6.2. Müşteki, KAMU GÖREVİ’nin engellenmesi ya da etkisizleştirilmesine yönelik bir yayından bahsetmektedir. Ki Kamu görevlisinin kendi uymadığı bir kuralı başkasına dayatma, sivil insanları sokakta azarlama hak ve yetkisi yoktur. Bu durum Kamu Görevinin suistimalidir. Zaten onun için İçişleri Bakanlığı açıklama yapma gereği duymuş, kendi de “yanlış anlaşıldım” diye açıklama yapmak zorunda kalmıştır. Dolayısı ile iddianamedeki KAMU GÖREVİ ile ilgili iddialar geçersizdir. HEM KAMU GÖREVLİSİ sıfatı, HEM KAMU GÖREVİ iddiası bu dava için sözkonusu değildir. Kamu Görevlisi, kamu görevini kanunun kendine tanıdığı sınır, alan ve şartlarda, usul ve esasa bağlı olarak yerine getirir. KEYFİ ve KURAL DIŞI davranışlar koruma kapsamında değildir. Aslında kamu görevlisinin bu yaptığı suçtur. Yasalar ve mahkemeler suçu ve suçluyu korumaz, koruyamaz. BASININ ve SÖZCÜ KAMU DENETÇİSİNİN, HABER VERENİN, KAMU FERTLERİNİN ve TOPLULUKLARININ GÖREN GÖZÜ, İŞİTEN KULAĞI, TUTAN ELİ, HAYKIRAN SESİ OLMA GÖREVİ vardır. Bu çerçevede Müştekinin KAMU PERSONELİ ve KAMU GÖREVİ iddiası kendi lehine değil ALEYHİNE bir sonuç doğurur. Çünkü GAZETECİ ve SÖZCÜ’lerin KAMU OTORİTELERİ ve GÖREVLİLERine karşı artırılmış eleştiri hakkı, KAMU PERSONELİnin, KAMU GÖREVLERİne ilişkin eleştirilere karşı ARTIRILMIŞ TAHAMMÜL YÜKÜMLÜLÜKLERİ vardır.

7. HUKUKA UYGUNLUK SEBEBİ OLARAK HABER VERME HAKKI

Selçuk Üni. İletişim Fak.’den den Dr. SEVİL YILDIZ’ konuyla ilgili akademik makalesinde, “Haber verme hakkı basın özgürlüğünün bir parçasıdır. Bu hak kullanılırken kişilerin bilgileri, görüntüleri ve sesleri kamuoyuna sunulacağından hakların ihlal edilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Haber verme hakkını kullananların fiilleri bir hukuka uygunluk sebebine dayandırılmaktadır. Gazeteci, sahip olduğu bu hak nedeniyle habere konu olan kişilerin kişilik haklarını ihlal etse bile yayın, hukuka uygun olmaya devam edecektir” der.

Kişilik hakkının ihlallere maruz kaldığı iddia edilen en önemli alan 1982 Anayasasının 28. maddesinde düzenlenen basın hürriyeti ve dolayısıyla basın mensuplarının haber verme hakkı oluşturmaktadır. Kişilik hakları ile kamuoyunun merakı, gerçekleri öğrenme, haber almahakkı ve bu amaçlara hizmet eden basın hürriyeti ve haber verme hakkı karşı karşıya gelmektedir.

Haber verme hakkı basın hürriyetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasanın 28. maddesi "Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır" demek suretiyle kişilerin haber alma ve basın mensuplarının haber verme hakkını korumaktadır. İnsan haklarına saygılı rejimlerde halkın devlet yönetiminde söz sahibi olabilmesi, iç ve dış olayları eksiksiz öğrenebilmesi, olup biten her şeyden haberdar olması gerekmektedir. Bunu sağlayacak en önemli araç basın/televizyon/radyodur. Öte yandan, Hukuka uygunluk sebepleri hukuka aykırı olan fiili başlangıçtan itibaren hukuka uygun hale getirmektedir. Sulhi Dönmezer’e göre “Bir fiil ya hukuka uygundur ya da aykırıdır. Hukuka uygunluk sebebi varsa hukuka aykırılık hiç doğmamıştır. Böyle bir sebebin bulunup bulunmadığı hukuk düzenini oluşturan yazılı ve yazılı olmayan bütün hukuk normları göz önünde tutularak tayin edilmektedir”

8. KAMUDA GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU

Bu konu Türk Hukukunda “Millete ve Devlete Karşı Suçlar” “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklığı altında düzenlenmiştir.TCK'nın "Görevi kötüye kullanma" başlıklı 257. Maddesi bu konu ile ilgili olup,TCK 5237 sayılı yasada “görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma” suçları tek suç tipi altında birleştirilmiştir. “Görevi kötüye kullanma suçu” icrai bir suçtur. Yeni düzenleme ile 765 sayılı TCK’da yer verilen “keyfi muamele, görevi kötüye kullanma ve görevi ihmal” suçları ayırımından vazgeçilmiştir. Madde gerekçesinde de ifade edildiği gibi “bir kamu göreviyle görevlendirilen kişi, bu kamu faaliyetinin yürütülmesi sırasında, görevinin gerekli kıldığı yükümlülüklere uygun hareket etmek zorundadırlar. Öyle ki; kamu faaliyetlerinin gerek eşitlik gerek liyakatlilik açısından adalet ilkelerine uygun yürütüldüğü hususunda toplumda hâkim olan güvenin, inancın sarsılmaması gerekir. Bu yükümlülükle bağdaşmayan davranışlar, belli koşullar altında suç olarak tanımlanmıştır. Görevi kötüye kullanma suçu, bu bakımdan genel, tali ve tamamlayıcı bir suç” olarak tanımlanmıştır.Buradan anlaşılan şudur: Görevin gereklerine aykırı davranışın, ihmalî bir hareket olması hâlinde de, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir.765 sayılı TCK’da yeralan keyfi muamele, görevi kötüye kullanma ve görevi ihmal suçları kapsamında yer almaktadır. Görevin gereklerine aykırı davranışın, ihmalî bir hareket olması hâlinde de görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir. TCK’nın 257/1’e göre; “kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında”, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olma da bu suç kapsamındadır. Burada zarar halkın alenen azarlanması ve rencide edilmesidir. Azarlamaya muhatap olan kişiler, yolda arkadaşı ile yürüyen kişiler, aile fertleri, arkadaşının fiziki desteğine muhtaç olabilir ya da mesela astım hastası gibi bir hasta da olabilir. Yargıtay CGK’ya göre; “görevin gereklerine aykırı hareket etmekten, kamu görevlisinin görevini kanun, idari düzenlemeler veya talimatların öngördüğü usul ve esaslardan başka surette ifa etmesi anlaşılmaktadır. Bu anlamda kamu görevlisinin herhangi bir şekilde kanuni yetkisini aşması, kanunun aradığı şekil şartlarına uymaması, takdir yetkisini amacı dışında kullanması, kanunun emir ve müsaade ettiği hareketinin gerektirdiği ön şartlara aykırı hareket etmesi, (…) gibi fiiller görevin gereklerine aykırılık kapsamında kalmaktadır”.

