Dün ve bugün kavgasını bizim gibi bir tülü sonlandıramayan ülkelerde geçmodernleşmenin getirdiği sorunları aşmak kolay değildir. Bitmez tükenmez kimlik tartışmaları, çatışan tarih tezleri ve ideolojik kavgalar sürüp gider. Sıradan vatandaşlarla birlikte akademisyenler, düşünürler de kavganın ve çatışmanın parçasıdır.
Entellektüel düzeydeki tartışmaların dışında ideolojik kimlikli popüler isimlerin belirlediği kavga alanları herkesi mutlu edecek imkanlar sunuyor. Neredeyse üzerinde mutabakat sağlanan tek bir tarihi vaka, tek bir tarihsel sembol yoktur bu topraklarda; Her şeyi elleyerek öğrenmeye çalışan bir bebeğin merakına benzetmek isterdim ama öğrenmeden çok önyargılarımızı pekiştirme çabası içerisindeyiz.
Her ulusal günde, her milli bayramda yeni bir kavga ve çatışma imkanı yaratmazsak mutlu olamıyoruz. Devleti ele geçirilecek bir unsur olarak gördüğümüz için ilk fırsatta zihnimizdeki tasavvuru ve savunduğumuz değerleri dayatmayı tercih ediyoruz.
Türkiye`de ideolojik tarihçiliğin dışında kalmış, popüler tartışmalara pek de yüz vermeyen az sayıdaki isimlerden biri de hiçkuşkusuz Ahmet Yaşar Ocak; Pek fazla röportaj vermeyen, TV programlarına nadiren çıkan bilge tarihçinin Toplumsal Tarih dergisinde uzunca bir söyleşisini okudum. Kıymetli dostum Prof. Dr. Haşim Şahin`in 'Arı Kovanına Çomak Sokmak' adlı nehir söyleşi kitabında da bilge tarihçimiz araştırmalarının sonuçlarını, okumalarının neticelerini paylaşıyor ve doğru bildiğini bir bilim adamı titizliğiyle paylaşmaktan geri durmuyordu.
Son yıllarda daha yüksek sesle herkesin tarihçilerden şikayet ettiğini görüyordum ama bu şikayetin Ahmet Yaşar Ocak tarafından seslendirildiğini görmek benim için daha önemli oldu. Kendisi de bir akademisyen olan Zeynep Oktay Uslu`nun hayli çalışılmış ve özenli sorularına dikkat çekici cevaplar veren Hoca, kendi çalışmalarını eleştirenleri sınıflandırırken aslında ülkemizdeki 'tarihçi' sorununa da dikkat çekiyor.
'Genellikle kitaplarımla ilgili Türkiye`den yapılan eleştiriler, ya muhafazakâr akademik tarihçilerden ya asıl alanı ilahiyat iken ve bu alanın pek çok meselesi varken onlara girmeyip tarihçiliği seçenlerden yahut benimle aynı konuları çalışan amatör hevesli (mesleği tarihçilik olmayan) ama çok iddialı yazarlardan, beni ideolojik olarak değersizleştirip kendini öne sürmek isteyenlerden gelir. Bunun da sebepleri var tabii. Bizim insanımız bu tür polemiklere çok meraklıdır. İsterler ki taraflar birbirine yüklensin, onlar da seyredip keyiflensinler. Ben bu hastalığı iyi bildiğim için asla o tür eleştirileri muhatap alıp cevap vermem. Çünkü yazdıklarım ortadadır. İsteyen kime inanırsa inansın.'
Hocanın üçkategoriye ayırdığı bu tarihçileri biraz tartışmak gerektiği kanaatindeyim. 'Muhafazakar akademik tarihçiler' diye tanımladığı isimler, uzun yıllardır akademide bulunup da yeni araştırmaları ve tezleri büyük bir korkuyla reddedenler olmalı. Bu isimler için tarih, Osmanlı kroniklerini zikretmekten, ilk dönem araştırmalarını olduğu gibi aktarmaktan geçiyor. Ciddi bir kafa konforu da sağladığı için de tekrarın dışına çıkmayı tehlikeli buluyorlar.
