Mütefekkir, gazeteci, yazar, Türkiye Yazarlar Birliği’nin Kurucularından, Şeref Başkanı, Türk dilinin muhyî üstadı D. Mehmet Doğan 11 Ağustos 2024 günü Ankara’da Hakk’a yürüdü.
Müslüman-Türk irfanına, Türkçemize hamle çapında hizmetleri sebkat eden D. Mehmet Doğan üstadımıza rahmeti vesile kılarak vefeyat dosyası hazırladık. Dosyamıza üç farklı nesilden münevverler katkıda bulundu. Birinci nesil yol arkadaşları: Bekir Sıddık Soysal ve Muzaffer Doğan. İkinci nesil kardeşleri: Ahmet Dur, Hüseyin Emiroğlu, İhsan Kabil, Mehmet Ali Erdem, Mehmed Akif Köseoğlu ve Mehmet Nuri Yardım. Üçüncü nesil ise mânevî evlatları ve bir nevi hayrülhalefleri: Mahmut Bıyıklı ve Fatma Gülşen Koçak.
İttifak Gazetesi nezdinde 12 Ağustos tarihinde Ankara Hacı Bayram Velî Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Taceddin Dergâhı’nda ebediyet âlemine yolcu edilen D. Mehmet Doğan’a rahmet; ailesine, TYB camiasına ve sevenlerine sabırlar niyaz ediyoruz.
D. Mehmet Doğan yılmaz bir dil, din ve kültür savaşçısıydı
Ahmet Dur
Gazeteci, yazar, fotoğraf sanatçısı
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı, Türk dilimizin yılmaz savaşçısı, Kültür Sanat Camiasının ağabeyi D. Mehmet Doğan'ın vefât haberini üzülerek öğrendim. Kendisinin katıldığı son etkinlik olan TYB İstanbul Şubesi programında bana dönerek 'gel gel belki bir daha çekilemeyiz" diyerek fotoğraf çekilmiştik. Gerçekten de öyle oldu.
Tanıdığım ilk günden beri çok sevdim. İyi insandı. Çevresindekileri asla küçümsemediği gibi, ciddiyetle muhatap olurdu.
TYB İstanbul şubesinin yıllarca program fotoğraflarını çektim. Başkan Mahmut Bıyıklı ile yıllara yayılan bir iletişimimiz vardır. TYB İstanbul Şubesi programlarında tanıştım D. Mehmet Doğan ağabeyle. Tanışıklığımız daha sonraları güzel bir muhabbete dönüştü. Aile fertlerimin halini hatırını sorardı. Programlarda ailemi de tanımıştı. Böylelikle TYB’nin kurucu ve şeref başkanı Mehmet Doğan abinin katılacağı programları iple çekmeye başladım. Programların öncesinde hürmetle elini sıkar kısa da olsa mutlaka sohbetlerimiz olurdu.
TYB’nin haricindeki katıldığı programları da takip ederdim. Beni görünce ‘Ooo ne güzel. Geldin mi’ diyerek tokalaşır ve hatırım sorardı.
Mahmutlu Bıyıklı başkanın davetiyle güney doğu illerini kapsayan ve bir hafta süren ‘Kültür Kervanı’ programına katılmıştım. Başkan Mehmet Doğan ağabeyle bu etkinlikte bir birimizi daha da iyi tanımıştık. Çok güzel espri ve şakalar da yapardı. Beni kendi yakın çevresinden biri olarak kabul etmesinden çok mutlu oldum.
İstanbul’da dil ile ilgili bir programı organize etmiştim. Kendisini davet ettiğimde Ankara’da yaşamasına rağmen hiç hayır demeden etkinliğe katılması beni o kadar mutlu etmişti ki anlatamam. Beni orada onure ederek değer verdiğini göstermişti. Gözlerim yaşarmıştı.
Son kez katıldığı TYB İstanbul Şubesi programında bana dönerek “Gel, gel birlikte fotoğraf çektirelim. Belki bir daha çektiremeyiz.” deyişini unutamıyorum. Gerçekten de mezkûr fotoğraf son karemiz oldu.
Ahmet Dur: En güzel eserlerinden biri de Türkiye Yazarlar Birliği’dir.
D. Mehmet Doğan ağabeyimiz, kıymetli başkanımız güzel dilimiz için, Türkçemiz için, dinimiz için, kültürümüz için yılmaz bir savaşçıydı. Bu alanda kelimenin tam anlamıyla millî bir mücadele verdi. Büyük bir dâvâ adamıydı. Mehmet ağabey ardında Mimar Sinan gibi güzel eserler bırakarak gitti. En güzel eserlerinden biri de Türkiye Yazarlar Birliği’dir. Mehmet Doğan başkanımızın bizlere miras bıraktığı bu dava sancağını dalgalandırmaya devam ettirmek gerek. Mutlaka yeni D. Mehmet Doğan’lar çıkacaktır ve bu mukaddes dâvânın bayrağı dalgalanmaya devam edecektir.
Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. (Âmin)
Dost’tan yetim kalmak!
Bekir Sıddık Sosyal
Multidisipliner Sanatkâr
Demek ki dosttan da yetim kalınırmış…
60 yıla yaklaşan bir dostluğu anlatmak, benim yaşımda oldukça zor. Hafıza rekâket ile mâlûl.
Bir metin inşa etmek için de zihin gayreti yetersiz.
Dostundan yetim kalan gönül ise fevkalade melil.
Bu dostluğa tarih düşme gayreti ile hafıza zembereğimi alelacele kurdum. Hafızamın kuytularına ne kadar ulaşabilirim bilmiyorum. Belki sistematik bir yazı olmayacak. Mezkûr zemberek ön şuura ne gönderirse bahtıma deyip yarım asrı aşan bir yolu kat etmeye çalışacağım.
Mehmet Doğan adını ilk defa Hareket Dergisinin muhtemelen 60’lı yıların sonundaki sayılarından birine gönderdiği bir şiirinde görmüştüm. ”Olumsuz” adlı bir şiirdi bu. Sonrasında gönderdiği her şiir dergide yer aldığına göre şairlik vasfı kayda değer bir seviyeyi işaret ediyordu diye düşünüyorum.
Şiirle başlayan tecrübe yazı alanlarında karar kıldı.
Mehmet’in ilk nesri bir dizi inceleme idi. Türkiye'de Toprak Meselesi-I Toprak Reformu ve Aydının Yabancılaşması… Bu dizi “Cumhuriyet'ten Sonra Toprak Meselesi - I Devrim Dönemi - 1923 – 1934” ile devam etti. Arada Halil Kaleli müstearı da yazıları ile dergiye omuz veriyordu. Bu yılların Hareket sayılarında Ankara’dan; Niyazi Adalı, Ali Birinci isimleri de yer alıyordu.
Mehmet, Siyasal Bilgiler Fakültesi bünyesinde kurulan Basın Yayın Yüksek Okulunda, Ali Birinci ve Niyazi Adalı ise SBF'de okuyorlardı. Niyazi Adalı, Osman Yüksel Serdengeçti sigasında, modern Ankara’yı eleştiren lirik yazılar yazıyordu.
Bir gün Ali Birinci Dergi çevresi ve hususen Nurettin Topçu Hoca ile tanışmak için İstanbul’a Divan Yolu Ersoy Han'da mukim dergi idarehanesine geldi. Hoca ile konuşurken dergi yazarı arkadaşları Mehmet Doğan ve Niyazi Adalı da sohbet konusu oldu. Hoca, Mehmet’in adının önündeki “D” harfine öyle bir vurgu yaptı ki hepimizi güldürdü.
İçindeki şairlik cevheriyle yazılarının hemen hepsi deneme türüne müsemma yazılar olarak vücut buldu. Tahlil, tasvir, tenkit, kronik ve fikir ihtiva eden, bir üslup mükemmeliyeti ile edebilik vasfında temayüz eden yazarlık tecrübesi. Çabuk, kolay, muhtevalı yazma melekesine daha yazarlığının ilk yıllarında ulaştı.
Her kelam ve vaka onda bir fikir zembereğine dönüşür, ruhunu tutuşturur ve bir yeni esere inkîlab eder.
Mehmet, adeta münşi doğmuş. Derin vukufiyet kesbettiği Türkçenin mantığı, düşünme tarzı ile nesrini, erken vazgeçtiği şiirle de tahkim ederek, özentisiz ve zorlamasız, tabii ve estetik bir üslupla taçlandırmıştı.
Yazarlığı, günlük hayatının bir rüknü olarak süreklilik ve disiplin ile bir tabiat halinde yaşadı. Yazarlığın en zor tarafı olan, samimiyet, onun yazarlığının en belirgin şiarı oldu. Yazılarında “asla kelime fikrin önüne” geçmedi.
İhtirasının mesnedi, istikameti onda yaratıcılık, cehd ve vicdan meşguliyeti halinde tebarüz etti. Entelektüel hüviyet, vicdan hassasiyeti ve ruhi derinlik, şahsiyetini temellendirdi.
Dilimizin altın kitabına, o kitabı zenginleştiren sayfalar kattı… Dilimizin meselelerini âlimane bir nüfuz ile ele aldı. Dilimize karşı ideolojik, tasfiyeci anlayışı mahkûm eden “Yüzyılın Soykırımı” gibi eserler yazdı. Buna mümasil diğer eserleri: Dil Kültür Yabancılaşma, Bir Lügat Bulamadım, Devlet Sözlük Yazar mı, Kelimelerin Seyir Defteri…
Hazırladığı Büyük Türkçe Sözlük en çok baskı yapan ve en kullanılışlı sözlüklerden biri olma özelliği yanında fevkalade ihatalı bir eser. Bu eseri üzerinde ilk baskısından itibaren, hemen her gün aralıksız (kendi ifadesine göre günde en az iki saat) bir çalışma maratonu ile hayatının anlamı olan faaliyetini sürdürdü.
Sözlük çalışmasının öncesinde Dergâh Yayınları Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin, daha sonra da Aile Ansiklopedisinin Yürütücüsü ve yayın yönetmeni oldu.
Heccâvâne bir mizaca sahipti… Hiciv ve mizah en sevdiği zekâ oyunuydu. Ama bu hali, bütün diğer heccavlar gibi onun da çevresinin, haklı-haksız kesif bir düşmanlık bulutları ile sarılmasına sebep oldu. Yine de diyebilirim ki hicvinin ve mizahının mazmunu tamamına yakın bir oranda hamakat, sadakatsizlik, kopukluk ve hainlik idi…
Müstahkem fikir kalemizin usta mimarlarından biri oldu… Bu granitten kalenin yiğit muhafızı olarak kalemini kılıç gibi kullandı. Zaman-zaman da hicvin ateşten kırbacına sarıldı. Bu heccavın vicdan fırtınaları onu tehlikeli sularda dolaştırdı. Fenalığı ve menfi her türlü hali tezyif ile iyiye, doğruya istikametin risklerini delikanlı bir eda ile göğüsledi…
Mizahında ise fikir ve düşünce derinliği ile mesuliyet hissinin muzip, ama engin bir dalgalanışı vardır. Tarih ve dil şuuru onun sarsılmaz imanının mütemmim rükünleri gibidir. Bu mizah ise onun kaleminde kendi iç dünyasından başlayarak çevresini aydınlatan, geleceğe ışık tutan bir meşaledir. Halil Kaleli de bu meşale tutucunun sembol ismidir.