Bununla ilgili uygulamadan bazı örnek haller şunlardır:

A-Görev nedeniyle kullanılan yetkilerin aşılması. Düzenleyici işlemlerle ya da idari usul ve geleneklerle belirlenen usul ve şekle uyulmaması.

B-Takdir yetkisinin açıkça amaca aykırı kullanılması.

C-Görevin gerektirdiği ön koşullara uyulmaması. vd.

Esasen burada “hukuken sahip olunmayan bir yetkinin kötüye kullanılması” ayrı bir suçtur. Yetkiyi kullanırkenki uslup ayrı bir sorumluluk gerektirir. 14.3.2002’de Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “çağdaş anlamda polisliğin suçluları yakalamada gösterilen başarı ile değil halkla ilişkilerin niteliği, halktan alınan yardım ve destekle ölçüldüğü” anlayışından yola çıkarak Türk polisi için yayınladığı 22 maddelik “davranış ilkeleri”nde ifade edilen hususlar, en azından polisin de amiri konumundaki Valilik makamını işgal eden kişiden de beklenir. EK: ‘de sunduğum bu ilkeler manzumesinde “Evrensel anlayış, polisin bir korku kurumu olmaktan çıkarılarak bir güven kurumu haline getirilmesini zorunlu kılıyor” denilmektedir.

Bu ilkeler manzumesinde, “Güvenilir olmak: Yaptıklarımızla söylediklerimiz çelişmemelidir.” Dava konusu mesajın hareket noktası olan olayda, yapılanla söylenen birbirine uymamaktadır. Ayrıca şu kurallar bulunmaktadır: Sempatik olmak: Karşımızdaki kişi bizi dost olarak görmeli, bize sempati duymalıdır. Benzerlik Kurmak: Duygu, düşünce ve davranış itibariyle aramızda fark olmadığı hissettirilmelidir. İlgi göstermek: Başvuru ve iş için gelen insana, işi ile ilgili yol gösterilmelidir. Bunu yaparken ciddi ve saygılı bir biçimde davranılmalıdır. Terbiyeli ve nazik bir dil kullanmak: Vatandaşa karşı her zaman güler yüzlü ve nazik olunmalıdır. Görevimizi gereği ilişkide bulunduğumuz insanlara “Günaydın, iyi akşamlar, iyi günler,” gibi standart cümleler ile hitap edilmeli. Medeni ve ciddi bir tavır takınmak: Kılık kıyafetimizden konuşmamıza hal ve hareketlerimizden çevremizin düzen ve tertibine kadar her durumda ve her yerde örnek davranışlar sergilemeliyiz. Vatandaşlarımıza karşı, “Bayım, bayan, bey amca, hanım teyze, hanımanne, peki kardeşim, hayır canım, peki abi vb.” hitaplar kullanmamalıyız. Davranışlarımızla, herkese saygın ve ciddi bir kurumun mensupları olduğumuz göstermeliyiz. (…) Onlara değer verdiğimizi hissettirmeliyiz. Bölgemizdeki vatandaşların, gelenek, alışkanlık ve değerlerine saygı göstermeliyiz. Zaaflarını anlayışla karşılamalıyız. (…) Ses tonumuzu iyi ayarlamalıyız. Sesimiz, jest ve mimiklerimiz, anlattığımız olaya uygun ve doğal olmalı. Bu kişileri ortamda tahrik edici tutum ve davranışlardan kaçınmalıyız.  (…) Yol gösterici olmak: Bizden yardım isteyen kim olursa olsun yardımcı ve yol gösterici olmalıyız.  İnsana değer vermek: Suçu ne olursa olsun insana sadece insan olduğu için değer vermeliyiz. Suçun kontrolünde insan haklarının korunmasına riayet etmeliyiz.  Bu anlamda POLİSTEN beklediğimiz anlayışı bir VALİ’den de beklemek hakkıdır bu insanların. Benim mesajımda buna atıf yapılarak Recep Yazıcıoğlu örnek gösterilmiştir.

YCGK. 2013/347K. Kararına göre,5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 257. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için norma aykırı davranışı yeterli değildir. Bunun yanında objektif cezalandırma şartlarından kişi mağduriyeti, kamu zararı, kişilere haksız bir menfaat (kazanç) sağlama unsurlarından birisinin de mevcut olması gerekir. (…) Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetini sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir.” Burada gözönünde tutulması gereken bir hususu ayrıca bilgilerinize sunuyorum: İlgili Kanunun 2010 öncesinde “Menfaat” kavramı yerine “Kazanç” kelimesi kullanılmıştır. 2010 yılındaki değişiklikle “Kazanç” ibaresi “Menfaat” olarak değiştirilmiştir. Böylelikle “Kazanc”ı da kapsayan bir anlam genişlemesi sözkonusu olmuştur.. “Menfaat” ifadesiyle maddi ya da manevi menfaatlerin tümü kastedilmiştir. Bu kavrama “İtibar görme”, “destek arama”, “belli çevrelerin dikkatini çekme” gibi PR faaliyetleri de “Menfaat” kapsamına girmektedir. TDK’ya göre, “Menfaat”, her türlü “çıkar, yarar” gibi edinimlerin tümünü kapsamaktadır. Etimolojik olarak Menfaat “kişisel yarar”, “kişisel fayda”, “kişisel çıkar”, “kişisel göze girme” umularak yapılan her söz ve iş için kullanılır. Bu kollektif bir davranış olabilir ya da belli bir topluluğu yüceltme, ya da aşağılamaya yönelik, doğrudan ve dolaylı olarak kazanım elde etme, avantajlı konuma geçme gibi bir durumu da ifade edebilir. “Menfaat sağlama” Kişiyi ya da bir topluluğu “istenilen hedefe ulaştıracak ya da yakınlaştıracak türlü söz ve fiil”i kapsar.

Yargıtay Ceza Genel Kuruluna ait 2005 tarihli bir kararında mağduriyetin ölçütüne ilişkin “Mağduriyet kavramı, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade eder” denilmektedir. Burada halkın azarlanması, psikolojik baskı biçiminde bir manevi zararı ifade etmektedir.

Eleştirinin muhatabı olan Kamu görevlisi; sözkonusu davranışı ile aslında, bir yandan bir Lobi nezdinde kendine itibar sağlarken, benim gibi mRNA ve CoVID 19 Lobisi karşıtı bir sözcüye karşı bu tepkisi ile ayrıca bazı lobi ve çevreler nezdinde kendine itibar sağlamaya yönelik bir davranış içine girmiş olabilir. Bu da müştekinin bu şekildeki hukuk dışı davranışı kendine PR anlamında bir yarar sağlamaya yönelik olarak değerlendirilebilir ki, bu da yasaya göre aynı yasa çerçevesinde suç unsuru olarak değerlendirilebilir. Kaldı ki, benim o gün ileri sürdüğüm tez ve görüşler, bugün itibar gören, bir çok ülkede yargıya konu olan, parlementolarda tartışma konusu olan bir olayla ilgilidir. Bu anlamda EK:1 deki belge bu konuda ayrı bir kanıt oluşturan bir olgu ile ilgili bir belge mahiyetindedir.

