İnsanlar, dünyadaki kötülüklerin sonuçlarını bire bir yaşıyorlar. Ama kimin iyinin yanında olup olmadığını ayırd edecek kriterler üretmekte zorlanıyorlar. Çünkü doğru kriter oluşturmak için doğru bilgi gerekiyor. Bu yüzden kim iyi, kim kötü bilmek zorlaştı. Körü körüne bir ezberle, anlamadan dinlemeden tepkiselleşenleri de ikna etmek zorunda değiliz. Çünkü bıktık.
Başıboşluğu, kuralsızlığı demokrasi zanneden cahiller yüzünden ülkemiz çok şey kaybetmeye devam ediyor. Medya konusunda yeni hukuki düzenleme gerekiyor diyoruz, yayıncılığın rezil duruma düştüğünden şikayet edenler ilk önce saldırıyor. Aman ha medyaya dokunma. Sanki babasının malı, sanki kendisinin ve ailesinin yararına yayın yapan çok sayıda medya kuruluşu varmış gibi. Oysa dikkatli baksa, yayıncılık sorumluluğu taşıyan, ülkesini ve insanlarını düşünen medya sayısı bir elin parmak sayısını geçmez. Çok sayıda radyo/televizyonun olmasını demokrasinin gereği zannettik, yanıldık.
Demokrasi aynı zamanda kamu yararını önceliğe koyan kurallar rejimidir. Medyanın şu an ki durumunun halkın yararına olduğunu söyleyebilmek çok zor. Dikkatli bakınca içerik ve yayıncılık kriterleri konusunda belirleyici rol üslenenen unsurun izleyici olmadığını görüyoruz. Tüm dünyada medyanın demokrasi kurallarına uymasının öncelikli bir şartı vardır: Yayıncı kuruluşlarının halkın beğenisi ve tercihlerine göre para kazanarak yayın hayatına devam edebilmesi. Peki halkın tercihleri neye göre belirleniyor?
Düşünsenize yayın yapıyorsunuz fakat içerikleriniz hedef kitlenizi yozlaştırıyor, kültür seviyesini aşağı çekiyor, gençleri suça özendiriyor. Yöneticilerle konuşuyorsunuz, ama artık bunlar reyting alıyor diyenler çoğunlukta. Reyting denilen ve pek de güvenilir olmayan bir sistem toplumsal algıları yönetiyor. Her gün aile kavramını ve ahlak kurallarını hiçe sayacak şekilde cımbızla seçilmiş bir takım insanları ekrana çıkararak reyting alma derdine düşenler yüzünden, toplumda şiddet, kadın cinayetleri ve gasp olayları artış göstermekte. Aynı yayın saatinde, aynı kanalda toplumun kültür seviyesini yükseltecek, iyi davranış örneklerini rol model olarak insanlara sunacak içerikler yayınlansa, izlenmeyecek mi? Elbette izlenecek. Hem yozluğu ve kalitesizliği sürdürüp, hem de halk bunu istiyor demeyi de kendi hak görenler var. Yayıncılığın içinden gelen, yayıncılık sorumluluğu ile yetişmiş kişiler için bunlar çok yanlış söylemler.
İzleyicinin medyada patron olabilmesi için, medyayı yaşatacak paranın seyirci tarafından sağlanması gerekiyor. Bu sözlerden halk medya kuruluşlarına para ödesin anlamı çıkmamalı. Dikkat ederseniz yukarıda beğeni ve tercih kelimelerini kullandım. Halkın tercihleriyle yani halkın beğenip izlediği için yayın hayatını sürdüren medya demek, reklam geliriyle ayakta durabilen medya demektir. Halkın izlediği yayınlar reklam alacak yani ürettiklerini halka izletebilenler para kazanacaktır. Demokratik bir medya düzeninde belirleyici unsur elbette halkın tercihleri olmalıdır. Halk izlediği için reyting alan yayınlar reklam pastasından pay alarak yayın hayatını sürdürebilirler. Burada belirleyici unsur, izlenme oranlarının doğruluğu ve reklam verenlerin halkın tercihlerini göz önünde tutmasıdır.
Peki ama halkın izlemediği kanallar nasıl oluyor da yayın hayatına devam edebiliyorlar? Çok basit, masraflarını patronları kendi cebinden ödüyor. Sahibi olduğu medya kuruluşlarını “başka sektörlerdeki” yatırımlarından kazandıkları ile yaşatan çok sayıda medya patronu var. Sürekli açık kapatıyor ve yayının devam etmesini sağlıyorlar. Neden? Çok farklı sebepleri var. Bu yazımızın konusunun dışında, ayrı bir bahis olduğu için girmiyorum. Parasını halkın ödemediği medyanın patronu izleyici değildir. Bunu bilelim yeter.
