Sanatkâr Portreleri yazı dizimizin onuncu durağında; fırçasının dokunuşlarında ruhunun en derin kıvrımlarını, kelimelerinin satır aralarında ise zihninin ince sızılarını hissettirebilen; renkleri âlâ bir keyfiyetin tercümanına, çizgileri ise bir hatıranın sessiz diline dönüşen müstesna sanatkârlardan Ressam İsmail Şanal’ı konuk ediyoruz.
1983 – İzmir
Ege’nin tuzlu rüzgârıyla beslenen İzmir topraklarında 1983 yılında dünyaya gelen İsmail Şanal, çocukluğundan itibaren sıradan gözlerin kaçırdığı ayrıntılara odaklanan bir gözlemciydi. Rakamların ardındaki gizli düzeni sezerken, cihanın görünmez ahengini fark eden bir zihinle büyüdü. Kim bilir, o küçük çocuk bir gün Türkiye’nin seçkin koleksiyonlarında hayat bulacak renklerin ve formların müellifi olacaktı.
Boğaziçili Makinist
Hayatının ilk yolları farklı patikalarla örülmüştü: İmam Hatip Lisesi, Anadolu Teknik Lisesi, ardından Boğaziçi Üniversitesi Elektronik Mühendisliği… Tren makinistliğinin disiplinini, mühendisliğin akılcı yapısıyla harmanladı.

Bir gün Boğaziçi Güney Meydan’a devasa bir Erbakan Hoca portresi astı, ertesi gün Devlet Demir Yolları’nın vagonlarını boyadı. Fakat kalbinin başka bir çağrısı vardı: Renklerle konuşmak, göze görünüp kalbe işleyen bir dilin daveti.
Sanatın Kapısı
Bu davet onu resmin, şiirin ve yazının dünyasına çekti. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin sessiz koridorlarından yükselen ney sesi, hayatının yönünü değiştiren işaretti. Sergi salonlarını, heykel atölyelerini ve opera stüdyolarını adım adım keşfetti. Şan dersleri aldı, klasik musikiye kulak verdi, Rufâî, Bektâşî ve Cerrâhî tekkelerinin derin huzurunu dinledi.

Soyut Resmin Görünmeyen Yorumcusu
İsmail Şanal, soyut resmin çağdaş yorumcularından biri olarak, renk ve formu yalnızca estetik bir unsur değil, duyguların ve düşüncelerin görünür hâli olarak ele alır. Bomonti’deki atölyesinde gün doğumundan itibaren süren ibdâ, ihyâ ve inşâ süreci, katman katman boya ve bir o kadar mânâ ile ilerler. Fırça darbelerinin altında bazen bir hatıranın izi, bazen bir başzâkirin “ah’ı”, bazen de rengin yalnızca varoluşu saklıdır. Onun eserleri izleyiciyi yalnızca “görmeye” değil, “hissetmeye” çağırır.

“Soyut, görünmeyen değildir; bilmeyenin göremediğidir.”
Sanat onun için bir meslek değil, varoluşun özüdür. Tuvalde geometrik disiplinle harmanlanmış kurgular, küpler, daireler ve dikdörtgenler matematiksel ritimle yerleşir. Tesadüfe inanmaz; Boğaziçi Üniversitesi’nin Sosyete Kantini’nde karşılaştığı insanlara sık sık “Hoşça bak zatına; insan kusursuz bir düzenin parçasıdır” der.
“Soyutcu” Hikâyesi
“Soyutcu” unvanı bir eleştiri değil; sanat yolculuğunun en kritik dönemeçlerinden birinin adı. Eserleri henüz geniş kitlelere ulaşmamışken tahayyülen bir kamyonet kiralayıp, üzerine kocaman harflerle “Soyutcu” yazdı. Beşiktaş’tan Maçka’ya, Nişantaşı’ndan Rumelihisarı’na; Etiler, İstinye ve Emirgan’a kadar dolaşarak izleyiciye kendini ve sanatını duyurdu. Bu gösterişli, fantastik gezinti, sanatkâr ile izleyici arasında doğrudan kurulan bağın sembolü oldu.
Ustalardan İlham, Kendine Yol!
Bedri Rahmi’nin renklerinden, Abidin Dino’nun çizgi kudretinden, Aliye Berger’in ışıkla oynayan gravürlerinden beslendi, ancak asla bir başkasının gölgesinde yürümeyi kabul etmedi. İstanbul’un kaosunu, ritmini ve çok katmanlı kültürünü tuvallerine dışavurumcu bir enerjiyle taşıdı.

