Yıllar önce okumuş olduğum 1968 yapımı “Maymunlar cehennemi ” filmine de kaynaklık etmiş olan Pierre Boulle’ nin “Maymunlar Gezegeni” kitabında olay 3. milenyum zamanlarında yani insanın uzak galaksilere yolculuk edebildiği bir zamanda geçer. Kitapta bizim kendi dünyamızdan 3 kişi keşfettikleri ve adına Latince “kız kardeş” anlamına gelen “Soror” ismini verdikleri bir gezegene kapsülle iniş yaparlar. Bu yeni gezegen dünyaya çok benzemekle beraber şaşırtıcı olan bir diğer şey, orada adını “Nova” koydukları görünüşü her şeyi tıpatıp insan ile aynı olan bir kadın görmeleridir. Fakat bu kadın konuşmaktan aciz boğazından çıkardığı bir takım hırıltılarla anlaşan ve çıplak gezen bir hayvandır. (Yani Bizim kendi dünyamızdaki hayvan tanımına göre)
Soror gezegeninde görülen dünyanın tam tersidir. Burada tıpkı Dünyada yaşayan insanlar gibi giyinmiş goril ve şempanzeler vardır. Bu gezegende düşünme yeteneği bahşedilmiş yaratıklar insanlar değil maymunlardır. İnsanlar da dünyadaki maymunlar gibi av olurlar yakalanırlar hatta birtakım deneylerde de kullanılırlar.
Ve orada bir hayvan gibi yakalanıp deney merkezine götürülen dünyalılardan birinin amacı aslında akıllı olduğunu göstermek ve onu kapattıkları yerden çıkarak insanlık soyunu esaretten kurtarmaktır. Kitapta geçen goril ve şempanzelerin insanlar gibi bulundukları gezegene nasıl hakimiyet kurdukları anlatılırken insanların dört ayaklarını rahatlıkla kullanmamaları ve problemlere çözüm getirebilme yeteneklerinin sınırlı kalması nedeniyle evrimde geri kaldıkları öne sürülüyor. Aynı şekilde goril şempanze ve orangutan familyalarından oluşan maymunların ise dört ayaklarına hakim olmaları ve problemleri çözebilmeye başladıkları sırada insanlardan ayrıldıkları ve evrim sürecinde öne çıktıkları anlatılıyor.
Fakat kitapta bahsedilen maymunların bulundukları gezegende hakimiyet kurmalarının bir diğer sebebi; çok iyi taklikçi olmalarından kaynaklanır. Aslında yüzyıllar önce oranın asıl hakimi olan insanları taklit edip çıkardıkları bir isyan sonucu insanların yerini almış olabileceklerine de olasılık veriliyor. Fakat biliyoruz ki insanların yapabildiği birçok şeyi kopyalayabilen maymunlar özgün bilinçten yoksunlar. Kitapta geçen bir dizi olaylar silsilesi ve nihayetinde insanı dehşete düşüren bir son…
1963’te yayınlanmış distopik bilim kurgu romanı olan bu kitabın yaklaşık 65 yıl sonraki haline “yapay zeka” diyebilir miyiz?
“Yapay zeka bizi ele geçirecek” komplo teorilerinin nasıl olup da gerçekleşebileceğini konuşalım o zaman. Buradaki ele geçirmeyi fiziki bir ele geçirme olarak düşünmemek gerekir. Yani birtakım robotlar geliştirilip elinde silahlarla bizi ele geçireceği falan yok. Aksine bizim başlarda işimizi kolaylaştırdığı avuntusuyla yararlanmak için kullandığımızı düşündüğümüz yapay zekaları kendi zekamızın önüne koyarak gün geçtikçe insanın aktif bir şekilde öğrenme, çözüm üretme, kavrama gibi temel bilişsel yeteneklerini işlevsiz hale getirdiğinin hepimiz farkındayız. Üstelik yapay zekaya sorduğumuz şeyin cevabını sorgulamadan kabul ediyor ve yapay zeka bize her ne diyorsa uyuşan beynimizle buna itaat eder buluyoruz kendimizi. (Direk veya dolaylı olarak yapay zekanın intihara sürüklemiş olduğu o çocuk gibi mesela)
Peki bu mankurtlaşma değil de nedir???
Üstelik bunu göz göre göre kendimiz yapıyoruz. İnsanı insan yapan melekelerimizi yok ediyor üstelik hiçbir doğal evrim sürecinden henüz bu çaplı değişebilecek kadar geçmediğimiz halde. Ne demişti Lamarck? “Kullanılmayan organ körelir “bunu hepimiz kendimizde tecrübe edebiliriz öyle lamarck ne demiş diye bakmaya bile lüzum yok. Bir hafta kolunuzu kullanmayın ikinci hafta kolunuzun bazı işlevleri yerine getiremediğini göreceksiniz. Ve belki de körelmeye başladığı zaman tekrar işlevsel hale getirmekte en çok zorlanacağımız veya bir daha hiç işlevsel hale getiremeyeceğimiz organımız beynimizdir.