Çok sayıda televizyon olunca reklam pastası yayıncı kuruluşları ayakta tutamaz oldu. Bu yüzden giderek yayın kalitesi düşen bir medya ortamı oluştu. Masrafları patron ödüyor ama çoğu kanalda bu para çalışanların maaşlarını ve temel giderleri ancak karşılayabiliyor, yayın içeriğinde kalite olarak seyirciye yansımıyor. Çoğu kanalda yetişmiş, işin ehli personel de yok, bazılarında yeni mezunlarla hatta iş öğrenme derdindeki stajyerlere yol parası için harçlık verilerek yayın sürdürülmeye çalışılıyor.
Peki bu tuhaf durumu nasıl düzeltebiliriz? Acilen televizyon kanal sayısının reklam pastasının yeteceği sayıya düşürülmesi gerekiyor. Yasal bir düzenlemeden bahsediyorum. Yerel ve tematik kanallar, ayrıca ücretli/şifreli platformlar, farklı şart ve kurallar çerçevesinde faaliyet gösterdikleri için onları katmıyorum. Sözüm, ulusal dediğimiz uydudan veya karasaldan yayın yapan ve tüm Türkiye’yi hedef kitle olarak seçmiş kanallar için.
Bir diğer önemli konu da medyaya yatırım yapacak olanların, artık başka iş kollarında faaliyet göstermeyecek kişiler olması. Farklı bir deyişle, diğer sektörlerdeki rekabet şartlarını sahibi olduğu medyayı kullanarak kendi lehine değiştirme veya ekonominin dinamiklerini etkileme derdindeki girişimciler artık yayıncılık sektöründe olmasa iyi olur diyoruz. Yayıncılığı, politik aktörlere karşı veya politik aktörlerin desteği ile bir güç olarak kullanan medya yatırımcısı yerine, bağımsız ve gelirini halkın her kesiminin beğenisiyle kazanacak olmanın verdiği rahatlıkla, tarafsız kalabilen girişimcilere ihtiyaç var. Başka iş kollarında yatırımı olmayan insanlar sayesinde kaliteli yayıncılık ortamı sağlanabiliyor. Öncelik meselesi. Yayıncılıkta kalite, yatırımcı için başka hedefleri olmadığı zaman çok daha fazla mümkün. Bizim şu şu sektörlerde şirketlerimiz var ama en kaliteli yayını yapan televizyon da bizimkisi diyen bir yayıncı kuruluşumuza zamanında Japonya’nın en büyük medya patronu konuk olmuştu. Yemek sırasında kendi çok sektörlü konumlarını onaylatmak için konuğa sorarlar; başka sektörlerde de yatırımınız var mı? Japon medya devinin patronu evet var der. Bizimkiler hemen sevinirler. Ama sevinçleri pek fazla sürmez. Çünkü Japon konuk, evet başka sektörde bir yatırımımız daha var, bir senfoni orkestrası sahibiyiz der.
Özetleyecek olursak; reklam pastasının besleyebileceği sayıda televizyon, başka sektörlerde yatırımı ve beklentisi olmayan medya yatırımcıları gibi konuları öncelemek üzere yeni bir medya düzenine ihtiyacımız var. Elbette bu düzen içerisinde RTÜK gibi amacından sapmış, sektöre öncülük yapmak yerine, kendisini yıllar içerisinde ceza mahkemesi olarak buluveren bir kurumun da artık tarihe karışması gerekiyor. Üyelerini siyasi partilerin belirlediği değil, yayıncılık sektörüne yıllarını vermiş deneyimli kişilerden seçilecek ve politik etkilerden uzak tutulacak bir yeni sektörel üst kuruma ihtiyaç var.
Televizyon, internet, ücretli platformlar ve diğer yayıncılık türlerinin söz konusu olduğu tüm mecraları kapsayacak yeni bir medya hukuku oluşturulmalı. Teknolojinin, küresel sermayenin lehine kullanıldığı ve Türkiye Cumhuriyeti gibi ulus devletlerin yıpratılmasına yönelik işlev gördüğü yeni dünya düzeninde, cumhuriyetimizi koruyacak yeni bir medya hukuk düzenine ihtiyaç var. Günümüzde medya insan hayatında öylesine çok yer kaplamaya başladı ki, hukuki anlamda, medeni hukuk, borçlar hukuku, aile hukuku vb. alanlar gibi bir alanın tesis edilmesi önem arz etmeye başladı.
Tabii bütün bunların yayıncı kuruluşların kapısından içeriye adım atmamış hevesliler yerine, yıllarını yayıncılığa vermiş deneyimli insanlarla mümkün olduğunu bilen yöneticilerin varlığı da çok önemli. Yoksa her alanda hevesli ve meraklıların göz boyadığı bir ortamda hem yayıncı kuruluşlara hem de izleyiciye yazık oluyor.

YORUMLAR