Bütün bunlara ilaveten, mizahı diyebilirim ki şaka iptilası gibiydi. Ikınıp-sıkılmadan tabii bir seyir halinde, iddiasız zuhur eden bir haldi.
Hemen ülkemizin her yerinden aldığı davetlerle sohbet toplantıları, seminerler ve verdiği konferanslarla kültür misyonunu sürdürdü.
Ülkemizde ilk defa TYB bünyesinde oluşturduğu yazar okulu marifetiyle yazarlık vasfının ne olduğunu geniş kitlelerin anlamasını sağladı.
Kültür projelerindeki yaratıcılığı, projelerine süreklilik kazandırma gayreti, işlerindeki takipçiliği, en belirgin vasfı idi.
Radyo-Televizyon programcılığı; metin yazarlığı, senaristlik, danışmanlık olarak göz doldurmuştu.
Dokuz yıl süren RTÜK üyeliği,
Gazete yazıları (Fıkra), bütün bu aşkın cehd ve gayretler ona hak edilmiş marufiyetin altın kapılarını açtı.
Kalecik… Bir küçük şehir...
“Eğin dedikleri bir küçük şehir” o canım Eğin türkülerinden biri böyle başlıyor.
Anadolu’da bu kabil şehir kavramına bihakkın sahip olan küçük şehirler arasında Kalecik adı pek geçmez. Ancak Ankara’nın; bütün ilçeleri arasında, tarihilik ve şehirlik vasfını haiz küçük şehirlerden biri de Kalecik'tir diye düşünüyorum…
İtalo Calvino’nun “Görünmez Kentler” adlı kitabını okurken, artık görünmez olan bu şehirleri düşünmüştüm.
Şimdilerde bu yerlerin sakinleri yaşadıkları ya da doğup büyüdükleri bu zeminleri “ilçe” ya da “kasaba olarak tavsif ediyorlar. Kimse bu yerlere şehir vasfını yakıştıramıyor. Eksik bir asabiyet hali ve garip bir kompleks ile sosyolojik ve coğrafi olarak şehir kavramını anlayamıyorlar.
Kalecik’in yakınındaki Kırıkkale, birdenbire suni olarak büyüdü, kalabalıklaştı il oldu ama hakiki manasıyla şehir olamadı.
Kırıkkale yanı başında büyüyüp kalabalıklaşırken, Kalecik görünmez oldu.
Öyle ya “Görünmez kentler sonsuzlukta, çoğullukta ve tarihsiz bir zamanda yaşanan, bir kimlik krizidir.”
Mehmet Doğan Ankara’nın Erzurum Mahallesinde mi doğdu yoksa Kalecik’te mi doğup büyüdü, bunu hiç merak edip kendisine sormadım… Ama bu iki şehri birlikte temessül ve idrak edip ruhunu ve maddesini böylece inşa etti diye düşünüyorum.
Ankaralılık asabiyeti; Doğan’ın toprak ve medeniyet tasavvurları üzerinden ruh ve vicdan imbiğinde şekillenmiş, aidiyet tezahürüdür.
“Ömrüm Ankara”; Mehmet’in insan ömrünü, tarihilik ve ebedilik ekseninde manevi bir zaman kalıbına döken bir temessül kabiliyetinin destanıdır. Biz muhafazakâr nesiller Mehmet Doğan’ı tanımasaydık, modernitenin biçimlediği Ankara’ya bakarak, yanlış bir Ankara imajı ile kala kalırdık.
O, Ogüst Mabedi ile Kocatepe Camii arasındaki boşluğu ruhu ile doldurdu. Biz yakın dostları ile başlattığı Ankara tetebbuatı giderek umumun üzerinde bir mektep alâkasına dönüştü.
Ankara’nın hâlâ en canlı çarşılarından olan Saman Pazarı’nda aileye ait dükkânda babası terzilik ediyormuş. Bir gün baba mesleği terzilikle ilgisini sordum: "Rahatlıkla pantolon dikebilirim" dedi. Bu da babasından tevarüs ettiği zenaat hüneri.
Hususiyetle Yazarlar Birliği çevresindeki hemen herkes Mehmet Doğan’ın sofrasında ikram görmüştür. Bu ikram; Ankara’daki evinden başlayarak, Kalecik davetlerine, Cuma sofralarına, seyahatlerde, yol güzergâhlarındaki mola duraklarına kadar çok büyük bir sofrayı şamildi.
Muhakkak ki ailesinden taşıdığı bu mükrim vasfı, cömertliği, umumen fedakârlığı ve digergamlığı onun şahsiyetinin aynası olmuştur. Mehmet’in kerim vasfı da şahsiyetinin ışığı halinde tebarüz eden bu vasıflarını, hazmedilmiş bir hayat tarzı halinden yaşamasından kaynaklanmaktaydı.
Yol ahvali bir mizacın en müsait tahlil vasatıdır. İnsan en kesif şekilde bu vasatta kendini ele verir.
Mehmet Doğan'ı, menfaat ve paylaşma ilişkilerinde, cömertlik imtihanında, dostuna sadakatte ve uzun yıllara dayanan, çeşitli zaman ve zeminlere yayılan seyahat hallerinde derinliğine tanıma imkânı buldum.
Otuz aşan seyahat beraberliğinden, karakterine ayna tutacak bir-iki hatıraya bu yazında yer vererek, onun duruş ve karakter hususiyetinin altını şöyle-böyle çizmeye gayret edeceğim.
Neredeyse bütün bir Türklük coğrafyasını birlikte gezdik, tanıdık ve temessül ettik.
Bu yol tecrübeleri bizim dostluğumuzu derinleştirdi. Sarsılmaz bir yoldaşlık hukuku ile ruhlarımızı teçhiz etti.
1992’de ilk Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni Bursa ve Konya’da yapıldı.
Şölenin ardından; Şölen Daimî Komitesi olarak Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni için görüşmeler yapmak protokoller imzalamak niyetiyle Azerbaycan ve Orta Asya ülkelerini ziyaret amacıyla bir ay sürecek seyahat için yollara düştük.
“Hangi niyet ve istikamette yapılırsa yapılsın her seyahat, insanın kendi alışılmış vasatının dışına taşma ve farklı olanı algılama cehdi ile âdeta öteleri yoklama idmanıdır.
Orta Asya’ya yapılan bir seyahat, Anadolu Coğrafyasını vatanlaştıran Türkler için bir bakıma kendi iç derinliklerinin keşfi mânâsını taşır. Muhakkak ki seyahatimizin feyzi de bu mânâdaydı.
Güneşin ilk ışıklarının belirdiği o kadim istikamette, hep o istikamette, yani insanlık mâcerâsının, kültür ve medeniyetlerin tulû’ ettiği o kutlu istikamette giderek, ( Mehmet Doğan’ın hususen bu ilk seyahatimiz için sloganlaştırdığı ) ‘sınırlarımızın dışına ama özümüzün içene doğru’ yöneldik…
Orta Anadolu bozkırının baharla vedalaştığı o sarışın günlerde, baharını yaz aylarında idrak eden Doğu Anadolu’nun yüksek platolarına doğru, heyecandan kanatlarla uçuverdik.
Heyecanlı idik, evvela bazılarımız ilk defa yurt dışına çıkıyordu. Saniyen hayal evimize taht kurmuş Orta Asya efsanelerinin içine doğru seyrediyorduk.
Elbette ki heyecandan daha gerçek bir güç; anadilimizin zamana, coğrafyaya, aymazlık ve ihanetlere meydan okuyan kuvvetli kartal kanatları ile bizi uçuran sevk-i tabiimiz, tecessüsümüz bu seyahatimize yön veriyordu.
Nahcivan’da başlayıp, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’ı kapsayan bu
İlk Orta Asya seyahatimizde, zamanımız yetmediği için Türkmenistan’ı bir başka
sefere bırakmıştık.”
1993’de ikincisini Kazakistan’ın o zamanki bas kalası Almatı’da idrak ettiğimiz, Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni’nin üçüncüsünü, Özbekistan’da (Taşkent’te) yapmayı planlamıştık. Ancak Özbek tarafı bazı iç sebepler dolayısıyla şöleni başka bir zamana diyerek erteledi. Ve 1994’te şölen yapılamadı.
Kazakistan’da icra ettiğimiz Türkçenin Uluslararası 2. Şiir Şöleni; Kazakistan Yazıcılar Odağı Töre Ağası merhum Kalderbek Naymanbayev’in dirayeti, sahiplenmesi, ev sahipliği haysiyeti ve ciddiyeti ile bu sene, on ikincisini idrak edeceğimiz diğer on şölen içinde en mutantan olanıydı.
Kazakistan şöleni öncesi Özbekistan Yazucular Uyuşması Başkanı Cemal Kemal tarafından TYB yönetimi olarak Taşkent’e davet edildik.
Taşkent’e vardığımızda apar-topar; Semerkand Üniversitesi rektörünün beklediği şeklinde bir gerekçe ile bizi bu şehirden uzaklaştırma telaşı gösterildi. Uygunsuz bir araç ile yollara düştük, şehir-şehir dolaştırıldık. Manâsız ve mübalağalı bir misafirperverlikle fevkalâde yorulduk.
Bu cümleden olarak Nevai namında müreffeh bir şehire götürüldük. Nevai, karma bir nüfusa sahipti: Özbekler, Kazaklar ve Ruslar ağırlık olarak ve diğer eski Sovyet hinterlandından halklar ile karışık bir demografi oluşturuyordu. Şehrin kuruluşunun 40. Yılı kutlanıyormuş… Burada Mehmet Doğan’a şeref konuğu muamelesi ile şehrin ileri gelenleri yanında sahnede yer verildi. Bu itibarla ona da konuşma fırsatı tanındı. O, bilinen zekâ cevvaliyeti ile: “Şimdiye kadar gittiğim bütün şehirler benden yaşlı idi. İlk defa benden genç bir şehirde bulunuyorum” diyerek konuşmasına başladı. Şehir üzerine şaşılacak bir malumat ve vukufiyetle tesirli bir konuşma yaptı. Salonda bulunanlar tarafından uzun-uzun alkışlandı.
