Yolcu; sanatkâr yolcu, “İmam Hüseyin” ketebeli oval naht eserinin üzerindeki tavan camından gün ışığı alan loş odasının lambasını yaktı… Her zamanki gibi eûzü besmele çekerek hat masasının önüne oturdu. Kamış kalemini, talebesi, Bursalı hattat Demir Ali Kurtulmuş’un gönül havanında dövdüğü is mürekkebiyle buluşturdu. Aharlı kâğıdın müşfik yüzüne önce bir elif, sonrasında te harfi kondurdu. Kalem, hurufâtı yazdı, tashih tamamlandı, kırk dakikalık zikir sesinin ardından ortaya “ittekû vâ-vât” sülüs istifi çıktı. Sanatkâr, mürekkep kuruduktan sonra hat levhalarının istiflendiği raftan ebrucu Tülay Toğal’ın kırmızı bir kaplangözü ebrusunu aldı ve bir mukavvanın üzerinde yazının etrafını müzeyyen hale getirdi.
Yolcu sanatkâr mis gibi muhallebi kokan murakkaı masanın üzerine yatırdı ve vav harfinin gözlerinden içeriye dalarak Süleymaniye Kütüphünesi’nde Hüseyin Kutlu Hoca’nın huzurunda geçirdiği maneviyat dolu meşk günlerini düşünmeye başladı… Her zaman yaptığı gibi Mualla Hanım’ın elinden sade bir Türk kahvesi içti.
Küçükköy Merkez Camii’nin bağrı yanık müezzini Halid Behzad Efendi yatsı namazının ezanını okudu; ihtiyar delikanlılar gençlere inat yine camiinin ilk beş safını doldurdu. İmam Osman Efendi kıraatte Rahman suresini okudu. Yolcu sanatkârın gecenin evvelinde yazdığı “Nûn ve-l kalemi ve-mâ yesturûn” cel ta’lik levhanın içinden zikir sesi geçti. Vâ-vât istifinin taze murakkaı seher vaktine doğru tiril tiril bir hâl aldı.
Küçükköy, Şakir Zümre Caddesi-23 Kasım 2008 Pazar
Yolcu sanatkâr, her zamanki gibi küçük el çantasına hokkasını, kamışkalemlerini, aharlı kâğıtlarını, maktaını ve kalemtıraşını koydu, sabah ezanıyla birlikte Bursa yoluna koyuldu. Otobüste yanına oturan üniversite öğrencisinin gözü, el çantasının kenarından uzanan kamış kalemlere takılınca sormadan edemedi ve böylelikle sanatkâr yolcu mühendislik tahsili yapmakta olan delikanlıya cismânî âletlerle icra edilen ruhânî mühendislik olan hat sanatının irfanını arz etmek için haftanın dört günü niçin İzmit, Bursa, Eskişehir ve Kütahya yollarına revân olduğunu şu cümlelerle izah etti:
Bir gün Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki dersten sonra Hocamız Ali Alparslan Merhum’la birlikte Hattat Abdullah Gün arkadaşımızın görevli olduğu Mimar Hayreddin Camii’ne gitmiştik. Her hafta her dersten sonra böyle yapardık. Orada açılan bir konu üzerine Ali Hocamız, o dönemde yeni kurulmuş olan Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bir hat hocası lazım geldiğini ve bu talebin kendisine iletildiğini söyleyerek, üniversite mezunu, ismini vermediği bir ağabeyimize bunu teklif ettiğinde aldığı şu cevapla sarsıldığını aktarmıştı: “Hocam, biz oturduğumuz yerden zaten bu parayı kazanıyoruz. Bir de Isparta’ya gidip gelme zahmetine ne gerek var!”
Ali Hocamız arz ettiğim muhavereyi bizlere iç geçirerek anlattı ve ekledi. “Evlatlarım. Hat sanatı gönül işidir. Maddî karşılık beklenerek yapılmaz. Eğer böyle bir görev, zamanı gelir de size teklif edilirse, maddi sıkıntınız yoksa, sağlığınız yerindeyse ve hanımınız da şehir dışına gidip-gelmenize müsaade ediyorsa Anadolu’daki talebelere hizmet etmek üzerinize vazifedir. Gitmezseniz, vebal altında kalırsınız. Çünkü siz İstanbul’da nimet içinde yaşıyorsunuz. Kocamustafapaşa’da Hüseyin Efendi (Kutlu), Üsküdar’da Hasan Efendi (Çelebi), Küçükayasofya’da Fuat Efendi (Başar) var. -Kendisini bu gurupta saymayarak ayrı bir tevazu göstermişti.- Fakat, Anadolu’da ekseriya bütün illerimizde hat hocası yok. Buralara gitmek önemli bir vazifedir.”