Bu belge incelendiğinde görülecektir ki, “Pfizer ve BionTech firmalarının Avrupa Birliği’ne sunduğu kovid aşısı güvenlik raporunda, 1,6 milyon yan etki vakasının tespit edildiği ve Miyokardit gibi ciddi yan etkilerden haberdar olunduğu ortaya çıktı. Alman BionTech’in geliştirdiği ve Amerikalı ilaç tekeli Pfizer’ın üretip dağıttığı kovid mRNA aşıları ile ilgili yeni bir skandal gündeme geldi. MAHKEME ÖNCESİ RAPOR ORTAYA ÇIKTI Birçok defa aşı kaynaklı miyokardit (kalp kası iltihabı) ve anafilaksi (vücudun aşırı alerjik reaksiyon göstermesi) gibi yan etkilerle itham edilen kovid mRNA aşıları için BionTech yetkilileri, Almanya’da mahkeme karşısına çıkacak. Öte yandan mahkemeden önce Avrupa Birliği’nin ilaç denetleme ve düzenleme kurulu Avrupa İlaç Ajansı’na (EMA) sunulan rapor kamuoyuna arz edildi. Rapora göre Pfizer ve BionTech, aşının yan etkilerini bile bile piyasaya sürdü.” Daha fazlası EK’li belgede mevcuttur.

Burada not edilmesi gereken bir diğer konu ise, bu gün ülkemizde, o günlere ilişkin maske, mesafe gibi sebeplerle idari para cezasına çarptırılanların tümüne, başvurulması halinde paraları iade edilmektedir. Bu durumda o günkü uygulamaların haksızlığına, hukuksuzluğuna bir delil olarak not edilmesi gerekir. TCK’nın 257/1. maddesine göre; kanunda, ayrıca “suç olarak tanımlanan haller” dışında, “görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle”, kişilerin mağduriyetine, kamu zararına neden olan ya da kendi lehine ve/veya başka kişilere haksız bir “menfaat” sağlayan kamu görevlisine hukuki bir yaptırım olmasa bile, yansımaları itibarı ile, özgün derdest örnekte olduğu gibi, tartışılan olay bağlamında haklı ve haksız tarafın belirlenmesinde önemli bir role sahip olacaktır.

Örnek olayda halka karşı “onur kırıcı bir davranışla azarlama” söz konusu olduğu gibi, “kendine de belli bir lobi nezdinde itibar sağlama ihtimali” mevcuttur. “Kamu zararı” olarak ise, “halkın yönetime saygısı, itibarı açısından ciddi bir risk oluşmuş ve sosyal media’da büyük bir tepki oluşmuş, konuyla ilgili İçişleri Bakanlığı açıklama yapmak zorunda kalmıştır”. Bu durum toplumun YÜRÜTME temsil eden bir kişinin şahsına kuruma güvenini zedeleyici ve alt bürokrasi açısından da emsal teşkil edebilecek bir tutum olarak öne çıkmaktadır.

Kamu görevlisi görevini yerine getirme konusunda gerekli hassasiyet, dikkat ve özeni göstermek zorundadır. “Bir Valinin, diğer kamu görevlileri içinde geçerli olduğu gibi, yasanın, makamın saygınlığına ilişkin düzenlemelerde sözü edilen doğruluk ve ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranma yükümlülüğü”ne uymaması, bir görev ihmali anlamına gelir. Valilik örnek alınması gereken, devleti temsil makamıdır. Vali böyle davranırsa, memuru yurttaşa karşı nasıl davranır, bunu hesaba katmak gerekir. Sözü edilen doğruluk ve ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranma yükümlülüklerine aykırı hareket en alt seviyede olsa bile görevle mütenasip olmayan, gerekli nezaket ve nezahet konusunda kusur ve ihmal teşkil eden davranışlarının disiplin cezaları verilmek suretiyle de olsa tecziye edilmesi gerekir.

Bu ayrıntılar, dava konusu mesajın fiili durum açısından doğru değerlendirilmesi için gereklidir. En azından, benim sürece dahil olmamın mantığını doğru anlamak için buna zaruret vardır.

Bildiğim kadarı ile “Görevi kötüye kullanma suçu” şikâyete tabi katolog suçlardan değildir. Dolayısı ile suçun soruşturulması için herhangi bir şikâyet süresi de yoktur. Dava zamanaşımı 8, ceza zamanaşımı süresi ise 10 yıldır. Suçun yargılaması Asliye Ceza Mahkemelerince yapılır. 

9. KONUNUN MOBİNG SUÇU İLE İLİŞKİSİ ve ÖĞRETMEN-ÖĞRENCİ İLİŞKİLERİNDE AZARLAMA

Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde, “Mobbing” kavramı BEZDİRME kelimesi ile eşleştirilmiştir. Aslında “Yıldırma” “Caydırma”, “Bastırma”, “Korkutma”, “Eziyet” etme da aynı gayeye hizmet eden fiillerdir. Bu tür bir psikolojik taciz çok nadirattan olsa da tekrar etmemesi için yargının bir içtihat oluşturması gerekir. Mobing ile ilgili bir çok yasada dolaylı şekilde tanımlanan suç tipleri mevcuttur. Eziyet Suçu (TCK m.96) bu çerçevede ilk akla gelen düzenlemedir.

Küçük yaşlarda okuldan soğumaya sebep olan arkadaşları tarafından alaya alınma, dışlanma, öğretmenler tarafından uygulanan baskılar çocuğun ilerleyen yıllarda önüne her zaman bir duvar gibi çıkacaktır. BU DURUM ÇOCUKLARIN ÜNİVERSİTE, İŞ HAYATI VE TOPLUM İÇİNDE CİDDİ SORUNLARA SEBEB OLMAKTADIR. Nasıl gençlerin kişilikleri desteklenmeli, örselenmemeli ise, onların anne-babaları, toplum içinde her meslekten insanların onurlarının korunması da aynı şekilde önemlidir.Bu konuda Psikolog, sosyologlar, pedagoglar“psikolojik taciz”, “psikolojik terör”, “psikolojik şiddet”, “bezdirme” gibi başka kavramlar da kullanmaktadır.

Bugüne gelirken, CoVID sürecinde insanlar ne olduğunu bilmedikleri bir sıvı ile ilgili olarak korkutmaya dayalı bir yöntemle, ONAM alınarak, zorunlu kobay olarak kullanıldıkları haksız bir eyleme mecbur bırakılmışlar, sentetik elyaftan yapılmış maskeleri takmaya zorlanarak daha az oksijen almalarına sebep olunmuş, mikrobun yoğuşturulması sonucu hasta olma risk ve ihtimali artırılmış, faydalı değil zararlı olduğu anlaşılan ilaçları kullanmaya zorlanmıştır.