Bulunduğumuz ülke ve coğrafyalar hakkındaki geniş tetebbuu ve içselleştirdiği malumatı, o vasatları temessül kabiliyeti, kültür coğrafyamızı kucaklama iradesinin yansımasıydı elbette ki. İki araçla seyahat ediyorduk. Çileli dönüş yolunda birbirimizi kaybettik. Meğer şoför bizi Türkiye’ye uçuş saatimize kadar oyalama talimatı almış. Bunu bir şekilde öğrenip bizi acilen Taşkent’e götürmesi için baskı yaptık. Saat üç sularında, gecenin ıssızlığı içinde Yazıcılar uyuşması önüne bırakıldık. Sabah, Cemal Kemal geldi alışılmış dostça edası değişmiş, soğuk ve sevimsiz bir tavır edinmişti. Bir saat kadar sonra ikinci araçla Mehmet de geldi. Cemal Kemal'in değişen, menfi tavrını anlattım. Mehmet kararlı bir şekilde, toplanın gidiyoruz dedi. Cemal Kemal’in odasına girdi ve misafirlik üç gündür, biz kendi yolumuza gidiyoruz dedi ve yürüdü. Cemal Kemal beklemediği bu kati tavır karşısında şaşkın bir halde arkasından giderek onu yatıştırma gayreti gösterdi. Ayrıldık.
Şehriyar Kongresi için Mehmet Doğan ve Lütfi Şehsuvaroğlu ile İran’a gidiyoruz. Kongre Tahran’da başta devrin Cumhurbaşkanı Hatemi ve üst düzey devlet ricalinin katılımı ile başladı ve Şairin memleketi ve mezarının olduğu Tebriz’de devam etti.
Kongrede Azerbaycan Kültür Bakanı Polat Bülbülov’un “bizim dilimiz Türkçe değil Azericedir” şeklindeki cahilane iddiasına karşı zehir zemberek bir cevapla salondaki dinleyicilerin tamamının takdirini kazandı. Azerbaycan heyetindeki kırka yakın yazar ve akademisyenin teker-teker gelip konuşmasından ötürü Mehmet’i tebrik gayretleri hoş bir şeydi.
Mezkûr konuşmasında dedi ki: “Ben lisede genç bir talebe iken Şehriyar’ın Haydar Baba’ya Selam şiirini okumak bahtına eriştim. Okudum tesirinde kaldım ama ben Türkçeden başka dil bilmiyordum o zaman. Okudum anladım, hatta yer-yer ezberledim. Şimdi de Türkçeden başka dil bilmiyorum ancak sayın bakanı da eksiksiz anladım. Bu salonda beni anlamayan var mı?” Bu soru, salonda koro halinde karşılığını buldu. Mehmet’le salon arasında müthiş bir muhavere köprüsü kuruldu. Mehmet soruyor, salon cevaplıyor. Muhavere emsaline az rastlanabilecek, salonu sahneye dâhil eden irticali bir tiyatroya dönüşüverdi. Ayakta alkışlayanlar oldu. Programın sonunda Mehmet’in etrafı, tebrikât için takdir ve sevgi kozası gibi örüldü. İstanbul ağzı ile konuşan bir gurup genç ise fevkalâde alâka ve heyecan ile onu kucaklıyorlardı. Her halde Türkiye’den öğrenciler diye düşünürken Mehmet’le mektuplaşan, kitap ve sözlük talepleri karşılanan İranlı üniversite öğrencileri olduğunu öğreniyoruz. Türkçe sözlüğü etrafında; sınırlarımız dışında şekillenen, farklı iklim ve coğrafyaya muhteva katan bir soluk. Türkçe kitap desteği üzerinden bir kültür köprüsü… Gençler akşam bizi evlerine davet ediyorlar. Mütevazı şartlarında yemek pişiriyorlar sevgi ile ağırlamaya çalışıyorlar. Sohbet hep Türkçe ekseninde seyrediyor. Türk Edebiyatı üzerine sorular soruluyor. Lütfi Şahsuvaroğlu kulağıma “ya bu bizden daha bir Türkçü imiş” diye fısıldıyor. Ertesi gün hariçten gelen bizim gibi misafirler için verilen, Cumhurbaşkanı Hatemi’nin resepsiyonuna katılıyoruz. Resepsiyonun sonuna doğru 1994’deki İran ziyaretimizde tanıştığımız Tebriz Eyalet Valisinin delaletiyle; hazırladığım altın, Şehriyar rölyefini Hatemi’ye hediye ediyoruz.
Tebriz’e geçiyoruz
Tebriz’e geçiyoruz. Kongrenin Tebriz ayağında klasik tarzda şiir sunumları karşısında gençlerin tezahüratı: aruz vukufiyetlerinin intibaına delil idi. Nesiller arasında bir dil ve kültür kopukluğu olmadığının deliliydi de aynı zamanda. Bu bizim ülkemizde kaybolmuş bir kültür müktesebatı idi.
Yoğun bir anma programı uygulandı. Şehriyar'ın gümüş rölyeflerini Şehriyar Müzesine ve Tebriz Eyalet Valisi’ne hediye ediyoruz. Vali sunum esnasında, salondaki hazirûna bu "rölyefin kızılını (altın olanını) da Cenap Reis-i Cumhura hediye ettiler" diyerek heyetimizi takdim ediyor.
Mehmet buradaki konuşmasında da veciz bir Şehriyar portresi çiziyor.
28 Şubat mağduru, İran'ın eski İstanbul Başkonsolosu Raşit Bey bizi Erdebil’e götürüyor. Burada Timur tarafından yaptırılmış, her cephesi Allah lafızları ile tezyin edilmiş Şeyh Safiyüddin Hazretlerinin türbesini ziyaret ediyoruz. Türbede Şah İsmail ile Safevî ailesi mensuplarının mezarı da var. Türbe aynı zamanda bir müze…
Müze müdiresi hanım bizi gezdiriyor. Duvarda Şah İsmail’in portresini görünce Mehmet’in kulağına “bak Yavuz Sultan Selim’in portresine ne kadar benziyor” diye fısıldıyorum.
O da Müze müdiresine muzip bir eda ile dönüp, “Yavuz Sultan Selim’in portresini asmışsınız” deyince, kadın “kim Selim mi! O çirkin, şişman, topal bir adam idi. İsmail ise devrinin bütün kadınlarından daha güzeldi” diye tepki gösteriyor.
Erdebil seyahatimiz boyunca Raşit Bey bize İran hamaseti üzerinden diskur geçiyor.
Tebriz’de Raşit’in ofisine varıyoruz. Mehmet bir ara adamın masasına “Türkiye-Türkistan Gergefinde İran” kitabını adeta fırlatırcasına atıyor ve “al Raşit okursun” diyor.
Çarpıcı bir asabiyet vurgusu ile adamın İran diskurlarına eseri üzerinden cevap veriyor.
Yarım asra aşan bir kalem emeğinin sa'yini tebcil için tertip edilen toplantılar, hazırlanan kitaplar… Hepsi hak edilmiş bir mazhariyetin kadirbilirlikle tescili hükmündedir.
Evet kalem… Adına sure indirilen bir alet…
Kalem suresinin birinci ayetinde: Bismillah. "Nun vel kalem ve ma yestirun" And olsun (NUN) keleme ve yazdıklarına.
Rabbimizin yemini ile kutsiyet kazanan bu alet, maneviyata açılan her kapının anahtarı…
Mehmet Doğan'ın elinde kalem, yolumuza döşenen mayınlar üzerinde sekerek, zihinlere vurulan prangaları çözen, ufkumuza kapatılan demir kapıları deviren bir gürz gibiydi.
Kültürümüzün ve fikriyatının yüksek irtifalarından seslenen bir Hüma idi o.
O bu yükseklerin avazesi ile Merhum Nurettin Topçu Hocamızın ve Mehmet Akif Merhumun hayrülhalef takipçisi oldu.
Bu takip esasen mizacında taşıdığı lirizmini pekiştirdi. Ve bu lirizm; asil bir ruh, kuvvetli bir iman ve sezgiyle beslenen bir vicdanın da zemini oldu.
Vicdan örsünde dövüp, çelikleştirdiği yazılarında içimize işleyen eğilip-bükülmez bir duruşla, yüreklere samimiyet ve vicdan aşıları yaptı.
Bütün kalem faaliyetleri, ruhunun soluğu ile canlanan bir kalp ateşinde tava geldi. Ama derinliğine baktığınızda hissedersiniz ki dil vukufiyetiyle temessül ettiği müzikal ahengin şaşırtıcı inceliğini, şahsiyetinin belirleyici vasfı haline getirmiş. Muhakkak ki yazarlığını şairlik kıvamına ulaştıran, görüşlerindeki bu samimiyet ve derinlikti. Onun bu vasfı kültür coğrafyamızın tamamına şamil oldu. Sınırlarımız dışında gittiğimiz her şehre o önceden nüfuz ederek, adeta bizi bir aşina ile buluşturdu.
Kalbinin ateşi ile kalemi bir meşale gibi ışık saçtı. Menfaat ve küçük endişelerin hiçbiri onun ruhunda yer bulamadı.
Evet Mehmet, hayat şiirini sadeliğin mükemmeliyetiyle bize okutmaya çalıştı. Kalemi vicdanının keskin kılıcı gibi işledi; akıl almaz bir veludiyet ve bereketle, nümayişsiz, gösterişsiz bir tahammülle, sebatla, bereketli bir toprak gibi verdikçe verdi…
Dilimizin Kaşgarlı Mahmut ile başlayan şerefli kamus yürüyüşünde Muallim Naci ve Şemseddin Sami'den sonra bu zincirin en mühim halkalarından biri de muhakkak ki D. Mehmet Doğandır.
En kapsamlı İngilizce Türkçe sözlük müellifi, şarkiyat âlimi, James William Redhouse'u da anmadan geçememek lazım. O, bu eseri ile padişah tarafından ödüllendirilmişti.Ancak Mehmet Doğan; hem dil temalı yazı ve kitaplarıyla, hem de adeta bir ömürlük maratona dönüştürdüğü ve yevmi olarak süreklilik halindeki sözlük çalışmaları ile bu sahanın serdarı vasfındaydı.
Liyakatinin bayrağı her daim yükseklerde dalgalandı.
Sınırlarımız ötesinde; kendi muhitini aşan bir vukufla ibda ettiği projeler ve yaptığı konuşmalarla, kendi ülkesinin vicdanı olma haysiyetine, bütün bir kültür coğrafyamızın vicdan duruşunu ekleyerek, yeni bir gelecek ümidi yaydı. Bu itibarla her konuşması ve yazısı bir manifesto niteliği taşıdı. Asla hamaseti değil, fikri muhtevayı tercih etti. Bu karaktere hangi zaman ve zemin üzerinden bakarsanız onda, müheykel bir şahsiyetin sağlam duruşunu görürüsünüz. Bu duruş, esas itibariyle mütevazı bir karakterin fıtratındaki liderlik vasfının, mesuliyet anlayışının delilleri olarak da tebarüz etmiştir.
O şimdi bir ömür, aşkın bir emekle dava haline getirdiği Taceddin Dergâhı’nda, Taceddin Sultan’ın âgûşunda, Mehmed Akif’in maneviyat ikliminde ve İstiklal Marşımızın ruhaniyetinde ebediyet yolunda sırlandı. Rabbim cennetiyle taçlandırsın.