İşte ben de böylelikle Ali Alparslan Hoca’mın ve sonrasında Hüseyin Kutlu Hoca’mın teşvikleri üzerine Anadolu yollarında talebelere hizmet etmeye başladım.
Sanatkâr, 4 saatlik bir yolculuğun ardından Bursa’ya; Şabaniye Dergâhı’na vardı… Dergâh’ın meydan odasında “Ya Hayyu Ya Kayyûm” sülüs istifini ahşabın naif yüzüne aktarmakla meşgul olan Nahhat Recep hocasını hürmet ve tazimle karşıladı… “Hoş geldin Hocam” çayları içildikten sonra hat talebeleri birer ikişer tekkeye düşmeye başladı.
Yolcu-sanatkâr, talebelerinin tüm çalışmalarını tek tek inceledi. Meşk kâğıtlarının birkaçına “aferin” yazdı... İlk defa hat dersi almaya gelen yaşlıca bir esnaf ağabeyine kamış kalem ve mürekkep hediye ettikten sonra “Rabbi yessir”i her zamanki gibi ilk hat talebesine ders gösteriyormuşçasına kemâl-i edep ve azami dikkatle yazdı…
Hat talebesi ve naht ustası Hüseyin Avni ile birlikte gazeteci İrfan da hat meclisine geldi ve böylelikle Bursalı sanatkârların hayâlini süsleyen Bursa Kur’ân-ı Kerîm Müzesi’ne dair bir bahis açıldı. Gazeteci İrfan, müzeye vakfetmek için yeni aldığı yazma Mushafları gösterdi… Hep birlikte iki asır önce ketebesi konulan nesih-sülüs bir Kur’an-ı Kerim’in serlevhası incelendi.
Sohbette her zamanki gibi Evlad-ı Fatihan ibadethanelerindeki hat eserlerinin tecdiden ihyâ edilmesi gündeme geldi. Üsküp’te, Kosova’da, Prizen’de fisebilillah cami, mescid, tekke, derviş odası ve türbe yazıları hazırlayan ekip, İstanbul’un fethinden 4 yıl sonra Arnavutluk Preze Kalesi’nde inşa edildikten dört yüz yıl sonra İkinci Dünya Savaşı yıllarında yıkılan Kale Camii için Taliha Hanım tarafından fisebillih yazılan çeharyar levhalarını inceledi.
Bursa’da muhabbet, sohbet, meşk, ders iyi de, kış mevsimlerinin günleri kısa, geceleri uzun... Yolcu/sanatkâr için 14 saatlik Şabaniye Dergâhı mesaisi biterken tecehhüd vaktine gelindi. Birkaç saatlik dinlenmenin ardından sabah namazını Ulu Camii’de kılan sanatkâr, bu kez kendini Eskişehir’deki sanat sevdalılarına götürecek olan otobüste buldu. Muavin, “Eskişehir’e hoş geldiniz” derken, ‘yolcu sanatkâr’ın cep saati 09:45’i göstermekteydi.
Sanatkâr/yolcu, Eskişehir Vel Kalem Geleneksel Sanatlar ve Kültür Derneği’nin mütevazı mekânına adım attığında talebelerini kendisini bekler vaziyette buldu. Selâm ve kelâmdan sonra meşkler incelendi, yeni dersler yazıldı ve aydınlık yüzlü bedensel engelli gençlerle sanat serencamına başlandı. Aynı harfler, sabırla, ümitle, umutla onlarca kez yazıldı, genç-yaşlı Eskişehirli hat talipleri “kef” harfinde dertlerini, “elif”te yalan dünyayı unuttu… Hocasının yolundan emin adımlarla ilerleyen ve yaptığı istiflerle sanat camiasının dikkatlerini çeken Hattat Emre’nin ve Dr. Hüseyin Fidan’ın yüzünde mutluluk çiçekleri açtı.
