İlkokuldaydık, o zaman öğretmişlerdi.
“Cumhuriyet, milletin kendi kendini yönetmesidir.”
Ardından başka bir önemli sözü daha ezberlemiştik;
“Cumhuriyet fazilettir.”
Şimdi cumhuriyetimizin yüzüncü kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz. Öncelikle cumhuriyeti kuran kadroyu, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygıyla anıyoruz. Emperyalizmin masa üzerine harita serip, cetvelle ülke sınırları çizdiği bir dönemde, Türk milleti kendi kanıyla yeni devletinin sınırlarını kendisi çizmişti. Bu aynı zamanda emperyalizme karşı bir varoluş mücadelesiydi. Şimdi ay yıldızlı bayrağımızın altında, özgürce yaşıyorsak, bu biricik devletimiz Türkiye Cumhuriyetinin varlığı sayesindedir.
Bu sözlerim belki klişe gelebilir. Ama son dönemde dünyanın haline baktığımızda, Türkiye Cumhuriyetinin kıymetini daha çok anlamamız gerekiyor. Devletsiz kalmış mazlumların hali ortada. Emperyalizm önce onları hedefe koyuyor. Türkiye Cumhuriyetinin varlığı, birliği ve toprak bütünlüğünü sahiplenmekteki kararlılığımız, emperyalizme atılan güçlü bir tokattır. Cumhuriyetimizin kuruluşundaki şartlar aynen devam ediyor. Akif’in Çanakkale Şehitleri için yazdığı unutulmaz dizelerdeki gibi değil mi durum? Hemen, hepsi bir oluveriyorlar.
"Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.”
Toprakları işgal edilmiş, defalarca katliamlara maruz kalmış, binlerce kilometre öteden getirilen işgalcilere verilmiş evlerinin önünden geçerken gözleri dolan insanları gördük. Bunları yaşamamak için cumhuriyetimizin kuruluş dönemindeki heyecanı hep diri tutmak gerekiyor. Ay yıldızlı bayrağın altında, huzur içinde müreffeh bir hayat sürmek ve çocuklarımıza güçlü bir Türkiye emanet etmek hedefinden bizi kimse vazgeçiremez.
İyi de herkes bu konularda hemfikir ama, şu şöyle bu böyle diyenler olabilir. Cumhuriyete sahip çıkmanın, küresel sermayenin yönettiği tek bir devlet kurma çabasındaki emperyalist çeteyle kaçınılmaz olarak karşı karşıya gelmek olduğunu görmek gerekiyor. Şimdi kan dökücü İsrail yönetimini kullanıyorlar. İsrail topraklarını genişleterek, güneyimizde planladıkları terör bölgesi ile birleştirip bize komşu yapmak istiyorlar. Sonrasında bizden de toprak isteyecekleri kesin. Bunu öngörebilmek zor değil. İnanılmaz ama gerçek; dört yüz bin tır silah yığdılar bölgeye. İşleri bittiğinde kullandıkları İsrail’in kan dökücü yönetimini devletler üstü bir mahkemede yargılayıp mahkum edecekler, onlara da bırakmayacaklar bu toprakların hakimiyetini. Çünkü İsrail dahil bütün devletleri yok etmeye kararlılar. Şimdilik sırtlarını sıvazlıyorlar.
Küreselci kuruluşların İsrail’e yönelik “insanlık suçu”, “savaş suçu” şeklindeki açıklamalarının farkında mısınız? Şimdilik kısık sesle söylendikleri için önemsenmiyor, ama bu süreç bittiğinde masaya konulacak elbette. Onlar aslında devletleri değil, güneyimizde örneğini gördüğümüz örgütleri destekliyorlar, örgütleri hem kolay yönetilebilir oldukları için, hem de küresel sermaye güdümlü tek dünya devletini kurarken istedikleri sürece uyarlamak daha kolay olduğu için tercih ediyorlar. Hatta örgütlerin başındaki yöneticiler kendilerine karşı dik duracak kadar güçlenirse onları ekarte edip, gerekçeler üretip hasımlarına teslim ediyor, hatta hapse atılmasını sağlıyorlar. Yerlerine ise eşbaşkanlık sistemiyle güçsüz yöneticiler getiriyorlar. Gerekirse etkileri altındaki devletlerin de devlet gibi değil, terör örgütü gibi davranmasını ve örgüte dönüşmesini sağlıyorlar. Yeni ulus-devletler kurulmasını engellemek için de ne gerekiyorsa yapıyorlar. Kuzey Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, hatta Kıbrıs’ta yeni devlet kurulması ve uluslararası alanda tanımasına yönelik çözümleri şiddetle reddediyorlar, engelliyorlar.
Bunları niye yazıyorum, çünkü sırf cumhuriyetimize sahip çıkarak bu kötülükleri aşmak, önlemek mümkün. En büyük güçleri kendileri değil. Algılarıyla oynayıp bizden çaldıkları insanlarımızı, birbirine düşman ettikleri “bizim” insanlarımızı kullanarak yol kat etmek istiyorlar. Tıpkı diğer halkları çatıştırdıkları gibi. İllüzyonlara kanmadan, cumhuriyete sahip çıkarak halledebileceğimiz ayrılıklarımız var. Bu yüzden birbirimizin inadına giderek çözemeyeceğimiz sorunlar oluşturmaktansa, birlik olup Ayyıldızlı bayrağımızın altında cumhuriyetin faziletini yaşamak çok daha önemli.
Milletini seven, ülkesi için çalışan insanları ayırd edecek güven kriterleri oluşturmak zorundayız. Kim neyi savunuyor, ne maksatla algı operasyonları yapılıyor artık görebilmeliyiz. Ülkemde yaşayanlara karşı nefret duyguları oluşturanları görünce uzak duruyorum. İnanç, dil, din, mezhep, ırk, ibadet, kıyafet gibi argumanları düşmanlık vesilesi olarak kullanıyorlar. Çanakkale ruhu ve Kurtuluş savaşı mantığıyla olaylara bakmak gerekiyor. Yoksa sadece yukarıda bahsettiğim olguları değil, en birleştirici sandığımız kavramları bile kullanır, bizi birbirimize kırdırırlar. Bunun için başvuracağımız temel unsur, hiç kuşkusuz akıllı olmak, etki altında kalmamak. Aklımızı kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sahip çıkalım. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı kutlu olsun.