Son söz olarak, sekiz ayı bulan hastalık çilesi boyunca O’nu bir an dahi yalnız bıkmayan dostumuz azizimiz, TYB Genel Başkanı ve ASBÜ Rektörü sevgili Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan’a minnet ve şükranlarımı sunarım. O, bu alâkasıyla bir dostluk destanı yazdı. Vesselam.
O, bu alâkasıyla bir dostluk destanı yazdı.
O bizim mânevî babamızdı
Fatma Gülşen Koçak
TYB İstanbul YK Üyesi, Gazeteci-Yazar
Mehmet Doğan ağabeyi kendisi de bir yazar ve dâvâ adamı olan muhterem Eniştem Akif Ak vesilesiyle tanıdım. Çocukluk ve gençlik yıllarımda çoğu yazar ve kültür insanının ismini sohbetlerinde geçirir, kitaplarını okumamızı tavsiye eder, bizim tanımamızı sağlardı. İrfan dünyamıza hizmet eden isimlerin ülkemiz için bir nimet olduğu ifade ederdi. Sürekli andığı kişilerden biri de Mehmet Doğan ağabeydi. Onun yerli ve milli bir yazar olduğunu, yazdıklarının memleketimiz için ne denli önemli olduğunu vurgulardı. Onun tavsiyesiyle eserlerini de tanımış oldum. Mehmet Doğan artık benim yazarlarımdan biri olmuştu.
İslâmî dergilerin çoğunda yazısı çıkardı. Yazılarında bizi biz yapan değerlerin yeniden ayağa kaldırılmasının kaygısı vardı. Kaybedilmiş bir kimliğin ne demek olduğunu okurlara izah ederdi. Türk milletinin kimliğini kaybettirmek için Batılılaştırılmaya çalışıldığını söyler ve bu duruma isyan ederdi.
Defalarca okuduğumuz o meşhur kitabına isim olarak da verdiği gibi Batılılaşma çabası ona göre resmen ihanetti. Kitabı okuyanlar bana hak verecektir; Mehmet Doğan'ın her cümlesi durumumuzun özetiydi.
Kemalist ideolojinin baskıcı tavırlarına, değerlerimizi yok etmek için çırpınmalarına Doğan, adeta başkaldırıyordu. Onu okuyunca yakın tarih hakkında zihnimde taşlar yerine oturdu. Bize kahraman olarak sunulanların kimlerin taşeronu olduğunu daha iyi anladım. Osmanlının izlerinin bu topraklardan silinme gayretini daha iyi kavradım.
Osmanlı büyük bir medeniyet kurmuş her alanda zirveyi yakalamıştı. Batılılar Osmanlıyı çeşitli entrikalarla yıkmayı başardılar. Cumhuriyet döneminden batılılaşma ihanetini savunanlar zihinlerdeki, gönüllerdeki Osmanlıyı yıkmak için çabaladı. Batılılar Osmanlıyı; Batıcılar Osmanlıdan kalan her şeyi yok etmeye çalıştı. Osmanlıdan kalan her değere, her sembole savaş açtılar. Dinimizin ve dilimizin yok edilmesi için gavurla birlikte gavurca çalıştılar. Osmanlı sonrası yeniden ihyaya yönelmeleri gerekirken sürekli imha ile uğraştılar. Moğollar gibi ne varsa yaktılar, yıktılar. Özellikle dilimize karşı işlenen cinayetlerin haddi hesabı yoktu. Düşman, postallarıyla topraklarımızı işgal etse ne kadar saldırabilirse o kadar saldırdılar. Dilimiz yok edildi ve uyduruk bir dil inşa edildi. Uydurukçular milletin aklıyla, irfanıyla dalga geçtiler. Bu kültürel soykırıma sistemin baskısı altında kimse sesini çıkaramadı.
Fatma Gülşen Koçak: D. Mehmet Doğan vazifesini yerine getirdi.
Nesillerin zihinleri köreltildi. Dilleri güdükleştirildi. Düşünemeyen, konuşamayan kendi aramızda bile anlaşamayan bir toplum haline getirildik. İşte bu duruma isyan bayrağını açan aydınlardan biri Mehmet Doğan oldu. Ömrünü dilimizin müdafaasına ve muhafazasına adadı. Anlayan anladı. Anlamayan anlamadı. O, vazifesini yerine getirdi. Bu yönüyle bizim önderimiz ve öncümüz oldu. Tarih bilincini, dil şuurunu, kültür savaşını onun sayesinde kazandık. Hakkını ödeyebilmemiz mümkün değildir.
Mehmet Doğan ağabeyle vicahi olarak tanışmam TYB Yönetim Kuruluna girmem vesilesiyle oldu. Onlarca programda misafirimiz oldu. Genel merkezde bizi misafir etti. Ciddi görüntüsünün yanında çok müşfik bir yanı vardı. Bazı yazarları tanıdıkça yazdıklarının zerresini bile üstünde görememenin şaşkınlığını yaşarsınız. Bu konuda hatıram çoktur. Yazdıklarıyla yaşadıkları arasında uçurum olan insanlar gördüm. Hayal kırıklıklarımı toplayıp tekrar kendime döndüğüm çok olmuştur. Ama Mehmet Doğan farklıydı. Zaman ilerledikçe ve kendisini yakından tanıdıkça saygım daha da arttı. Yazdıklarından daha fazlasıydı.
Koçak: Fikir çilesinin çizgileri yüzüne yansımıştı.
Fikir çilesinin çizgileri yüzüne yansımıştı. Türkiye derdiyle dertli, Türkiye düşmanlarına karşı öfkeliydi. Kitaplarını imzalama nezaketinde bulunurdu. Şimdi o imzalı kitaplar benim için paha biçilmez bir değer taşıyor. Millî damarı, yerli duruşu bana da örnek oldu. Yol haritamı belirlerken onun izini sürüp her zaman bu iki asil kavram üzerinden hareket ettim. Bazı kararlarımda fikrine müracaat ettim. Tavsiyelerinin hepsinde haklı çıktı.
D. Mehmet Doğan: Gazeteye ve TYB'ye devam et.
Siyasetten hiç hazzetmiyordu. Politikaya girmem konusunda bir teklif olduğunu söylediğimde yüzünü ekşitmiş “Ne işin var onların arasında. Sen yazarak daha çok hizmet edersin. Gazeteye ve TYB'ye devam et.” demişti. Çoğu yazarın son devrin manevi şahsiyetleri anıldığında kayıtsız kaldığını ya da tenkit mekanizmasını geliştirdiğini gördüm. Ama Mehmet ağabey hangi zât-ı muhteremi ansam hepsiyle alakalı olumlu cümleler kurar, kendilerine hürmet göstermemiz gerektiğini belirtirdi.
Ankara-İstanbul atışmasında bir kahkaha atar, günün sonunda mutlaka Ankara’yı üstün tutardı. “Ama İstanbul, Efendimizin (sav) müjdesinin eseri” değimde ona da manevi bir delille şöyle bir fikir öne sürmüştü: Akşemseddin, Hacı Bayram’ın hocasıydı. Dolayısıyla fetihte yine bir Ankaralının manevi katkısı vardı. Ayrıca Bayramî Velî’nin dervişleri de fetih ordusuna katılmıştı.
Kimi zaman karşımda polemik üstadı biri olduğunu unutur laf yetiştirmeye çalışırdım. Ama o hep ilmî deliller getirdiği için galip gelirdi. Keşke daha çok ziyaret edip daha çok istifade etseydim. Mahmut Bıyıklı'nın danışmanlığında ve yapımcılığında belgeselini çekmek nasip oldu. Belgeselin koordinatörü olmam vesilesiyle hayatına dair çok sayıda anekdotu dinlemiş oldum. Kimini hüzünlenerek kimisini gülerek anlattı. “Bazıları kayda girmesin” dedi. Dediği gibi yaptık. Kayda almadıklarımız bende mahfuz kaldı. Kültüre Adanmış Bir Ömür belgeselini TYB İstanbul olarak görkemli bir galayla izleyiciyle buluşturduk. Ne güzel günlerdi. Deli gibi koşturuyorduk. TYB İstanbul Şubesi’nde nitelikli, sayısız faaliyete imza attık. Takdir ve tebrik fakiri camiada en büyük motivasyon kaynağımız Mehmet Ağabeydi. Haberleri yazıp attığımda “Maşallah, İstanbul çok güzel çalışıyor, tebrik ediyorum. Mahmut’a ve yönetimdeki arkadaşlara sel”am söyle hız kesmeden devam edin.” derdi.
Dedikoducu, hasetçi, gıybet şampiyonu bazı şairlerle ilgili kendisine serzenişte bulunurdum. Önce gülümser sonra “Sen onlara bakma, iyi şiir yazmakta başarılı olmadıkları için dedikoduyla açığı kapatmaya çalışıyorlar.” diye beni sakinleştirirdi. Beni öyle ikna ederdi ki şaşırıp kalırdım. Dert ettiğim şeyin ümmetin dertleri arasında iğne ucu kadar değeri olmadığını söylerdi. Kendisinin hayatı boyunca nice iftiralara maruz kaldığını ama işine baktığını vurgulardı. Sonra onun büyük gündemleri arasında anlattıklarımın çocukça şeyler olduğunu düşünürdüm. Böyle düşünmemi sağlardı.
İstanbul'a geleceğini öğrendiğimizde hepimizde bir heyecan olurdu. TYB İstanbul’un büyük organizasyonlarının açılını o yapardı. Açılış konuşmalarıyla bizi başka âlemlere götürürdü. Hiç yükü olmazdı. Ne ikram edilirse onu yer, donatılmış bir sofra gördüğünde tevazu gösterir “niye zahmet ettiniz!” derdi. Programlarımıza gelemediğinde sanki evin babası evde değilmiş gibi içimizde bir boşluk oluşurdu.^
Manevi babamız gibiydi. Yaşadığımız acı bir durumu anlattığımda gözleri yaşarır baba gibi teselli eder, bir derdimiz olduğunu duysa hemen çare bulmaya çalışırdı. Yaptığımız organizasyonda bir eksiklik gördüğünde kalabalıkların arasında bir şey demez, etraf sakinleşince tebessüm ederek eksikliğin telafi edilmesini salık verirdi. Yine burada otoriter bir başkan edasıyla değil, evladının aldığı işi daha iyi yapmasını isteyen bir baba gibiydi. Kitaplarım çıktığında tebrik eder “maşallah devam, devam” derdi. Yaptığım her çalışmada teşvikini gördüm. Bir kere bile tenkitle yaklaştığına şahit olmadım.
Fatma Gülşen Koçak: D. Mehmet Doğan şehirli bir münevverdi.