Dava konusu olay, böyle bir ortamda yaşanmıştır.

Böyle bir dayatmayı ne amir memuruna, ne patron işçisine, ne bir öğretmen öğrencisine yapamaz. Bu iş o raddeye geldi ki, av hayvanlarının aşılanması yönteminde olduğu gibi uzaktan havalı tüfeklerle aşı olmak istemeyenlerin aşılanması bile yüksek sesle tartışılmış, birileri de “köpek gibi aşı olacaksınız“ demiştir. Bir söz ve eylem, o günkü şartlar içinde anlam ve değer kazanır.

Türk Dil Kurumu, "Bezdiri" kelimesini "İş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürme" şeklinde tanımlamıştır. (http://www.tdk.gov.tr, 2015) Bu örnek olayda Valinin sokakta kameralar

önünde topluma yönelik, haksız, hukuksuz, kaba bir şekilde BEZDİRME fiili sözkonusudur. Bezdirme fiilinde “hakaret içeren söz, tutum ve davranışlar” ayrı bir cezai mesüliyet gerektirir. Yani 2. Ayrı bir suç oluşturur.Bu şekilde psikolojik baskıya maruz kalan kişilerde toplumsal anomaliler gelişmekte, öfke dozu yüksek, ani tepki veren,bedensel, ahlaki ve zihinsel gelişimi sorunlupsiko sosyal davranış bozukluklarına ve fiziksel travmalara neden olabilmekte; kişilerin toplumsal hayata aktif katılımını engelleyebilmektedir. “Şiddet, insanın özgür irade’ye sahip olması önünde engel oluşturmaktadır. Ahlak ve sağlık yanındaiyi hal ve gidişini tehdit eden ferdi tekamülünü engelleyen bir tereddiye sebep olmaktadır. Amirlerin memurlara, müdürlerin öğrencileri önünde öğretmenlere, öğretmenlerin öğrencilerin yanında velilere ya da veliler yanında öğrencilere yönelik kaba davranışları benzer sonuçların doğmasına sebep olmaktadır.

Milliyet gazetesinden 2.8.2011 tarihli bir haberde “Öğrenciyi Aşağılayan Öğretmene Dava” başlığı altında, Öğretmeninin ''Sen kendi başına iş yapamıyorsun, özgüvenin yok'' dediği 12 yaşındaki öğrencinin ailesi suç duyurusunda bulundu” diye bir haber vardı (Bakınız EK:4A)

Davaya konu olayda, Vali, sokağa çıkıp, kendi uymadığı kurallarla ilgili olarak kim olduklarını tanımadığı sokaktan geçen kişilere ve esnafa talimatlar veriyor ve onları azarlıyor. Olay bir öğretmen-öğrenci ilişkisinden çok daha vahim bir durumu gözler önüne sermektedir. Bu olayda benim sürece katılıp üslendiği rol ortadadır ve etik bir duruştur. Haber Ekspres’te 2.12.2021 de yayınlanan bir haberde de “Öğrenciyi Azarladığı Görüntülerle

Gündeme Gelen Öğretmene Ceza!” başlıklı haberde de görüleceği gibi Okullarda çok yaygın olan benzer şikayetler çerçevesinde Davacı/Müşteki tarafından eski öğretmen geçmişinden gelen bir durumun yansıması olup olmadığını bilmiyorum. Bu haber için (Bakınız EK:4B). Öğrencisini azarlayan öğretmene ceza veriliyorsa, halkı azarlayan bir yöneticiye ne yapmak gerek! BİANET’de 27.5.2008’de yayınlanan “Öğrenciye Şiddeti Gören Öğretmen Bildirmek Zorunda” başlıklı haberde, öğrenciye şiddeti görüp de şikayet etmeyen kişi ile ilgili olarak “Aksi halde iki yıla kadar hapis cezası var” denilmektedir.. (Bakınız EK:4C) Bu konu’da; TCK'nin "Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi" başlıklı 279. maddesi şöyle: "Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

TÜRKİYEEĞİTİM internet sitesinde 1 Ocak 2023’de yayınlanan “Öğrenciye Şiddet Uygulayan Öğretmene Yargıtay'dan Emsal Karar!” başlıklı haberde emsal nitelikte karar Yargıtay’dan geldi.” Derse konuşan öğrencisi azarlayan ve metal cetvelle eline vuran öğretmenle ilgili yargılama sonunda Yargıtay 3. Ceza Dairesi, emsal nitelikte bir karara imza attı. Yüksek Mahkeme; kamu görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullandığına hükmetti. Konuyla ilgili olarak ise Avukat Halaçlar, “Bu karar doğrudur. TCK md. 86 dışında Kötü Muamele Suçunu düzenleyen TCK 272/2 maddesi ‘İdaresi altında bulunan veya büyütmek, okutmak, bakmak, muhafaza etmek veya bir meslek veya sanat öğretmekle yükümlü olduğu kişi üzerinde, sahibi bulunduğu terbiye hakkından doğan disiplin yetkisini kötüye kullanan kişiye, bir yıla kadar hapis cezası verilir’ şeklindedir. Öğrencilerine şiddet uygulayan öğretmenler bu maddeden de yargılamaya tabi tutulabilirler” uyarısında bulundu. (Bakınız: EK:4D)

Pedagog Adem Güneş 19 Haziran 2019’da kaleme aldığı bir makalesinde şöyle der: “Bir öğretmen, öğrencisine hiçbir şekilde fiziksel müdahalede bulunmadığı halde aşağılama davranışı sergilediyse, psikolojik şiddet söz konusudur” demektedir. Çocuklara gösterdiğimiz hassasiyet ve özeni onların anne-babalarına göstermez ise, şiddet ve aşağılama bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun tüm katmanlarına yayılır.

Av. Nur Zeynep Yalçınkaya da “Psikolojik şiddet” konusunda şöyle demektedir: “Genellikle fiziksel şiddetten daha yaygındır ancak daha az bilinmekte ve daha az tepki gösterilmektedir. Bunun nedeni ise psikolojik şiddetin çok az fark ediliyor olması. Psikolojik şiddete maruz kalmış kişiler, psikolojik şiddete uğramamış kişilere göre bir başkasına psikolojik şiddet uygulamaya daha eğilimli oluyorlar. Tehdit, aşağılama, aşırı ve acımasızca eleştirme, manipülasyon, isim takma, emir verme, küfretme, alay etme, hakaret etme, duygusal olarak ihmal etme, küçümseme, pasif - agresif davranışlar (küsmek, surat asmak, terk etmekle tehdit etmek...) sergilemek psikolojik şiddetin örneklerindendir.”

Biri kendini çok üstün görüyorsa, ötekileri aşağılıyor demektir. Buna “Kibir” diyoruz. Kibirli her söz ve iş karşısındakileri aşağılamakla sonuçlanır. Gelişi güzel sağa sola emir verme, küçümseme, davranışlar aynı sonucu doğurur.