Malzemenin Ruhu!
Zaman zaman ziyaret ettiğim atölyesinde yalnızca fırça ve boya yok; ahşap, metal, cam, sedef ve eski mobilya parçaları da vardır. “Atık yoktur; yalnızca henüz yeni anlamını bulmamış malzeme vardır.” Bu anlayışla eserleri, bir resim olmanın ötesinde, hayat döngüsünün yeni halkasına dönüşür.

Uluslararası Başarı ve Mütevazılık
Eserleri zamanla Picasso ve Miró gibi ustaların tablolarıyla yan yana sergilendi. Yine de bu, onu şımartmadı; İstanbul’u sanatın kalbi yapma idealini pekiştirdi. Ona göre estetik, çağın dayattığı kabulleri reddetmekle başlayan bir cezbe seremonisidir; mânevî inkişâf, kariyerin, servetin ve nüfuzun göz ardı edilmesiyle başlar.

Dervişlik ve Küpe Ritüeli!
Sanat onun için yaratılış gayesine yönelmiş bir seyrüseferdir. Sol kulağındaki küpe, Şehitlik Dergâhı’ndaki bir ritüelin hatırasıdır. Yıkık tekkelerde gönüllü türbedarlık yaptığı yıllarda kulağı tahta kaşıkla delinmiş, kurşun küpe takılmıştır. Kulağı küpeli derviş hâl diliyle şöyle der: “Biz ârifiz; hâlden ve işaretten anlarız. Sözü bir yana bırak, işaret yeter bize.”
Soyut İnşa ve Dijital Yolculuk
Kendi çalışmalarını “Yoktan var edene arz edilen soyut bir inşâ süreci” olarak tanımlar. Eserleri mekân, renk ve duygu üçgeninde kurulu âlemlerdir; koleksiyonerler için görsel ve duygusal bir yatırım alanı sunar. Sezesyon.com üzerinden izleyiciye dijital bir sanat yolculuğu arz eder; bazı tablolarında sakin yüzeylerin altındaki gizli hareketliliği, bazıları Akdeniz’in sıcak nefesini, bazıları ise koyu fon üzerindeki renk patlamalarıyla ışığın zaferini taşır.

Sanat, Kalem ve Kelâm
İsmail Şanal’ın kalemi, fırçasıyla rekabet hâlindedir; her sözü ve her fırça darbesi, onun dünyayı algılama biçiminin iki farklı ama tamamlayıcı izdüşümüdür. Kisve-i tab’a bürünen Allegro ve Endüstriyel Paganizm serlevhalı kitapları, okuyucusuna eleştirel ve felsefî bir perspektif sunar. Söz ve sanat, toplumun, kültürün ve ferdin varoluşunu hatırlatan bir laboratuvardır: “Demir almanın tam vakti zamandan; çarklarınızı ve putlarınızı kırıp gideceğiz! Niyet ettim isyana, uydum yüzyirmidörtbin peygamberin yoluna!”

Bugün ve Yarın
İsmail Şanal şimdiki zamanda Bomonti’deki atölyesinde, şehrin seslerini ve ritmini dinleyerek üretmeye devam ediyor. Soyut resimleri yalnızca biçimlerin ve renklerin buluşması değil; hayatın görünmeyen matematiğini sezdiren, izleyiciyi kendi iç yolculuğuna davet eden sessiz şiirler gibidir. Her fırça darbesi bir tefekkürün, her renk bir duygunun sesi olur; tuval, izleyiciyi sessiz bir yolculuğa çıkarır, görünmeyeni hissettirir. Onun sanatında soyut, yalnızca biçim değil; bir varoluş biçimi, bir inanç ve sessiz bir mücadeledir.
İbrahim Ethem Gören – 14.08.2025, Yazı No: 680

Allah razı olsun, uzun yıllar boyu tam da eksik olduğumuz en önemli mecralarda kılıcını kuşanmış. inşallah tez vakitte ismini her yerde duyarız.
iyi ki varsın ismail abimiz