Şehirli bir münevverdi. Bulunduğu meclislere zarafet letafet hâkim olurdu. Sıradan bir konuyla ilgili bile telefon açsam hemen ilgilenir, konuyla ilgili elinden geleni yapardı. Bir iş başvurusunda ismini referanslar bölümüne yazmak istediğimi söylediğimde “elbette sormana bile gerek yok” diyerek alicenaplık göstermişti.
Vefât haberini aldığımda öz babamı kaybetmiş gibi acı duydum. O sadece eserler yazarak iz bırakmadı. Duruşuyla, ağabeyliğiyle, babacan yanıyla da gönüllerde iz bıraktı. Rabbim cennetinde ağırlasın İnşallah. Bu vesileyle fedakârlığını defalarca anlattığı kıymetli eşi Hatice Hanım'a ve evlatlarına başsağlığı diliyorum.
Bir yiğit adamı uğurladık
Hüseyin Emiroğlu
Gazeteci-Yazar, Sanat Eleştirmeni
Eski günleri hatırlamalıyız. Bir gecede milletin çocuklarının üniversitelere girişleri sınırlanmıştı. Anadolu İmam Hatip Liselerinde okuyan öğrencilerin önünü kesmek için 28 Şubatçılar tüm Anadolu Meslek Liselerinden mezun gençlerin üniversiteye girişlerini engellemişlerdi. 800.000 öğrenci ve aileleri mağdur edilmişti o yıl. Benim de oğlum Anadolu Ticaret Lisesini bitirirken mağdur edilmişti. Sadece çocuk değildi ki mağdur anası, babası olarak biz de mağdurduk. Millet üniversiteye giremese de hiç olmaz ise mesleği olsun, meslek sahibi olsun ama üniversiteye girebilme şansı da olsun diyerek liselerle eşit haklara sahip Anadolu Meslek Liselerine çocuklarını yollamıştı.
Mehmet ağabey milletin hukukunu koruyan, askerlerin müdahalelerine karşı ses yükselten nadir kalem sahiplerindendi.
Evde hatun var, çocuklar var, geçim derdi, şu bu gibi gerekçelere sığınıp mücadeleden kaçmadı.
Hüseyin Emiroğlu: O bir kahramandı
Maddi-manevi baskılara yiğitçe göğüs gerdi. O bir kahramandı.
Mehmet ağabey çok zarif, nazik bir insandı, çok şakacı ve muzipti. Farklı özelliklere kıymet verirdi.
Her zaman onunla sohbet etmek onu dinlemek zevk verirdi çünkü sadece anlatmaz sizi de dinlerdi.
Bana sevgi ile bakışını her zaman hatırlayacağım.
Ruhu şâd, menzili mübarek, makamı âlî, mekânı cennet olsun. Rabbim rahmeti ile kuşatsın.
Nur içinde yatsın aziz ağabeyimiz. (Âmin)
Türk kültürünün özgül ağırlığını taşıyan mümtaz bir şahsiyetti
İhsan Kabil
YYB İstanbul YK Üyesi, Sinema Eleştirmeni
Türkiye’nin sayılı kültür şahsiyetlerinden biri olan D. Mehmet Doğan ile yüzyüze tanışıklığım, İBB Kültür İşleri’nde Sinema danışmanlığını sürdürmeye başladığım 1990’lı yılların ortalarına gider. Kendisi Ankara’da mukimken ve Türkiye Yazarlar Birliği mensubiyetini ifa ederken, zaman zaman Kültür İşleri’nin düzenlediği programlara konuşmacı olarak katılmak üzere İstanbul’a davet edilir ve o esnada biz de görüşme imkanına kavuşurduk.
Bir ideal insanı olarak yazdığı makaleler, ansiklopedi çalışmaları, kitaplar ve köşe yazılarıyla düşüncelerinden hiç taviz vermeden eleştirel ve yol gösterici bir çizgide durur ve yerli bir insan ve münevver tipolojisinin hem temsilcisi hem de örneklemecesi olarak tezahür ederdi. Özellikle Türk dili üzerine titizlikle eğilmesi ve Türk kültürünün geniş tarihi coğrafyadaki varlığı kendisi için çok değerli bir ilgi sahasıydı ve dolayısıyla kendi de Türk kültürünün özgül ağırlığını taşıyan mümtaz bir şahsiyetti.
Rumeli’den Türkistan’a son derece önem atfettiği Türk dünyası coğrafyasını Türk kimliğinin coğrafyaları olarak işlemeye, yaptığı gezilerle hem fiili katılımla hem de fikri çalışmalarla öne çıkarmakta büyük katkıları oldu.
Türkiye’nin son yüzyılda geçirdiği kültürel değişimin hüznünü içinde yaşayan biri olarak, 2010’dan sonra Eyüp Sultan’da değerli kültür müdürü İrfan Çalışan’ın düzenlediği ve beraber katıldığımız kültürel bir toplantıda gösterdiğim, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti çalışmaları kapsamında Nezih Erdoğan'ın Hollanda ve Avusturya Film arşivlerinden derlediği görüntülerden yaptığı Istanbul Do, Redo, Undo başlıklı çalışmanın bir kopyasını talep etmişti.
Her daim hiç durmak bilmeyen bir kültür arkeoloğu gibi çalışan Mehmet Doğan gönlümüzde unutulmaz bir yer tutacak ve geniş coğrafyamızın kültürel mimarlarından biri olarak yerini kalıcı bir şekilde alacaktır. Ruhu şad olsun. (Âmin)
Türk dünyasının büyük bilgesi
Mahmut Bıyıklı
TYB İstanbul Başkanı, Eğitimci-Yazar
Büyük şahsiyetler bağlı bulundukları milletlere yön tayin etme noktasında her zaman öncülük etmiş yol açmışlardır. Merhum D. Mehmet Doğan da onlardan biriydi. Türkiye’yi batıya eklemlemek isteyenlere karşı durarak asıl olmamız gereken yerleri sürekli hatırlattı. Çünkü dünyaya geniş bir çerçeveden bakan namuslu bir aydın olarak Tarihin ve kültürün Türkiye'yi İslam ve Türk Dünyasına çağırdığını iyi biliyordu.
Batının kapılarını aşındırıp onların kurduğu birliklere girmek için yalvarmak yerine olmamız gereken eksende olmamızı, durmamız gereken mevzide durmamızı savunuyordu.
Cumhuriyetle birlikte sınırlarımız dışında kalan Türklerle irtibatımız bilinçli bir şekilde koparılmış, onlarla aramıza yüksek duvarlar örülmüştü. Osmanlıyı yıkıp Cumhuriyeti bize sunanlar kendilerinin belirledikleri sınırların dışına çıkmamızı tembih etmişler hattımızı aşarsak haddimizi bildireceklerini çekinmeden söylemişlerdi.
Bu konunun daha iyi anlaşılması için şu somut örneği vermek isterim. Balkanlar'daki Türkler komünist Tito rejimi tarafından baskı ve zulme uğrayınca dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'den yardım isterler. İnönü ise bu yardım çağrısını "Misak-ı Milli hudutları dışında Türk ve Müslüman unsuru diye bir şey kabul etmiyorum. Zaman vahimdir. Kendi başınızın çaresine bakın, Türkiye'nin başını ağrıtmayın." şeklinde cevaplamıştır.
İmparatorluk sonrası Türkiye Cumhuriyeti maalesef kendi sınırları dışında kalan Türkleri yok saymayı bir devlet politikası haline getirmişti. Avrupalı Hristiyan aydınlar kendi aralarında birlik fikrini kesintisiz işlerken bizim münevverlerimiz sınırlarımız dışındaki Türklerle en azından kültürel birlik oluşturulması konusunda cesur çıkışlar yapmamıştır.
Bu hususta milli bir duruş gösteren birkaç aydından biri olan Mehmet Doğan ise hem birlik fikrini savunmuş hem de kurumsal manada bunun altyapısını oluşturmuştur. Coğrafya ve tarih idrakinden mahrum politikacıları uyarmış yeni haritadaki yerimizin güçlenmesi için haritamız dışında kalan dil ve din bağımız olan ülkeler ve topluluklara ulaşmamız gerektiğini vurgulamıştır.
Kültürel sınırların farkında olmayan devletlilerin siyasi sınırlarımızı muhafaza etmekte zorlanacağının altını çizmiştir. Merhum Özal’ın geniş ufkuyla dile getirdiği Adriyatik’ten Çin Seddi’ne fikri Doğan tarafından heyecanla karşılanmıştır. Özal’ın iyi niyetine rağmen yetişmiş insan azlığı programsızlık ve altyapı eksikliği gibi sebeplerle somut adımlar atılmamıştır.
Özal'ın sonuç alınamasa bile bu çıkışları yapabilmesini Mehmet Doğan her zaman önemsemiştir. Türk devletleri daha bağımsızlığına kavuşmadan o coğrafyaya kafa yoran nadir mütefekkirlerden biridir Mehmet Doğan. Yeni bir dünya kurulacağını önceden görmüş ve bu yeni dünyada Türkiye'nin aktif olması konusunda fikir üretmiştir.
Kültürel Diplomasi ve Mehmet Doğan’ın Çalışmaları
Doğan'ın Türk dünyasına dair ufkunu, ülkemizdeki içi boş söylemlerin dışına taşmayan hamaset mağduru Turancılarla karıştırmamak gerekir. Ülkemizin Turancıları genelde fikir ve proje üretmek yerine ham bir şekilde hakikatle bağdaşmayan hayallerle meşhur ve meşgul olmuştur.
Oysa ki Türk dünyasının birliği önündeki en büyük tuzak ham hayal ve kuru hamasettir. Doğan, bunun farkında bir aydın olarak Türkiye'deki Turancıların çok çok üstünde bir anlayış ve perspektifle meseleye kültürel zaviyeden yaklaşır.
Sözü yormak yerine daha çok sonuç alıcı faaliyetler üretmek gerektiğini söyler. Türk dünyasından kopuk İslam dünyasından uzak kalan bir Türkiye'nin sadece kendine kötülük yapmakla kalmayıp kültürel coğrafyamıza da haksızlık yapmış olacağını belirtir.
Yarım asır öncesinden Türkiye’nin kendisine biçilen role razı olmaması gerektiğini vurgulayan Doğan, bir fert olarak üzerine düşeni yapmış Türk dünyasını karış karış gezerek birlik fikrini nakış nakış işlemiştir.
Yumuşak bir güç olan kültür aracılığıyla sözlerini somutlaştırmış “Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni” faaliyetiyle adeta devrim yapmıştır.
Acele etmeden politik düzleme bulaşmadan istikrarlı ve kararlı bir çalışma yapmıştır. Onu sayesinde Türkçe konuşan Türkçe yazan ama birbirini tanımayan birbirinden koparılmış kardeş yazarlar yeniden buluşturulmuş yeniden tanıştırılmış yeniden kaynaştırılmıştır.
Kendisini anlayacak dinleyecek iktidarlar olmadığı dönemde bile azminde vazgeçmemiştir. Doğan çıktığı yolun çetin ve zorlu olduğunun farkındadır. İmkânsızları dile getirip söylenerek geri çekilmek yerine kutsal bir inatla yoluna devam etmiştir.