Ankara 8. İş Mahkemesi’nin 2006/19 E. ve 2006/625 K. sayılı kararı ile işverenin işçiden bir yıl içerisinde 5 kez yazılı savunma istemesini ve işçiyi aşağılayıcı, küçük düşürücü davranışlarda (yüksek sesle emir vermek, hakaret etmek gibi davranışlarda) bulunmasını mobbing uygulaması kapsamında değerlendirmiştir. Neticede, mahkeme işçi lehine manevi tazminata ve aleyhinde verilmiş disiplin cezalarının iptaline hükmetmiş, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi de 2007/42976 E. 2008/17137 K. sayılı ilamı ile söz konusu ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.

Burada yüksek sesle emir vermek açık bir şekilde mobing olarak tanımlanmıştır. Bu davaya konu olayda eleştirilen budur! Burada sadece amir tarafından değil, kamu görevlisine eşit düzeydeki çalışanlar veya astları tarafından yapılan davranışlar da şikâyete konu olmaktadır. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi, psikolojik taciz çalışanlara, amirleri dışındaki çalışanlar tarafından da yapılabilir. Bu nedenle, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 21. maddesini geniş yorumlamak gerekmektedir.

“…Bu çerçevede, öncelikle davacının manevi tazminat istemine konu zararlarının nedeni olarak ileri sürdüğü; “işyerinde psikolojik tacizin” kavramının hukuksal olarak koşullarının ve kurucu unsurlarının manevi tazminata ve idare hukukuna özgü hukuksal sorumluluk koşullarına özgü olarak irdelenmesi gerekmektedir. Hukukumuzda, işyerinde psikolojik taciz kavramı Anayasal düzlemde doğrudan tanımlanmamış olsa da, özellikle Anayasanın; “Devletin Temel Amaç ve Görevleri” başlıklı 5’inci maddesinde;  “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları sağlamak” devletin görevleri arasında sayan düzenleme, 10’uncu maddede, “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine yer verilmiş olması ve devletin bu eşitliği sağlamak üzere gerekli tedbirleri alacağı vurgusu, 12. maddedeki; “Herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilemez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu” düzenlemesi ve yine “herkesin yasama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu” yolundaki 17’inci madde düzenlemesi psikolojik tacizin ulusal ve uluslararası hukukta kişilik hakları temelinde yapılan tanımı kapsamında değerlendirilebilecek kurallardır. Medeni Kanunun, İdare Hukuku alanında da uygulanma imkânı olan “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı kuralı bulunmaktadır. (…) 19.03.2011 tarihli ve 27879 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi konulu 2011/2 sayılı Başbakanlık Genelgesinde; Kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör işyerlerinde gerçekleşen psikolojik tacizin, çalışanların itibarını ve onurunu zedelediği, verimliliğini azalttığı ve sağlığını kaybetmesine neden olarak çalışma hayatını olumsuz etkilediği belirtilmiş, kasıtlı ve sistematik olarak belirli bir süre çalışanın aşağılanması, küçümsenmesi, dışlanması, kişiliğinin ve saygınlığının zedelenmesi, kötü muameleye tabi tutulması, yıldırılması ve benzeri şekillerde ortaya çıkan psikolojik tacizin önlenmesinin gerek iş sağlığı ve güvenliği gerekse çalışma barısının geliştirilmesi açısından çok önemli olduğu vurgulanmış, bu doğrultuda çalışanların psikolojik tacizden korunması amacıyla birtakım tedbirler alınmıştır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca “işyerinde psikolojik taciz kavramı; işyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifize etme veya isten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünü” olarak tanımlamıştır. (…)“psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, aşağılama, tehdit vb. şekillerde yansıyan duygusal bir saldırı, kişinin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlayıp; işverenin ima ve alay ile karsısındakinin toplumsal itibarını düşürmeyi de içeren saldırgan bir ortam yaratarak onu isten çıkmaya zorlayan yas, cinsiyet, ırk ayrımı olmaksızın kişiyi is yaşamından dışlamak amacı ile kasıtlı olarak yürütülen bir süreç” olarak tanımlandığı, (…) Memurlar. Net internet sitesinde 10 Eylül 2020’de“Amirin Astlarına Kötü Davranması ve Bağırması Mümkün Mü? Ne Yapılabilir?” diye önemli bir makale yayınladı. Oradan “Bir kamu kurumunda amirin personeline sürekli kötü davranması ve hatta bağırması durumlarında memurlar nasıl bir yol izlemelidir?” sorusuna cevap aranıyor. (Bakınız EK:3) Bir Amir memuruna nasıl nezih davranması gerekiyorsa, yurttaşlarına da aynı şekilde, hatta toplum büyük bir aile olduğu için, aile fertlerine, anne-babasına, eşine, çocuklarına, samimi arkadaşlarına nasıl davranıyorsa öyle davranmalıdır. Çünkü toplumdaki fertler de birer anne-baba, kardeş, eştirler. Bu makalede ifade edildiği gibi “Olur olmaz her şeye bağırıp kızmak ancak bazı yetersizlikleri kamufle etmenin bir aracı”dır.

Bu anlamda 657 sayılı Kanunda hem amirlerin hem de memurların görev ve sorumlulukları belirlenmiştir. söz veya hareketle iş sahiplerine idari görevi sırasında“sataşmak” “küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler” “yıldırma”, “pasifize etme”, “sosyal ilişkilerine zarar verme” kınama ve kademe ilerlemenin durdurulması cezasını gerektiren fiillerdendir.

19 Mart 2011 tarihli ve 27879 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi konulu 2011/2 sayılı Genelge’de psikolojik taciz; kasıtlı ve sistematik olarak belirli bir süre çalışanın aşağılanması, küçümsenmesi, dışlanması, kişiliğinin ve saygınlığının zedelenmesi, kötü muameleye tabi tutulması, yıldırılması ve benzeri durumlar olarak tanımlanmıştır

Psikolojik taciz ayrıca, 5176 sayılı Kanuna dayalı olarak yürürlüğe konulan Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri İle Başvuru Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesinde  "Kamu görevlileri, üstleri, meslektaşları, astları, diğer personel ile hizmetten yararlananlara karşı nazik ve saygılı davranırlar ve gerekli ilgiyi gösterirler, konu yetkilerinin dışındaysa ilgili birime veya yetkiliye yönlendirirler." şeklinde tanımlanan "Nezaket ve saygı" ilkesinin de doğrudan ihlalini oluşturmaktadır. Kızmak ve bağırıp çağırmanın iftira veya hakaret boyutuna varması ayrıca Türk Ceza Kanununa göre suç olarak tanımlanmaktadır.