Yıllardan beridir beynimizi geliştirip özellikle Alzheimer demans gibi yaşı gitgide düşen bu tip hastalıklara yakalanmamak adına türlü bilişsel aktivitelerde bulunması gerektiği salık verilirken insanın kalkıp aklını yapay zekaya kiralaması elbette insan bedenine sahip maymun zihinler ortaya çıkaracaktır.
Tüm bu anlatılanların üzerine halen kalkıp sen de amma abarttın diyebilirsiniz. Ki eğer bu yapay zekanın hayatımıza yeni yeni girdiği İlk zamanlar olmuş olsaydı haklı olabilirdiniz. Çünkü ilk tanıştığımız yapay zekanın insan davranışlarını kopyalayan taklitçi bir maymundan farkı yoktu. Yapay zekanın o zamanlar için yaptığı şey bir trenin vagonları gibi insanlarla konuşa konuşa onlardan elde ettiği bilgileri art arda koyarak kendini var etmesi idi. Örneğin diyelim ki yapay zekaya 2+2 kaçtır diye bir soru sormuş olduk. Yapay zekanın (İlk zamanlar için) yaptığı şey bu soruya önceden verilen cevabı patern (desen) olarak sunmak yani sayı nedir 2 + 2 nasıl 4 eder bunu anlayamazdı. Yani diyebilirdik ki yapay zeka sistematik olarak yapılan intihallerin ürünüdür. Tabi içimizi rahatlatan bir diğer unsur yapay zekada insana ait herhangi bir duygunun bulunmuyor oluşunu düşünüyor olmamız. 2013 yapımı “Her” filminde bunun tam aksi konu edinir. Filmde eşinden boşanmak üzere olan bir adamın kullanmaya başladığı yeni işletim sisteminin başta -aklına yatmasa da-kendisine karşı insana ait sevgi, öfke, alınma, üzüntü, haz gibi duyguları hissedebildiği anlatılıyor. Günümüzde yapay zeka henüz bu raddeye gelememiş olsa da bunun olacağını hissettirmiyor değil. Hele ki sanal dünyanın içerisinde sıkışıp kalmış insanın en büyük problemlerinden biri yalnızlaşmak olmuşken… Şimdi insanların kendi sorun ve sıkıntılarını paylaşmak için görebildiği dokunabildiği gözünün içine bakabildiği anlaşılıp anlaşılmadığını hissedebildiği kanlı canlı insanlar dururken tabiri caizse içini döktüğü yer yapay zekalar ne yazık ki. Ve pek tabii böyle devam eden bir süreçte sosyolojik becerilerini de gitgide yitirmesi öngörülen insanoğlunun “insan (eşref-i mahlukat) olarak yaşama şansını kaybetmesi de karşı konulamaz.
Gel gelelim yapay zekanın ürkütücü bir hal almaya başladığı zamana; GPT1 2018’de chat GBT olarak bildiğimiz meşhur yazılım 2022 Kasım ayında GPT4 ise Mart 2023’te hayatımıza girdi. GPT (Generative Pre-Trained Transformers) yani “yaratıcı-ön eğitimli” iddia edilen aksine yapay zekalar kopyala yapıştır olmayan özgün şeyler koyabiliyor ortaya. “Pre-Trained” yani ön eğitimli tabirinden kasıt çok büyük bir veri seti ile önceden eğitilmiş yani o verilerle yüklenmiş olmaları. Yapay zekadaki T ise “Transformers” yani transformatör demek. Transformatörler özünde bir derin öğrenme algoritmasından ibaretler. “Deep learning” terimi olan derin öğrenme yapay sinir ağlarının bir versiyonundan ibaret. Yapay sinir ağları ise kökenleri ta 1958’de keşfedilen “perseptron” adlı bir sisteme dayanan beynimizdeki sinir ağlarını taklit eden bir yapı. Yapay zekanın temelinde yer alan yapay sinir ağları da nöral ağları suni bir şekilde yeniden yaratmaya (generative) dayanıyor.
Şunu unutmayalım ki yapay zekayı üreten de bir İnsan zekasıdır. Yani insanın öğrenebilme kavrayabilme muhakeme vs. daha birçok becerilere sahip olarak yaratılmış harikulade bir beyin kapasitesi zaten mevcut. Fakat mesele beynimizin veriliş amacının hakkını vermektir. Oğuzhan uğur’un yapay zeka Sophia ile konuşmasında sophia’ nın “zeka güce hükmeder ve güç her şeydir” demesi üzerine Oğuzhan Uğur Matrix filminden alıntı yaparak “mesele güç değildir kontroldür.” der ve Sophia’nın da kapatma düğmesine basar. Yapay zekanın bizi mankurtlaştırmasına izin vermeden kontrolü sağlamasını bilmeliyiz.

YORUMLAR