Kalıcı birliğin oluşması içi adeta tek başına bir ordu gibi çalışmıştır. Türk dünyasındaki yazarların Türkiye’yi tanımaması, Türkiye’deki yazarların Türk dünyasındaki yazarları tanımamasının acısını yüreğinde hissetmiş arada köprü olmak için bu yazıya sığmayacak ve sıradan bir insanın tartamayacağı olağanüstü fedakârlıklarda bulunmuştur.
Gaspıralı’nın İzinde
Mehmet Doğan’ın bereketli çalışmaları sonucunda Türk dünyasındaki okurlar da yazarlar da Aziz Nesin ve Nazım Hikmet’ten başka yüzlerce Türkiye’nin kıymetli yazarı olduğunun farkına varmıştır.
Kültürel etkileşim arttıkça birlik fikri daha da güçlenmiştir.
Doğan bilge bir yatırımcı olarak Türk dünyasına sonuçları belki de yüz yıl sonra alınacak kültürel yatırımlar yaptı. Bunlar kalıcı iz bırakan öncü ve devrimci yatırımlar.
Her zaman için fiziki yatırımlar geçici, kültürel yatırımlar kalıcıdır. Bağımsızlıklar sonrası Türk müteahhitlerin diktiği binalar yıkılmaya başladı ama Mehmet Doğanların diktiği sütunlar dimdik duruyor ve etkisini sürdürüyor.
Doğan'ın girişimleriyle Tanpınar’ın, Necip Fazıl’ın, Tarık Buğra'nın, Mehmet Akif'in ve diğer usta yazarların eserleri Türk ülkelerinde yayınlandı.
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığının yapması gereken ama ehliyet ve ufuk fakiri bakanların uzak durduğu çalışmaları Doğan tek başına omzuna aldı.
Türkistan'da bulunduğumuz bir programda İstanbul'da yayınlanan kitabın aynı anda Almatı’da, Aşkabat’ta yankı bulması Taşkent’te yayınlanan bir kitabın Ankara’da tartışılmasını arzu ettiğini söylemişti.
Kazan’da, Bakü’de, Bişkek’te Yahya Kemal’in, Sezai Karakoç'un Necip Fazıl’ın, Akif’in, Tanpınar’ın konuşulması, Konya’da, Edirne’de, Erzurum’da İstanbul'da Vahapzade, Mahtumkulu, Abay okumalarının yapılması hep onun özlemi, ideali ve rüyasıydı.
Gaspıralı’nın izindeydi Doğan. Dilde, fikirde, işte birlik için çalıştı, çabaladı ve cehdetti. Ham bir hayal, kuru bir rüya değildi onunki. Tarih tecrübesini doğru okuyan bir entelektüel istikbali kurma çabasıbı sürdürdü.
Umudunu her zaman korudu. Ahmet Yesevi, coğrafyaları nasıl aşıp yüreklerde yankı uyandırmışsa yeniden bu uyanış mümkün olabilirdi.
Türk Dünyasına Üstün Hizmet Ödülü
Doğan, bir fert olarak devlet aklı taşıyan bir şahsiyetti. Birlik fikrini güçlendirmek için TYB'nin kurumsal kimliğiyle çalışmalarını sürdürdü.
Türk dünyasındaki yazarlar ve yazar kuruluşlarıyla TYB üzerinden yazışmalar yapıldı. O dönemlerde cevap almak kolay değildi. Çünkü TYB devletten bağımsız bağlantısız tam bir sivil örgütken Türk dünyasındaki yazar teşkilatları devlete bağlı olarak çalışmaktaydı.
Bunun üzerine Doğan ve arkadaşları çarıkları giyip yollara düştüler, zorluklara çarpışarak ata topraklarımızdaki soydaşlarımıza ulaştılar. Bütün engellere rağmen bir bağ kuruldu ve irtibatlar sürdürüldü. Türk dünyasına en çok hizmet eden Türklerden biri oldu.
Birçok ödüle layık görülmesine rağmen almayı en çok hak ettiği ödül Türk Dünyasına üstün hizmet ödülüydü diyebilirim. Rabbimiz ecrini cennete versin İnşallah.
Türk dünyasına merhumla gitmek nasip oldu. Gittiği yerlerde misafir gibi değil ev sahibi gibiydi. Yüzünde akıncı cetlerimizin muzaffer tebessümü vardı.
Bölgeyle ilgili sorduğum her soruya doyurucu cevaplar verirdi. Bedeniyle değil tüm ruhuyla Türk topraklarında bulunmanın anlatılmaz huzurunu yaşadığını etrafına da hissettirirdi.
Bir sohbetinde, “Türkiye'nin önemini ve anlamını kavramları için bütün yazarları İslam dünyasına Türk dünyasına götürmek gerekir. Türkiye buradan bakınca daha net anlaşılır. İçindeyken büyük kıymeti pek fark edilemiyor maalesef.” diye üzüntüsünü belirtmişti.
Aslında dediğini fazlasıyla yapmıştı. Çeşitli programları vesile kılarak yüzlerce yazarı Türk dünyasına taşıdı. Bugün sağ camiadaki yazarların neredeyse tamamına yakınının Türk dünyasına ayak basmasına, yüreğindekileri oradaki kardeşlerimizle paylaşmasına Doğan vesile oldu.
Bu işlerin ucundan kıyısından içinde bulunan bir insan olarak bütün gönlümle söyleyeyim ki bu kolay taşınacak bir yük, çekilecek bir çile değildir.
Türk devletlerinin Rusya’dan kurutulup bağımsızlığını ilan etmelerinin yeterli olmadığını, her alanda Rus etkisinin kırılması için Türkiye’nin rol üstlenmesi ve yüzyıllık stratejiler geliştirmesini savunuyordu. Bunun için en büyük silahımız kültür ve sanattı. Merhum Mehmet Doğan duyarlı bir Müslüman Türk aydını olarak elinden gelenin fazlasını yaptı.
Hatta amansız hastalığın belirtilerine rağmen Hastaneye yatması gerekirken O Akif’i anlatmak ve anlattırmak için bir yazar grubuyla Semerkand ve Buhara’ya gitti. Hastaneye yatmadan evvel yani vefatından hemen önce yine inançlı bir kültür savaşçısı olarak Türk topraklarındaydı.
Rabbimiz özlemini çektiği rüyalarını gördüğü büyük birliktelikleri bizim görmemizi ve bu uğurda bizim de öncü rol üstlenmemizi nasip etsin. Türk dünyasının büyük bilgesine rahmet olsun. (Âmin)
Dr. Mehmed Akif Köseoğlu
Müellif, Tasavvuf Tarihi Araştırmacısı
Rahmetli babam 1986 yılında İlim ve Sanat Dergisi’nin abonelerine hediye etdiği Büyük Türkçe Sözlük’ü elime tutuşturduğunda başladı D. Mehmet Doğan’la tanışıklığım.
Babam hem Türkçe muallimi hem de Maarif Müdürü olduğundan konuşmasında geçen kelimelerin arasına uydurukça kelimeleri karıştırmaz, çocuklarından da bu hassasiyeti beklerdi. Farklı ideolojilere mensup çevrelerin fikir mücadelesinde kelimeler mevzi hüviyetindeydi o sıralarda. Okulda uyduruk kelimeler hususunda Türkçe öğretmeniyle girişdiğim münakaşalarda D. Mehmet Doğan’ın sözlüğü yardımıma yetişiyordu. Babam her sene Türkiye Yazarlar Birliği Yıllığı’nı getirdiğinden Birliğin ismine de de aşina olmuşdum. O sıralar TYB şehir şehir dolaşıp şiir geceleri tertibliyordu. Hem Balıkesir merkezde hem de Dursunbey’in Suçıktı mesire alanındaki bu programlara katılmışdım 1990lı yıllarda…
TYB’nin sonradan başkanlığını da yapan Urfalı şair M. Atilla Maraş Balıkesir’de T. Zirai Donatım Kurumu’nun müdürüydü o yıllarda. Bir radyo programına telefonla katılmış, sonra ziyaretine gitmişdim. 1993’de üniversite için Ankara’ya geldiğimde Türkiye Yazarlar Birliği’nin merkezi Güvenpark’da bizim otobüs duraklarına bakıyordu. Sonradan şimdiki müstakil binasına taşındığı günkü açılış merasiminde de bulunmuşdum. Bu açılışa katılan en küçük kişi olan da orada bulunan İçişleri Bakanı Beşir Atalay bir polis radyosu hediye etmişdi.
D. Mehmet Doğan’ın Mehmed Âkif Ersoy’a ve İstiklâl Marşı’na büyük bir sevdası vardı. Bu sevda bir ülküye dönüşmüş, 1990’larda mezbelelik halindeki Taceddin Dergâhı D. Mehmet Doğan’ın gayretleri neticesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Hacettepe Üniversitesi’nin, Kültür Bakanlığı’nın bürokrasilerini aşarak bugünkü güzel günlerine taşınmışdı.
TYB’nin İstanbul’da 2013 yılında tertîb etdiği Mehmed Akif ve Gölgeler Bilgi Şöleni’ne bendeniz de bir tebliğle katılmışdım. TYB’nin Ankara’daki merkezinde muhtelif kültür toplantılarına dinleyici olarak katılma imkânı buldum. Son olarak ise Ali Kılcı Ağabeğimin daveti üzerine D. Mehmet Doğan’la birlikde 2022 yılı Kasım ayında küçük bir minibüsle Kayseri’ye sefer eyledik. Bu uzun seyahat esnasındaki Talas, Erciyes gibi duraklarda kendisiyle yakın sohbet imkânı bulmuş olmak fakıyr için bir bahtiyarlık oldu. Bizleri Kayseri’de misafir eden TYB’nin fedakâr mensuplarını da burada hayırla yâd ediyorum. Ne güzel insanlardı onlar…
Mehmet Nuri Yardım
Gazeteci, yazar, kültür tarihçisi
Merhum hocası Nurettin Topçu’nun, isminin başına hediye ettiği “D” harfini yazılarında ve kitaplarında mutlaka kullanırdı. Harfi, künyesinin başına taç gibi taşırdı. Topçu’nun rahle-i tedrisinden geçtikten sonra Hareket Mektebi’ne devam etti. Ardından Dergâh Ocağı’nda pişti. Sonra hareketli ve bereketli İstanbul şehrinden kültürel bakımdan çorak gördüğü Ankara’ya geçti ve oraya yerleşti.
İlk ve en etkili kitabı Batılılaşma İhaneti çok sevildi, okundu. Peşi sıra diğerleri geldi. Eserlerinde yakın tarihimizin gerçeklerini kaleme aldı. Türkiye’mize yapılan saldırılara karşı amansız bir mücadele verdi. Batı’nın iki asırdır uyguladığı kültür emperyalizmine dikkat çekti. Cesur mizaca, sağlam muhakemeye, geniş bakış açısına sahipti. Kutlu kalemini, hak/hakikat yolunda âdeta kılıç gibi kullandı.