10. İDDİANAMEDEKİ SUÇUN NİTELİĞİNE İLİŞKİN TESBİTLER

Yargılama iddianame ile sınırlıdır. Bu çerçevede suçun niteliği ile ilgili şu hususların vuzuha kavuşması gerekir:

İddianamede davaya konu iki cümle vardır:

10.1. Ümit Karacaya ait olan "elinde 14.000 TL'lik telefon, kuaförünü eve çağırıp saçlarını ördürmüş, kocası fetöcü, kendisi lise öğretmenliğinden valiliğe geçiş yapmış, millete sosyal mesafeyi koruyun diyor, talimat veriyor"

10.2. Bana ait olan "Vali var, vali var. Yazıcıoğlu gibileri yaşarken yeterince sahiplenebildik mi. Peki öyle kaç isim sayabilirsiniz" Benim ifademde bir suç isnadı yok. Ümit Karaca ile ilgili olarak ise “kocası FETÖCÜ” ifadesinin “Video içeriği ile alakasının bulunmadığı” ve “rencide edici nitelikte olduğu” suçlaması yapılıyor. İddianame bu görüşten sonra da “Kamu görevlisi olan müştekiye karşı görevinden ötürü alenen hakaret suçu oluştuğu” iddia ediliyor. Bütün suçlama da bundan ibaret. “Kamu görevlisi olan müştekiye karşı görevinden ötürü alenen hakaret suçu oluştuğu” iddiasını reddediyorum. Kamu görevlisi kişi, görevini yasal usul ve esasa uygun yapmadığı için tepki almıştır. Bundan dolayı bakanlık açıklama yapmış ve kişi merkeze alınmıştır. Dolayısı ile bu iddia hükümsüzdür.

Rencide edici” olduğu belirtilen ifade, kendisine değil, kocasına yöneliktir. Kocası adına şikayetçi olamaz. Bu bir Matufiyet sorunu olduğu kadar “Dava arkadaşlığı” ile ilgili bir konudur. Bu şekilde bir suç duyurusu yoktur. Bu şartlarda “Dava arkadaşlığı”ndan da söz edilemez. Bu iddia kabul edilecek olursa, “Anne-baba, kardeşleri, dede-nine, kaynana, kayınbaba, torun, amca, dayı, hala, teyze” de akraba-i taallukat da sıhriyet bağı olan herkes bu listeye dahil edilebilir.

Kaldı ki, eleştirilen Vali’nin görevi ifası sırasında usul ve esasa aykırı davranması sebebi ile ilgili eleştiri de, bu makamı haketmediği, eş durumundan tayin edilmiş olabileceği iması yanında, zaten davacı olan kişinin kocasının daha önce Fethullah Gülene övgüler dizdiği, “asrın dehası” olduğu gibi iddiaları içeren makaleler yazdığı ile ilgili göndermeler sözkonusudur.

TCK Madde 125: (1) “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden” (…) şeklinde devam eder. Burada “kocası” olarak kasdedilen kişi Hüseyin Kocabıyık’tır. Eğer bu ifadeden dolayı dava açılacakta, kocası ile birlikte dava arkadaşlığı yapması gerekirdi. Yasaya göre “Suçun şahsiliği prensibi esastır”.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi kararına göre bir kişiye FETÖ’cü demek suç değildir. Kaldı ki burada FETÖ’cü olduğu söylenen kişi Müştekinin kocasıdır. “Kocası FETÖ’cü” demek nasıl suç oluyor? Mesela, Firavun’un karısı Hz. Asiye, Hazreti Musa’nın koruyucu annesidir. Burada “Firavunun karısı” demem Hz. Asiye için hakaret anlamına gelmez. İddianamedeki örnek üzerinden gidersek Hz. Asiye için “Kocası Firavun’du” demem Hz. Asiyeyi aşağılamak anlamına gelmez. O aynı zamanda Hz. Harun ve Hz. Yuşa’nın da koruyucusudur. Hz. Nuh’un karısı ise gemiye binmedi. O inkarcılardandı. “Hz. Nuh’un karısı” demek de ona itibar sağlamaz. Müslümanların Peygamberler tarihinden aldığı dersle zihinleri bu şekilde formatlanmıştır. Herhalde müşteki, kendini Hz. Asiye’den üstün gören biri değildir, ya da savcının bunu bu şekilde değerlendirmesi de kabul edilemez.

Öte yandan diyelim ki, “Kocası FETÖ’cü” diyerek müşteki için imada bulundu. Burada asıl davacı olması gereken kişi o zaman “Hüseyin Kocadağ”ın kendisi olması gerekir. Kocadağ ayrıca davacı olmuyor. Hanımı ile birlikte “Dava arkadaşlığı” da yok.

İhtiyari dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak hareket eder. Mecburi dava arkadaşlığı maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.

Burada suçun şahsiliği prensibi esastır. Yani birlikte şikayetçi de olmuyorlar. “Vali” sıfatı ile açılan davada da kocası aynı sıfatın kapsamı içinde girmeyecek, ayrıca değerlendirilecekti. Ama bu defa da Hüseyin Kocadağ hakkındaki isnadın gerçek olup olmadığının araştırılması gerekecekti. Bakmak gerekecekti, bu bir İHBAR mı, İFTİRA mı, HAKARET mi? Hüseyin Kocadağ’ın gazete köşesinde Fethullah Gülen hakkındaki makalesini görüp de başka türlü düşünmek için, bu kişinin etkin pişmanlığını ifade edecek güçlü tanıklıklarına ve itiraflarına ihtiyaç duyulamaması mümkün değil.

İhbar suç değildir, iddianın soruşturulması gerekir. İddianın gerçek olmaması halinde muhatabı ifadenin muhatabı hakkında suç isnadından dava açması gerekir. Böyle bir durum yok. İftira Suçu TCK’267’de tanımlanmıştır. Hakaret suçu ise TCK’125’de tanımlanmıştır. İddianame, suç tipi’ni HAKARET olarak tanımlamaktadır.

İftira suçu, bir kimse hakkında suçu işlemediğinin bilinmesine rağmen veya gerçeğe aykırı olarak suç isnadında bulunularak muhatabına yönelik soruşturma, yaptırım uygulanmasını sağlamak için yapılan bir eylemdir. Burada özel kast gereklidir,genel kast yeterli değildir. Fail tarafından, isnat edilen fiilin mağdur tarafından işlenmediğinin veya gerçek dışı bir eylemin söz konusu olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Başkalarından duyularak veya tahmine dayalı olarak bir suçun isnat edilmesi halinde iftira suçu oluştuğu kabul edilmemektedir.

Hakaret suçu’nda suçun vücut bulması için kişinin onur, şeref veya saygınlığını rencide edecek somut bir fiil veya olgu isnat edilmeli veya sövme yoluyla kişinin onur, şeref veya saygınlığına saldırılmalıdır. Davacı konumdaki kişi değil, kocası burada suçlanan kişi durumundadır. Ayrıca galiz bir ifade söz konusu değildir.

Bu ifadede bir HAKARET anlamına gelen bir katalog ifade söz konusu değildir. Suç isnadı İFTİRA’dır. Kaldı ki, FETÖ’cü iddiası kocasına isnat edilmektedir. Kocasına iftira ediliyor. Karısının üzülmesi tabiidir. Ama burada asıl şikayetçi olması gereken kocasıdır. Kendisinin kocasından daha çok üzülmesi mümkün değildir. Hukuken EŞ ÜZERİNDEN DAVACI SIFATI kazanılmaz.