Akrep yelkovanı, mezar taze ölüyü, otobüsler yolcu sanatkârı bekler… Bu kez, Kütahya’nın yolunu tutan sülüs ve ta’lik hocası, ‘çininin yurdu’na varır varmaz kendini Vav Kütahya Geleneksel Sanatlar ve Kültür Derneği’nde (VAV-DER) buldu. Kısa sürede dernek merkezinin kapısından içeriye, gönlünden hû zikri geçen Ahmet TÜRK, Arif ÇELİK, Bahri BİNGÖL, Betül DEMİR, Erkan BAKIM, Esra GÜN, Eyüp Can SARI, Hidayet ŞEN, İsmail TÜLÜCE, Kadriye ÖZKUL, Murat ORUÇ, Mehmet Ali TUNCA, Mustafa ER, Ömer KISA, Özlem ÇALDEMİR, Rümeysa Günay İNANÇ, Şerife ÇAVUŞOĞLU, Sibel TEMELKIRAN ve Ülfet BALON girdi. Talebelerin meşkleri tek tek incelendi. Hat talebesi Erkan BAKIM, şehit ve gazi aileleri yararına Ocak ayının son günlerinde düzenlenecek olan sergi için yazdığı sülüs âyet-i kerime levhalarını hocasına arz etti. Vakit ilerledi, gözler mahmurlaştı, duvardaki ayıntâbî ketebeli sülüs istifteki tirfillerin üzerine nur indi…
Yolcu/sanatkâr iki günde üç şehirde yüzlerce talebesiyle görüşmenin verdiği mutlulukla tüm yorgunluğunu unuttu… Pazartesi gününün sabah namazı vakti girdiğinde Küçükköy’deki evine adım atan yolcu sanatkârın boynuna küçük kızı Elif “Baba bana uzaklardan ne getirdin bakalım” diyerek sarıldı.
Hafta ortası geldiğinde yolcu/sanatkâr, kadim dostu hattat-müzehhip Abdullah Aydemir ile beraber bu kez Kocaeli yollarında buldu.
“İstanbul unutuldu mu?” dediniz!
Cumartesi, Pazar ve Çarşamba günleri sırasıyla Bursa, Eskişehir, Kütahya ve Kocaeli’nde hat talebelerinin hizmetinde bulunan yolcu/sanatkâr, tahmin edebileceğiniz gibi Pazartesi, Salı, Perşembe ve Cuma günleri İstanbul’daki hat taliplilerine Küçükköy’deki evinde “Eyvallah kurban” diyerek fîsebilillah ders veriyor.
Hattat yazar, müzehhip tezhipler, nahhat keser ve oyar… Yolcu sanatkâr, bunca yoğunluğu arasında sülüsten nesihe, ta’likten şikesteye kadar her ay onlarca yazıyı günün ve gecenin bereketiyle yazıyor… Yazı siparişi için evine gelenler olduğunda dolar kuruna, borsa endeksine, avro fiyatlarına bakmıyor. Kendisinden yazı talebinde bulunan herkese mutlaka yazısını yazıyor. Kiminden ücret dahi almıyor. Mezar kitabelerini talep eden herkes için bilabedel yazıyor. Hiç kimseye “Sen benden yazı alamazsın falancaya git” demiyor. Cami, mescit, dergâh, tekke yazılarını fîsebilillah yazıyor. Mahza hayır için sergi talebinde bulunan STK’lara sayıları dört yüze varan öğrencileriyle birlikte sergiler düzenliyor.
Sanatkâr yolcunun İznik Ayasofya Camii’nden Fatih Pîri Mehmet Paşa Camii’ne, oradan Üsküp Murad Paşa Camii’ne ve Kosova’daki Murad-ı Hüdevaendigâr Türbesi’ne kadar onlarca dini mimari eserinin duvarlarında asılı bulunan levhası var.
Bu cümleye Anadolu’daki hüsn-i hat müzelerini ve dahi Amasya Sultan II Bayezid Camii Külliyesi’ndeki dünyanın en büyük hilye-i şerîfesini dâhil etmemiz vâkıa mutabık olacaktır.
Yenibosna, 29 Ekim Caddesi-28 Kasım 2023 Perşembe
Hâsılı günler, aylar, mevsimler, yıllar geçti, yolcu sanatkârın Küçükköy’den Anadolu’ya uzanan hat sanatı serencamı her istasyonda daha bir derinlik, anlam ve talebe kazanarak gönüllerde manevi bir sevgi halesi oluşturdu. Bursa’da, Eskişehir’de ve Kütahya’da “kâbili irşâd olan üstâd olur üstâddan” fehvasınca “Tilmîz-i Ali”den mücâz hattatlar, âlâ keyfiyeti hâiz kutlu yazı dersleri emanetini devraldı. Sanatkârın yazı yolculuğu ise Murâdî’nin dediği gibi devam ediyor: “Elbette bu halimden o yârin haberi var/Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ”