Sırr-u ruhtur bul Mevlana
Mesnevi`den aşkı ara
Savm-ı selat hür Mustafa
Ceset zordur, ruhta sefa
Böyle diyor,  Yücelerden Kafile  serlevhalı  kitabın şairi   Yener Sonuşen Ü stad;   O sırrı arayanlara ve dahi bulabilenlere ne mutlu ve yine ne mutlu o sırra vâkıf olup bellerine bağladıkları zünnar kuşaklarını kesenlere!
El-Hâc Sultanü`l-Â şıkî n Mazhâr-ı Esrâr-ı Celî Hazret-i Pî r Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri 749 yıl önce ebediyet âlemine sırlanmış. Rahmân`ın rahmetinin, ruhunu ve cesedini bitamamiha kaplamasının üzerinden tam sekiz asır geçmiş.
Hakk erenlerine unvan halktan gelir, halktan ve hakikatten… Ol hakikatle kendisine  Kutbü`l-Arşil-Hilâfe  ve  Şems`üs-Semâir-Rif`a  denilmiş ve şu sıfat dahi isminin önüne eklenmiş:  Kıbletü`l-Â rifî n  ve Kıdvetü`t-Tâlibî n.
Mürşid-i kâmil ilhama mazhar olur, yazdıkları ve söyledikleri böylelikle biiznillah muhatabına tesir eder;   Dünya nöbetini tamamlayıp ahret yurduna bir Şehbal kuşunun kanadının üzerinde vasıl olduklarında ise geriye faydalı eserler, zâkir talebeler, salih evlatlar bırakır, amel defterleri açık kalır…  Divan-ı Hazret-i Mevlana`yı ve  Mesnevi-i Şerif`i son cümleye ekleyerek hasbıhalimize Divan`ın730`uncu beytiyle devam edelim:
‘Ey bekçi, kapıya otur, ağzından ciğer kokusu gelen ateş gönüllü âşıktan başkasını sokma meclisimize. Bu çeşit âşıktan başkasından el istersen tutar, sana ayak verir, ayak istersen baş ödünçbel istersen de bel yerine balta verir sana.’
El-an, Hz. Mevlana`nın beyitleri dilden dile gönülden gönle aktarılmaya devam ediyor.  Belh`ten  Konya`ya, Semerkand`a ve oradan  Medine-i Tahire`ye kadar uzanan engin elfâz okyanusundan seçip aldığı kelimeler, halkının gönül dertlerine biiznillah deva olduğu için unutulanlar listesine girmekten kurtulmuş Mevlânâ Hazretleri…
İfrat gibi tefrit de hoş görülen bir hâl olmasa gerek.  Netice itibarıyla tefrit ifrattan neş`et ediyor, bir mevzuda birileri çok ileriye gidince sair birileri de o mevzuun sınırlarını iyice daraltıyor, yahut birileri olup bitene kayıtsız kalınca ortada sınır falan kalmıyor, Mevlânâ istismarında olduğu gibi;
Son yıllarda hemen herkes Mevlana aşığı oldu.  Hz. Mevlânâ, hakiki misyonu bir tarafa bırakılıp mücerret hoşgörüsünden yola çıkılarak görsel/sembol bir isim haline getirildi, beyitler şarkı sözlerine, semazenler merasim bezirgânlarına, ihtifaller turistik bir keyfiyete büründürüldü. Hâsılı, Mevlana ticari bir adım öte sınaî bir mülkiyete,  Mehmet Nafi Artemel`in bu meyandaki ifadesiyle  ‘Beleş Holding’e dönüştürüldü!
Hz. Mevlânâ`ya, Mevlânâ`dan öte anlamlar yüklendi. Bazen Ehl-i Sünnet dışı, bazen İslâm dışı türlü türlü görüşler, kendi fikirlerinin haklılığını ortaya koyabilmek için Hazret-i Pî r`i kalkan yaptı! 
Bid`at ehli, düşüncelerinin Mevlânâ`nın hayat felsefesiyle ne kadar örtüştüğü üzerine piyesler oynadı, romanlar yazdı!
İnşallah onu, hümanistlerin, Oryantalistlerin ve Beleş Holding`in kuşatmasından kurtarabiliriz.
Mezkû r gürû h, yıllardır arz ettiğimiz minval üzere Hz. Mevlânâ`yı kendi saflarında göstermeye çalışıyor. Aksiyonu, insanların ve canlıların biyolojik yapılarına dayanan maddi bir hümanist sevgi ve pür dostluğa indirgenerek, aşkının ve sevgisinin temeli olan  Şeriat-ı Garra-i Muhammediyye  göz ardı ediliyor.
Şüphesiz Mevlana`da sevgi Allah sevgisidir.  Mevlana`nın aşk dünyası muhabbetullah üzerine bina edilmiştir.  Mevlana insanları sever… Bendelerine de birbirlerini sevmesini tavsiye eder, dargınların barıştırılmasını arzular, herkesin birbiriyle (fî sebilillah) ahbap olmasını diler, hiçbir kulun, varlığın hakir görülmemesini ister; Çünkü gönül evinde yangın vardır Hazret-i Mevlânâ`nın ve her saniye kalbi Hakk`ı zikretmekte dili topyekû n insanlığı İslâm`a kurtuluşa davet etmektedir.