Öte yandan “Hakaret Suçunun Haksız Fiile Bir Tepki Olarak İşlenmesi” TCK 129’da düzenlenmiştir. Haksız Tahrik, ceza verilmemesi sonucunu doğurabilir. Burada ana kriter, somut bir söz ve eyleme karşı ve kamu yararı gözetilerek, yani şahsi bir husumetten kaynaklanmayan davranışlar bu çerçevede değerlendirilir. Hakaret suçunun bir haksız fiile tepki olarak işlenmesi halinde faile ceza verilmez ya da eleştirilen fiil ve tepkinin orantısızlığı söz konusu olursa, ceza bu orana göre değerlendirilir.

Kural olarak doğrudan ilk fail hakkında TCK’nın 129. maddesinin ilk fıkrası uyarınca hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi hâlinde hâkim, faile verilecek cezayı üçte birine kadar indirebileceği gibi ceza vermekten de vazgeçebilir. 129. maddedeki “özel haksız tahrik” hâlinde, ceza vermekten de vazgeçilebileceği belirtilmiştir. 129. maddede hakaret fiilinin haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi yeterli görülmüş, ayrıca fiilin hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmiş olması aranmamıştır. Hakaretin haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi için her şeyden önce ortada haksız bir fiil söz konusu olmalıdır. Kanun haksız bir fiilden bahsettiği için bu fiilin hukuka aykırı olması yeterli olup mutlaka suç olması ya da özel hukuk anlamında bir “haksız fiil” in varlığı gerekmez. Genel haksız tahrik hükümlerinde olduğu gibi burada da haksız fiilin mutlaka faile yönelmiş olması gerekmemekte, ancak tepki mutlaka haksız fiili yapana yönelmelidir (CGK-K.2020/87).

Bu açıklamalar ışığında, daha bir çok örneği olmasına rağmen, benzer dava sonuçları ile ilgili 2 mahkeme kararını EK:5 ve 6’da sunuyorum: Bunlardan ilki Anayasa Mahkemesinin yargı kararı (AKP’li Başbakan Yardımcısı’na “FETÖ’cü” demek suç değil” haberi /1 Sayfa), diğeri, (“Fetöcü olduğunu öğrendim” Sözü Hakaret Sayılmaz haberi / 2 Sayfa) başlıklı habere konu mahkeme kararı.

2. belge de mahkeme tarafından hüküm şöyle kurulmuştur: “Her ne kadar sanık hakkında hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de sanığın savunması, suça konu dava dilekçesi içeriği, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde, hakaretin, bir kişiye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek şekilde bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek suretiyle; onur, şeref ve saygınlığa saldırılması şeklinde gerçekleşebileceği ancak somut olayda sanığın başkasından müşteki ili ilgili fetö ile ilgisinin olduğunu öğrendiğini yazdığı; sanığa doğrudan bir isnatta bulunmadığı, hakaret suçunun yasal unsurlarının oluşmadığından CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca beraatine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”

İlk belge de Anayasa Mahkemesinin kararı daha da dikkat çekicidir. Unutmamak gerekir ki, ben gazeteciyim. İlk/asıl mesajın sahibi ise İYİ Parti de aktif görev yapan bir politikacıdır. AYM kararında şöyle denilmektedir: Başvurucu, Türkçe Olimpiyatları’na ve davacının geçmiş bazı konuşmalarına atıfta bulunmuştur. Başvurucunun konuşması somut bazı vakalara dayalı değer yargısı niteliğindedir ve ispatlanması beklenemez. İlk derece mahkemesi, ihtilaf konusu sözleri olayların ve konuşmanın bütünü içinde değerlendirmekte başarısız olmuş; başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesine neden olan ifadeleri tırnaklama yaparak konuşmanın tamamından ayrı bir şekilde değerlendirmiştir. Demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir.

Bu sebeplerle başvuruya konu konuşmada geçen ve tazminat ödenmesine neden olan bu gibi ifadelerin bazı bağlamlarda kullanımlarının toplumca kaba ve rahatsız edici bulunması hukuk sisteminde ceza veya tazminat şeklinde bir müeyyide bağlanmasının tek başına haklı gerekçesi olamaz. Unutulmamalıdır ki seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.

11. KİŞİSEL AÇIDAN, BU TÜR OLAYLARA YATKINLIĞIM HAKKINDA

İnsan sadece biyolojik bir yaratık değil, aynı anlamda ruhi kişiliği olan bir ŞAHIS’tır. Onun tevarüs ettiği genetik özellikleri yanında, zaman içinde yaşadıkları zaman, mekan, süreç, olaylarla bağlantılı soyo psikolojik edinimleri vardır. Sahip olduğu, din, ideoloji, felsefi ve vijdani kanaat onun şahsiyetini belirler. Aynı zamanda, onun geleceğe ilişkin hayalleri, umutları, korku ve endişeleri de bu kişilik oluşumunun temel basamaklarını teşkil eder. Aynı zamanda bu durum suçlu ve mağdurlar için de geçerlidir. Bu anlamda her insan bu bakış açısı ile kendi başına tek bir örnektir. Sonuçta her bir insan kar taneleri gibi özgün bir kişilik sahibidir ve bu kişilik zaman içinde sürekli değişir, gelişir, geri hareket eder. Biz “parmak uçlarımız gibi” farklı yaratıldık.

Ben 50 yıllık yazarlık hayatımda, 12 Marttan başlayarak bütün darbelerin içinde, bir şekilde aktif olarak bulundum. Bugüne kadar, yarım asırdır kesintisiz SANIK oldum. 500 yıldan daha mahkumiyet talebi ile fazla Askeri Mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemesi, Sıkı Yönetim Mahkemesi, Ağır Ceza, Asliye Ceza, Sulh Ceza, İcra Ceza gibi hemen tüm mahkemelerde yargılandım. Ama infazı gerçekleşen tek bir mahkumiyetle sonuçlanan davam yoktur.

Şanar Yurdatapan ile, haklarında siyasi linç yapılan, yargıyı bir baskı aracı gibi kullanmak isteyen çevrelere karşı, hangi dini, etnik, ideolojik ve politik gruba yönelik olursa olsun suç olduğunu kabul etmediğimiz söz ve fiilleri bizde tekrarlayıp, savcılığa kendimizi ihbar ediyorduk. Biz farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamak istiyorsak, birbirimize tahammül etmeli öğrenmeliydik. Birimize karşı yöneltilmiş bir haksızlık, toplumun bütün fertlerine yöneltilmiş bir tehdit olarak algılanmalıydı. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, Haksızlık yapan babamız da olsa, haksızlığa uğrayan düşmanımız da olsa, adil şahidlik yapmayı öğrenmemiz gerekti, farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşayabilmek için.