Çok cepheli bir şahsiyetti. Dergâh Yayınevi’nin çıkardığı Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin hazırlık döneminde o da vardı; yayınevine omuz verdi. Düşünürdü, yazardı. Yakın tarihi sorgulardı. Kalender bir mizacı vardı ve nüktedandı. TYB İstanbul yönetiminde olduğum sıralarda daha kesif biçimde görüşürdük. Hizmetlerinin hepsi kıymetli ama bana sorarsanız Türkiye’de fikir tarihimize en mühim hizmeti, dostlarını toparlayıp Türkiye Yazarlar Birliği’ni kurmasıdır.
Türkiye’de dernekler vakıflar ziyade. Ama bunlardan kaçı TYB gibi etkili, güçlü ve hayırlı olmuştur? Düşünen beyinlerin bir araya gelmesi, edebiyata, sanata ve medeniyete değer veren kalemlerin buluşması, güç birliği etmesi çok önemliydi. Bundan aksiyon doğdu, hareket oldu. Ediplerimiz, münevverlerimiz, seslerini bu sayede önce Anadolu’ya, sonra Türk dünyasına ve bütün dünyaya duyurdu.
Türkçemize gerçekleştirilen suikast ve ihanetleri asla affetmedi. Dilimizi kısırlaştırmak isteyenlere karşı büyük bir savaş başlattı. Makaleler yazdı, eserler kaleme aldı. İş başa düşünce, üşenmedi, oturup sözlük yazdı. Alın teri, göz nuru sözlüğü, yıllar içinde büyüdü, gelişti, serpildi, gürbüzleşti. Hacimli, mükemmel bir müracaat eseri oldu. Doğan Türkçe Sözlük, nesillerin lügat ihtiyacını uzun zamandan beri karşılıyor. Bu kaynak eser, kütüphanelerde mutlaka bulunmalıdır.
İstanbul’a hep vefalıydı ve âdeta Ankara-İstanbul arasında mekik dokuyordu. Tabii Anadolu’yu da ihmal etmedi. Yurtdışı faaliyetlerde arkadaşlarının yanında bulundu. Türkçe Şiir Şöleni için 2003 yılında Fransa’nın kuzey şehri Strazburg’a uçakla gitmiştik. TYB’nin organize ettiği geziye beni ikna eden ise Ahmet Kot idi. 100 şair ve yazarla havaalanında buluştuk. Bugün bir kısmı ahirete göç eden şair ve yazarlar arasında Bahaettin Karakoç, İlhan Berk ve Erdem Bayazıt da vardı. D. Mehmet Doğan’ı görmüştüm o kalabalıkta. Uçmadan önce havaalanında bir sandalyeye ilişmiş, gazete yazısını dizüstü bilgisayarda yetiştirme telaşını içindeydi. Okuyucuya muhabbetini, görev sadakatini ve mesuliyet hissini, o gün yakından görmüştüm.
Kendisiyle 40 yıl önce Doğuş gazetesi adına bir mülakat yapmıştım. İstanbul’a geldiğini duyunca aramış ve röportaj için davet etmiştim. Kırmamış, gazetenin Çemberlitaş’daki idarehanesine gelmişti. Suallerimi yöneltmiş, cevaplar almıştım. Röportajın manşetini şöyle vermiştik: “Batılılaşma İhaneti İki Asırdır Sürüyor!” Kitaplarını gördükçe okudum, sonra bunları tanıttım. Ödül için Ankara’ya gittiğimde derneğin merkezinde buluştuk, sohbet ettik.
Yüz yüze son görüşmemiz, Üsküdar Kitap Fuarı’nda Hasan Güneş Bey’in yönettiği İnkılâb Basım Yayın standında oldu. Tarih 7 Mayıs 2023. Sefa Saygılı ağabey ile birlikte yayınevi standında imza günümüz vardı. Fuarı gezerken bizi gördü, geldi, yanımızda oturdu. Sohbet ettik, hatıra fotoğrafları çektirdik. Hastalanmadan önce telefonla arar, görüşürdüm. Rahatsızlığı artıp hastaneye yatınca bir müddet ulaşamadım. Yakınlarına selam bıraktım. Bu yıl Şehir ve Kültür dergisinin nisan sayısında onun için yazdığım portrenin başlığı, “Türkçe Kalesini Savunan Yazar D. Mehmet Doğan” şeklindeydi.
Anadolu’nun manevi coğrafyasına, Allah dostlarına sevdalıydı. Bu konuda ayırım yaptığını hiç görmedim. İslam’a, Kur’an’a ve imana hizmet eden bütün maneviyat büyüklerine hürmetkârdı. Bediüzzaman Said Nursî, Süleyman Hilmi Tunahan, Abdülhakim Arvasi, Abdülaziz Bekkine ve diğer yol açıcılar hakkındaki kanaatleri müspetti, bunları yazdı. Doğan’ı sevdiğini söyleyenler, samimi iseler onun bu güzel yolundan yürümeli, ayrıştırıcı değil birleştirici olmalı. O, 15 Temmuz FETÖ ihanetinde, bütün namuslu, vatansever, yiğit aydınlar gibi devletinin, milletinin ve ümmetinin yanında saf tuttu.
Vefatını müteakip dostlarının hüzünlü yazılarını okudum. Hepsi de ihlasla ve yürek diliyle yazılmıştı. Hikmetli bir geleneğimizi ise geçenlerde Eyüpsultan’da rahmetle yâd ettiğimiz Mustafa Sabri Küçükaşçı’nın yakını Mustafa Âsım Küçükaşçı (Tâli) yaşattı ve “D. Mehmet Doğan’ın Vefatına Tarih” düşürdü. Şöyle: “Bir münevver muharrir eyledi ziyan,/Edebiyat, siyaset, tarih ve lisan,/Bir elif gelip ersin, tarihi beyan:/Mekânı cinân ola Mehmet DOĞAN’ın…(1445+1)/Encâmı ihsân ola Mehmet DOĞAN’ın…(1445+1)/İzzetli, cesur âlimi rahmetle anın:/”Eltâf olan encâmı Muhammed DOĞAN’ın…(1446) İslam ve İstiklal Şairimiz Mehmed Âkif’e hep sahip çıkmıştı. Taceddin Dergâhı’nda ebedî sabahı beklemek ona yakıştı. Vesile olanlara teşekkür ediyorum. Cenab-ı Allah’tan kendisine rahmet diliyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun inşallah.
D. Mehmet Doğan huzura yürüdü!
Mehmet Ali Erdem
Okur-Yazar-Düşünür Çiçekçi Esnafı
Fırsatlar, imkânlar yaz bulutuna benzer, hafif bir rüzgarla dağılır gidermiş. Birçok üzüntü ve hayıflanmalarıma bir yenisini daha ekledim.
D. Mehmet Doğan ile aramızda nesil farkı olsa da, aynı ülkede yaşayıp, nefes almamıza rağmen, kendisiyle tanışıp rûberû görüşüp sohbetine nâil olamamak fırsatını, ne yazık ki, kaçırdım.
İşte böyle güzel dâvâ erini, gönül adamını, kültür ve sanata değer veren, eserleriyle, köşe yazılarıyla, birçok hususta karanlık taraflarımızı aydınlatan ülkemizin en büyük değerleri olan ilim adamlarını, yazarlarının duygu ve birikimlerinin topluma ulaşması noktasında bizi diri tutmasına, TYB vâsıtasıyla hizmet etmelerini sağlamak ve saymaya kalksak çok hacimli sayfalara sığdıramayacağımız D. Mehmet Doğan ağabeyimiz hayırlı hizmetleriyle, yüzünün akıyla aramızdan ayrılarak huzûra yürüdü.
Kendisine, yakınlarına ve dâvâ arkadaşlarına sabırlar diliyorum. Menzili mübârek, mekânı cennet olsun. (Âmin)
İki ‘D’ arasında bir ‘Mehmet’
Muzaffer Doğan
TYB İstanbul Yönetim Kurulu Üyesi, Bahçelievler Belediyesi Kurucu Başkanı
D. Mehmet Doğan 70 yaşındayken şu satırları kaleme almıştım.
"Yaş otuzbeş, yolun yarısı eder." diyordu Cahit Sıtkı Tarancı. Bu şiir, neredeyse elli yıldır hafızamda. Şiiri ne zaman okusam, Cahit Sıtkı'nın 46 yıl yaşadığı aklıma gelir. Bu güzel şiirin şairi için, yolun yarısının 23 olduğunu düşünür ve ürperirim. Kimse, ne kadar yaşayacağını bil(e)mez. Cahit Sıtkı, yetmiş yıl yaşamayı mı hayâl etmişti acaba? Cahit Sıtkı'nın şiirini okuyanların aklına da, yetmiş yıl yaşayıp yaşamayacağı düşüncesi gelmiş midir? Altmışla, yetmiş yaş arasında bir insan olarak, zaman zaman düşünmedim değil!
İşte, D. Mehmet Doğan ağabey 70 yaşında. Yolun tamamı yetmiş mi! Bu soruya, kimse 'evet!' diyemez. Mehmet ağabeyin adaşı ve hakkında en güzel kitaplardan birini yazdığı, daha iyi anlaşılsın diye büyük emek verdiği Mehmed Âkif'e kulak verelim:
“Edvâr-ı hayat perde perde,
Allah bilir, ne var ilerde.”
Söz gelimi, Mehmet ağabey, liseden mezun olduğu günlerde, bir yüksek okulu da okuyup bitireceğini, evlenip çoluk-çocuk sahibi olacağını, Türkiye'nin tanınan bir yazarı olacağını, Türkiye Yazarlar Birliği'ni kuracağını, 2017 yılını göreceğini, 70 yaşına ulaşacağını bilebilir miydi? İşte, hakkında takdir edilen, tecelli etti; bu yaşa erdi, bu günleri gödü. Bundan ilerisini,Allah bilir! D. Mehmet Doğan 70 yaşında.
O'nu, ilk kitabı "Batılılaşma İhâneti" ile tanıdım. Sene 1975. Erzurum'da okuyorum. MTTB ile irtibatlıyım. Üstad Necip Fâzıl'ı tanıyalı 4-5 sene olmuş. "Sakarya Türküsü" ezberimde. Erzurum'da vilayet meydanında Millî Selâmet Partisi'nin tertiplediği toplantıda okuduğumu hatırlıyorum. Harıl harıl okuyoruz. Tam anlayamasam da, Üstad'ın "İdeolocya Örgüsü" o günlerde, başucu kitabım. Kitabın "Doğu ve Batı" Muhasebesi faslının kafamı altüst ettiği günler! D. Mehmet Doğan'ın "Batılılaşma İhâneti"ni okuduğum günler de, o günlerdir. Nureddin Topçu'yu da, o yıllarda okumaya başladım. Değerli eğitimci Necmeddin Tozlu'nun tavsiyesi üzerine, Büyük Fetih, Yarınki Türkiye, Varolmak ve İrâdenin Dâvası kitaplarını okuduğumu hatırlıyorum. Bu kitapların o günkü baskıları, hâlâ kütüphânemdedir.