Ahmet Yaşar Ocak`ın bir diğer eleştirisi ise ilahiyatçı tarihçilere yönelik; Tarih metodolojisi ile pek yakınlıkları bulunmayan bu kişiler de, geleneğe sıkı sıkıya sarılarak tüm sorunlara çözüm getirebileceklerine inanmış durumdalar. Onlar için tarih değil inançönde gelir. Tarihsel süreci anlamak yerine dinin naslarını dayatmayı tercih ederler. O yüzden de tarih boyunca ortaya çıkan farklı inanış biçimleri hep bir sapma, hep bir yanlış anlama, hatta bilgisizliktir. Dinin kendisinde böyle bir durum yoktur. Aslında Hoca, Toplumsal Tarih`teki söyleşisinde bu kişilere daha net ifadelerle yanıt veriyor.
Mesleği tarihçilik olmayıp da heveskar isimler için söylenecek çok şey yok. Bu isimlerin büyük bir kısmının yol açtığı sorunlar sadece tarih tartışmasıyla sınırlı kalsa gündemimize gelmeyecek ama neredeyse toplumsal çatışmaya dönüştüğü için acil tedbir gereken kesim de bu amatör tarihçiler oluyor.
'Hızır' inancı mitolojik mi?
Ahmet Yaşar Ocak`ın polemiği biraz bolca söyleşisinde inancımızdaki 'Hızır' kültüyle ilgili söyledikleri de ilgimi çekti. Hocanın zaten bu konuda bir de kitabı bulunuyor. 'Bana göre asıl mühimi, araştırmalarım ilerledikçe bu konunun Müslümanların yüzlerce yıldan beridir İslam`la doğrudan ilgili mutlak bir inançmış gibi kabul ettikleri, tamamen antik mitolojik kültürlerden ödünçalınan motiflerle süslenen bir inançolduğunu gördüm. Antik mitolojik malzemenin İslamî kalıplar içinde zamanla nasıl içselleştirildiğini ve eski tefsir kitaplarında ve bazı uydurma hadisleri barındıran hadis kaynaklarında Kuran`daki kıssa üzerine nasıl eklenerek geliştirildiğini fark ettim. Hızır-İlyas kültünün aslında bir mitoloji ve buna dayalı ritüellerden, bu ritüellere temel olan efsanelerden ibaret olduğunu gördüm. Ondan sonra da hemen arkasından aynı mahiyette, kökü antik dönemlere ve orta çağlara dayanan bir efsaneler külliyatını irdeleyen Türk Folklorunda Kesik Baş kitabını yazdım. O kitapta da yine böyle bizim destanlarımıza hatta ciddi bazı Osmanlı kroniklerine giren fakat yine antik mitolojiler kaynaklı bir efsaneyi ortaya koyma amacını gütmüştüm. Fakat asıl hedefim, bugün İslam`danmış gibi inanılan fakat temelde onunla hiçilgisi olamamakla beraber orta çağlardan beri bazı İslamî kaynaklarda yer bulan inançve bilgilerin antik mitolojilerin İslam`a dönüşmüş hallerinden başka bir şey olmadığını göstermekti. Nitekim bu iki kitaptan sonra bu olguyu irdeleyen 'İslam mitolojisi' diye eleştirel ve metodolojik mahiyette uzunca bir makale de yayımladım. Ama ne hikmetse zikrettiğim kitaplardan sonra olduğu gibi bu makaleden sonra da ulema çevrelerinden 'tık' duyulmadı.'
Türkiye`nin çok fazla alışık olmadığı alanlarda yetkin araştırmalarını sürdüren Ahmet Yaşar Ocak`ın ufuk açıcı söyleşisinden alıntılanacak daha o kadar bölüm var ki, siz en iyisi dergiyi bulunuz ve altını çize çize okuyunuz.