(; )
Yine gel, yine gel, yine gel;
İster kâfir ol, ister putperest, ister Mecû si
İster bin kere tövbe etmiş ol
İster bin kere bozmuş ol tövbeni
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir
Her nasılsan öyle gel;
(; )
Mevlana`nın  ‘gel’  çağrıları mutlak manada olmayıp hususi bir madde ile mukayyettir. Bu hususi madde, divana gelenlerin tövbe edip zikir meclislerinde nefislerini terbiye etmeleri ve ardından bellerindeki zünnar kuşağı illetinden kurtulup duru bir şekilde cemiyetin içerisindeki yerlerini almalarıyla ilintilidir.
Mevlânâ`nın  ‘gel’  çağrılarını yanlışlarıyla gelip tekrar yanlışlarıyla gitmek olarak değerlendirmek mahza bedbahtlık olsa gerektir.
Ve yine, Mevlânâ`nın  ‘haydi gel’  çağrıları ümit fakirlerinedir çağrıların kaynağı  ‘Lâ taknatû min rahmetillah(i)/Allah`ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz’ ayet-i celilesidir. Bu çağrılar, günümüzde de devam etmekte eserleri, özellikle Mesneviî si Allah`ın inayetiyle hasta gönüllere şifa tanecikleri taşımaktadır:
‘Geçene hasret çekip acımak hatadır. Giden geri gelmez. Artık onu anmak faydasızdır.  Azizim! Vakit nakdindir, bunu koru. Vakit geçti gitti mi artık sen de ondan vazgeç.  Sakın geri kalan ömrünü ziyan etme. Bu sözü can kulağına küpe yap.’  (Mesnevi 4. Cilt, 2244)
Mevlana Hazretleri ehl-i kitab`ı, putperesti, Mecû si`yi, günahkârları dergâhına davet etmektedir, dergâhına İslâm`a, tasavvufa;
Allah, hidâyeti isteyip hidâyeti dileyenlere hidâyeti delâleti dileyip delâleti isteyenlere delâleti yaratır.  Netice itibarıyla Allah`ın has kulu Mevlânâ bir müceddiddir davetçidir. Müceddidin vazifesi anlatmak, davet etmek, anlattığını ve yaşadığını kendi nefsinde yaşamaktır, bundan öte bir şey değildir…
O, her daim ardına kadar açık bulunan kapısına gelenleri  Din-i Mübî n-i İslâm  hakikatine davet eder, onlara Allah sevgisini aktarma gayretinde bulunur ayet-i kerimeleri tefsir eder, hadis-i şerifleri okur, dertlere deva beyitlerini kıraat ederek ibretli kıssalar anlatır.
Hz. Mevlana`nın daveti, bazılarının iddia ettiği gibi mücerret hoşgörüye, evrensel kardeşliğe ve ne idüğü belli olmayan bir uzlaşma kültür ve mozaiğine değildir. Mevlânâ, dergâhına gelenlere insan-ı kâmil olmanın sırlarını öğretmekte, boş gelenleri -alma istidatlarına göre- Allah`ın lütuf ve ikramının bir eseri olarak dolu göndermektedir.
Mevlana, kendisinden sonra isminin etrafında parıltılı yalancı ışık hâleleri oluşturacak duygu simsarlarının türeyeceğini bilir gibi, bir rubaisinde şöyle seslenmektedir:
‘Ben sağ olduğum müddetçe Kur`ân`ın kölesiyim
Ben, Muhammed Aleyhisselâm`ın yolunun tozuyum
Kim ki benden bahsettiğinde bunları söylemezse
Ben o kişiden de yılmışım o sözden de yılmışım.’
Mevlânâ`yı anlamadan/anlamak istemeden onun mukaddes ağırlığından yararlanmak isteyenler onun fikriyatını yanlış mecralarda aramakta ve tanıtmaktadır. Bu mecralarda yıllar yılı  ‘biraderlik şarkıları’  söyleniyor, müzikaller düzenleniyor, sahne sanatlarına ‘Mevlânâ dansı’ repertuvarlara ‘Mevlânâ`nın çağrısı balesi’ ekleniyor. 4 harfliler`in Mevlânâ özelinde  ‘dinler arası diyalog’  adı altında yaptıklarını tabii ki unutmadık!
Yâ Hazret-i Mevlânâ, Hüsn-i hat-Sami Efendi. Akkâse ebrû-Alparslan Babaoğlu
Önce,  ‘Edeb yâ hu’ sonra, ‘Yâ Hazret-i Mevlânâ’  diyelim ve dahi Ebrû cu Alparslan Babaoğlu`nun Sami Efendi`den naklen tekneden çıkarmaya muvaffak kılındığı akkâse  güzeline alıcı gözle bakalım; Evvelen, kalem güzelindeki ‘mim’in gözünden içeri girerek 13`üncü asra revân olalım; Sâniyen, Hz. Mevlânâ`nın pak ervâhına Fatiha`lar okuyarak Şeyh Gâlib`e kulak verelim:
Ey kâşif-i esrâr-ı Hüdâ Mevlânâ
Sultân-ı fenâ Şah-ı bekâ Mevlânâ
Aşk etmededir Hazretine böyle hitâb
Mevlâ-yı zümre-i evliyâ Mevlânâ
Yazı No: 452

YORUMLAR