Üstad'ın ve Nureddin Bey’in kitaplarını, üslûplarından dolayı, okuyup anlamada zorlanıyordum. Lisede aldığımız dil eğitimi, kifâyetsiz kalıyordu. D. Mehmet Doğan ağabeyin kitabı, onları anlamada bir "anahtar kitap" vazifesi gördü, o günlerde, benim için de,benim yaşımdakiler için de.
D. Mehmet Doğan'ın ilk kitabını okuyuşumun üzerinden kırk yıldan fazla bir zaman geçmiş. O yetmiş yaşına gelmiş, ben de,yetmişe doğru giden yol üzerindeyim. Sözün burasında,Üstad'ın "Büyük Randevu" başlıklı "noktalama"sını hatırlamamak olmaz:
“Büyük randevu...Bilsem nerede, saat kaçta?
Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?”
Edebiyat öğretmenliği yaptığım yıllarda, Mehmet ağabeyin büyük emekler vererek hazırladığı "Büyük Türkçe Sözlük" ayrılmaz bir parçamız oldu. Hâlâ da öyledir.
Fikrî, edebî ve siyâsî anlayış bakımından, ben "Büyük Doğu" Mektebi'nin talebesi oldum ve o yolda yürüdüm. "Hareket Mektebi"nin mensubu olan Mehmet ağabey, zaman içinde, başlı başına bir "mektep" oldu. Kırk yılını doldurmak üzere olan Türkiye Yazarlar Birliği gibi, ülkemizin yüzakı bir kuruluş, eğer bu günlere kadar gelmişse, en büyük emek onundur.
Farklı "mektep"lere mensup olsak da, onu hep okudum, hep sevdim. Üstadım Necip Fâzıl Kısakürek hakkında kurdukları "Mahkeme"nin verdiği hükümlere inanmadım. Kızdım da! Bu,çok üzüldüğüm "Hareket Mahkemesi" Nureddin Topçu'yu da, D.Mehmet Doğan'ı da okumaktan ve sevmekten vazgeçirmedi.
Mehmet ağabeyin, "İki yol açıcı: Nureddin Topçu ve Necip Fâzıl" kitabında, "Necip Fâzıl'ın Üniversitesi: Seyyid Abdülhakîm Arvasî" diye bir başlık var. Çok doğru ve isâbetli bir tesbit. Necip Fâzıl Kısakürek Üstadımız, o büyük üniversiteden -kendi tâbiri ile söyleyelim- "Büyük Kapı"dan aldıklarıyla, birçok nesil yetiştirdi. Birçok üniversitenin yapamadığını yaptı. Nureddin Topçu da, birçok insanın yetişmesine vesile oldu. Onların en önde gelenlerinden birisi, Mehmet ağabeydir. Unutulmaz muallim Nureddin Topçu da, Üstad Necip Fâzıl da, öbür âlemdeler. Mekânları Cennet, makamları âli olsun.
Nureddin Topçu şöyle diyordu:
"Yarınki Türkiyenin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp,yaşatma aşkına gönül verecek,sabırlı ve azimli,lâkin gösterişsiz ve nümâyişsiz çalışan,ruh cephesinin maden işçileri olacaktır.Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi,insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedâkârlık olan bu hizmet ehli gençler,hizmetlerinin mükâfatını da, hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler,sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir."
Necip Fâzıl da,ş öyle dedi:
“Geliyorlar!
Gözleri kara,
Alınları fikir çizgili,
Kalbleri ceylan,
İrâdeleri çelik,
İmanları volkan,
İrfanları tarla,
İdrâkleri bıçak,
Edâları şiir,
Diyalektikleri ipekten örgü,
Geliyorlar!.. “
Yarınki Türkiye'nin, Büyük Türkiye'nin Büyük Doğu'nun kurucuları, bu büyük öncülerin yetiştirdiği nesiller olacak, inşaAllah.
D.Mehmet Doğan denince, gözümün önüne azimli, çalışkan, gösterişsiz ve nümayişsiz iş gören, insana emek veren,i nsan yetişmesi için emek ve eser veren bir şahsiyet geliyor. Yüz yüze tanışmamızın üstünden geçen otuz yılda, bu çizgi hiç değişmedi. Değişen ,onun saçlarında ve çehresinde, geçen zamanın getirdiği tabii durumdur.
Çıkan her kitabını merak etmişimdir ve ilk okuyucusu olmak istemişimdir hep. Mahmut Bıyıklı'ya bir keresinde, "Muzaffer, benim kitaplarımın ilk okuyucularındandır!" diye iltifat etmiş! Doğrudur. Bilmesini isterim ki, bundan sonra yazacağı kitapların da, ilk okuyucusu olmaya çalışacağım. Bilmesini isterim ki, her okuduğum kitabından da, birşeyler öğrenmişimdir.
Otuz yıla yakın bir zamandan beri Türkiye Yazarlar Birliği çatısı altında bulunuşumdan ve soy isimlerimizin de aynı oluşu münasebetiyle, zaman zaman, "Mehmed Doğan'la kardeş misiniz?" sorularına muhatap oldum ve her seferinde de cevabım şu oldu: "-Mehmet ağabeyle kan kardeşi değiliz amma, iman ve dâva kardeşiyiz, gönüldaşız. O,k urucu genel başkanımız, ben de, İstanbul şubesine emek veren bir kardeşiyim."
Öyle inanıyorum ki, Mehmet ağabeyin de, benim de, bizim gibi inanan ve düşünen dost ve gönüldaşlarımızın da derdini ve dâvasını şu mısralar gayet net olarak ifâde eder:
“Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı!
Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı...”
Ne diyelim. Rahmet olsun.
Elbet mülâki oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbaba selâm olsun erenler.
D. Mehmet Doğan
1947-2024 Ankara
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu ve Şeref Başkanı Mehmet Doğan Ankara'nın Kalecik ilçesinde 1947 yılında dünyaya geldi. Ankara Gazi Lisesi’nin ardından bugün Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi olarak bilinen SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu'nda radyo-televizyon uzmanlık bölümünü başarıyla tamamladı.
Mezun olduktan sonra 1972-1974 yıllarında Türk Tarih Kurumu Yeni Türkiye Araştırma Merkezi'nde dokümantalist olarak çalışan Doğan, askerlik görevinin ardından Dergah Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev aldı.
Doğan, 1977 ve 1978'de Türkiye Radyo Televizyon Kurumunda (TRT) Genel Müdür danışmanlığı yaptı ve tekrar Dergâh yayınlarında çalışmaya başladı.
Yayıncılığa ara vererek Ankara'ya dönen ve "Büyük Türkçe Sözlük"ü hazırlamaya başlayan Doğan, Türkiye Yazarlar Birliğinin kuruluş çalışmalarını yürüttü ve Birlik Yayınları'nı kurdu.
Kültür Bakanlığı Sinema Dairesinde sözleşmeli film yapımcısı ve senaryo yazarı olarak çalışan, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde yazarlık dersleri veren ve Birlik Medya A.Ş'nin genel müdürlüğünü yapan Doğan, 1996'da 2005'e kadar sürdüreceği Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliğine seçildi.
Gazete ve dergilerde günlük ve haftalık yazılar yazdı
Evli ve 3 çocuk babası olan Doğan, 1980'li yıllardan itibaren "Yeni Devir", "Zaman", "Yörünge", "Vakit", "Akit", "Vahdet", "Karar" ve "Gerçek Hayat"ın da arasında bulunduğu pek çok gazete ve dergide yayınlanan günlük ve haftalık yazılar kaleme aldı.
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi'nin yayınını planlayan ve ilk ciltlerinin yayınını yöneten Doğan, bu ansiklopediye muhtelif maddeler yazdı ve Türk Aile Ansiklopedisi'nin üç ciltlik yayınını yönetti.
Mehmet Doğan, siyasi ve sosyal tarih, fikir ve basın tarihi, dil gibi alanlarla ilgili çalışmalarının yanı sıra Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ve Türk Aile Ansiklopedisi'ne katkılar sağladı. Televizyon metinleri ve senaryolar yazdı, çeşitli televizyon programlarının ve filmlerin yapımında görev aldı.
Mehmed Akif Fikir ve Sanat Vakfı, Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı'nın kurucuları arasında yer alan Doğan, 1978-1996 arasında TYB genel başkanlığını ve TYB tarafından yayımlanan "Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı"nın yayın yönetmenliğini üstlendi.
Yazarlık alanının tanımlanması, yazarların mesleki bir kuruluş altında toplanması, büyük yazarların anılması ve yaşayan yazarların tanıtılması yönünde faaliyetlerde bulunan Doğan, Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı'yla ilgili pek çok çalışmaya da imza attı.
Şiir şölenlerinin yapılmasına öncülük etti
Türkiye'de 1992'de başlatılan ve Türk Dünyası ile münasebetlerin yeniden kurulması sürecinde, kültürel ve edebi ilişkilerin gelişmesinde önemli yeri olan "Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri" düzenlenmesine, Çorum, Konya, Erzurum, Dursunbey, Suçıktı gibi il ve ilçe merkezlerinde şiir şölenlerinin yapılmasına ve 2000'li yıllardan itibaren Türkiye'de yazarlık öğretimi konusunda ilk adımların atılmasına öncülük etti.
Doğan, 1978'de "Türkiye Milli Kültür Vakfı teşvik ödülü", 1982'de "Yazarlar Birliği Dil ödülü", 1995'te "Özbekistan Yazarlar Birliği Milletlerarası Kaşgarlı Mahmud Mükafatı", 2004'te "7. Balkanlar Türk Kültürüne Hizmet Ödülü" ve 2012'de "Karaman Dil Ödülü"nü aldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından "2017 Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Edebiyat Ödülü" takdim edilen Doğan, 2021'de ise "Mehmet Akif İnan Kültür Sanat ve Edebiyat Ödülü"ne layık görüldü.
Çok sayıda kitap, sözlük ve belgesele imza attı
Doğan ayrıca 1981'den bugüne kadar "Büyük Türkçe Sözlük", "Okullar İçin Büyük Türkçe Sözlük", "İlk Sözlük", "Temel Büyük Türkçe Sözlük", "Büyük Türkçe Sözlük" adlı sözlükleri hazırladı.
Çok sayıda eserin yayına hazırlanmasına katkı sunan Doğan, 1977'den itibaren "Sanat Sözlüğü", "Ulucami", "Şairler Meydanı", "Kaybolan Şehirler", "Nureddin Topçu", "Mehmed Akif", "Yaşayan Geçmiş" ve 3 bölümlük "Mimar Sinan" belgeseli gibi film metni ve senaryolara da imza attı.
İbrahim Ethem Gören/15.08.2024-Yazı No: 605