Mesela, bugün Cumhurbaşkanı olan kişi, belediye başkanı iken okuduğu bir şiir yüzünden hapsa girince, Ben, Hasan Celal Güzel, Şanar Yurdapan bu şiiri okuduk ve kendimizi Savcılığa ihbar ettik. Hasan Celal Güzelle birlikte 10 büyük ilde açık hava mitingleri, Stadyumlarda toplantılar düzenleyip, bu şiiri herkese okuttuk. Erdoğan çıktı, Parti kurdu, Irak operasyonunda ABD Irak’a girmek için Türkiye’deki üsleri kullanmak ve Türk askeri ile birlikte girmek istedi. Ben, Şanar ve Milliyetçi, Liberal kesimden insanlar hep birlikte o günkü hükümete karşı çıktık. Meydanlarda kitlesel eylemler düzenledik ve tezkere geçmedi.

Burada sanık olarak yargıladığınız kişi, buradan geliyor. Yedi yıllık İmam-Hatibi, 9 yılda 7 okul değiştirerek bitirdim. Yaramaz bir öğrenci değildim. Her tür öğretmeni gördüm. Sınıfta, koridorda, okul bahçesinde, anne-babasız büyüdüğüm için “leyli meccani” okudum, “parasız yatılı” yurtlarda her çeşit, anne gibi, ya da yukarıdan parmak sallayıp, eli sopalı dolaşanları, bağıranları da gördüm.

Travmalarım var. Hanımım ve kız kardeşim Başörtüsü yüzünden orta okuldan sonra okuyamadı. Büyük gelinim, başörtüsü yüzünden Tıp Fakültesi son sınıfta okuldan uzaklaştırıldı. “Elele eylemi”nde beraberdik. Diplomasını 20 yıl sonra alabildi. Arkadaşları Profesör oluyor, o son aftan sonra şimdi bir ilçe de pratisyen doktor. Diğer gelinim, “Ezan delisi Abdurrahman efendi”nin torunu. Ezan yasağında şehir şehir dolaşıp ezan okuyan biri. Kızlarımdan biri açık öğretimden mezun, öteki Yurt dışına gitmek zorunda kaldı. O buyurgan, “asık suratlı zat”ların parmak sallayarak üst perdeden söyledikleri sözler yüzünden. Evet , belki de müşteki hanımın da başka bir hikayesi vardır. Bir vakıayı değerlendirirken, o kişilerin kim olduklarına, arka plandaki hikayesine de bakmak gerek.

Evet; Mehmet Akifin dediği gibi:

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim / Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! 

Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.  / Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; / Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; /Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. /

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim /Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! 

Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım. / Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... 

“Hamiyetperver” insanlar aldırmazlık edemez. Etmemeli, asıl suçlu onlar aslında. Bu coğrafyada, bu bölgede, özellikle de, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi” olan bir gazeteci olmanın en ağır şartı, belli dönemlerde, “millet adına” karar veren mahkemelerde sanık sandalyesine oturtularak bedel ödetilmesidir. Bunu bazı zaman ülkeyi yönetenler, Halka hizmet etmekle görevli kişilerin yapmasıdır.

Ben, Din, Ahlak,Tarih, Gelenek üzerine, Adalet, Barış, Özgürlük üzerine 70’e yakın kitabın yazarıyım. Ve sözümün arkasında eylemli biriyim. Bu kişiliğimle, davaya konu olan olaydaki videoyu izleyip sessiz kalamazdım. Ben “Haksızlıklar karşısında susanların dilsiz Şeytan” olduğuna inanan biriyim. Onun için bugün, CoVID, mRNA çetesine, Global Resetçilere, TransHumanizme ve Biyolojik cinsiyete karşı çıkan Toplumsal cinsiyetçi Pedefolik Satanistlere, dünyanın en tehlikeli Mafiası olan Chabat’a karşı “5Gvirıusnews platformu”nda, yine farklı düşünceden insanlarla birlikte direniyoruz. Bunu yaparken bu kez ülke içindeki dini, etnik, ideolojik, politik ve vijdani kanaat farklılıklarına rağmen birlikte hareket ettiğimiz gibi, 5GVirüsNews’te, 30 ülkedeki, erdemli insanlar topluluğu ile, İnsanı hedef alan global tehditlere karşı, “Ahi Evran” anlayışı ile “Müdafa-i Hukuk” anlayışı ile birlikte hareket ediyoruz.

“Millet adına” karar verirken, dava konusu olay ve gelişmelerle ilgili, madem media toplumun aynası, oradan bilgi alıyor ve kendini oradan ifade ediyorum. Bakmak gerek, benim bu süreçteki duruşumla ilgili kaç tane eleştiri gösterebilirler, ya da müşteki hakkında, her duruşmadan sonra gündeme gelen haberlerin ardından kaç yüzbin eleştiri mesajı var!

 Benim davalarım yurt içi ve dışında hem akademik, hem hukuk kuruluşlarının takibindedir. Ve bunlar kendi internet sitemde de yayınlanmaktadır. Bu savunmayı bu kadar uzun tuttum ki, tarihe not düşeyim. Tekrar söylemem gerekirse, benim yaşamak zorunda kaldığım olaylar benden sonrakiler için bir baht kaynağı, tecrübeler birikimi ve manevi bir miras olsun. Özellikle bir toplumun tarihini yazarken, sanıkların kimliği, yargı süreci ve mahkeme kararları bu konuda o döneme ilişkin önemli ipuçları barındırır. Bizler tarihin yaşayan tanıklarıyız ve bu dava da, şikayetçisi, iddianamesi, yargılama süreci ve sonuçları itibarı ile bu döneme ilişkin bir tanıklık belgesi sunmaktadır.

Ülkemizdeki hukuk hiyerarşisi bellidir. Anayasa, Anayasa Mahkemesine Kişisel başvuru kararları, Norm hukuk statüsündeki Uluslararası sözleşmeler, AİHM kararları, BM İnsan Hakları Komiserliği Hak ihlali davalarına ilişkin kararları, Yargıtay, Danıştay kararları, İstinaf kararları, TBMM İnsan Hakları komisyonu kararları, TBMM İnsan Hakları Komisyonu kararları,TBMM’nin inceleme ve denetleme, araştırma komisyon kararları, Cumhurbaşkanlığı Genelgeleri, Bakanlıkların tamimleri, yönetmelikler, Bu çerçevede Türkiye İnsan Hakları Kurumu kararları, Kamu Denetçiliği Kurumu kararları, Kamu Görevlileri Etik Kurulu kararları bu konuda yön ve yol gesterici olacaktır.

Hepsinden öte, devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyetinin ruhu, temel esasları, kanundan öte hukuk ve ona yön ve anlam kazandıran tarih bilinci ve felsefi derinlikten güç alan bir vicdanın gelecek nesillerimizin ufkumuzu aydınlatacağı bir karar temenni ediyorum.

NETİCE VE TALEP :

İlk ve son sözüm şu. Adalet istiyor BERAATİMİ talep ediyorum. 20/06/2023

ABDURRAHMAN DİLİPAK

SANIK

(HABER MERKEZİ)