Anadolu, gök kubbesi altında bin yıldır bir sır taşıyor: Bu toprak, yalnızca haritalarda çizili bir coğrafya değildir; bu toprak, şehitlerin kanıyla vatan olmuştur.

Anadolu coğrafyasının her karışında kutlu bir şehit yatar. Hakk kelâmı, bu hakikati asırlar boyunca yüreğimizde diri tutuyor: “Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler; fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara, 154)
Bu âyet-i kerîme 11 Kasım 2025 günü binlerce, on binlerce kez okundu… Hava Kuvvetleri Komutanlığımıza ait 68-1609 kuyruk numaralı C-130 askeri uçağı, Azerbaycan–Gürcistan sınırında göklerle vedalaştı! Yirmi kahraman askerimiz, semanın koynunda şehadete yürüdü!

14 Kasım Cuma günü memleketlerine uğurlanan bu yiğitler; ardında gözü yaşlı analar bırakarak ebedî istirahatgâhlarına uğurlandı.
Bu acı, ferden ferdâ, milletimizin, Ümmet-i Muhammed’in acısıdır. Her yeni şehâdetle Anadolu’nun kapısı bir kez daha mühürlenir!
Arif Nihat Asya’nın mısraları böyle zamanlarda ard arda okunur.
“Şehitler tepesi boş değil,
Toprağını kahramanlar bekliyor!
Ve bir bayrak dalgalanmak için;
Rüzgâr bekliyor.”
Bu “tepeler”, yalnızca İstanbul’da, Çanakkale’de, Sakarya’da, Erzurum’da değil; Lice kırsalında, Hakkâri’de, Şırnak’ta, Azerbaycan sınırında da yeniden kurulur! Çünkü vatan, coğrafyadan ibaret değildir; şehidin ayak bastığı yerdir.
Bu hakikatin ete kemiğe bürünmüş hikâyelerinden, daha doğrusu vâkıalarından biri, 30 Ocak 1993’te Diyarbakır–Lice’de şehit olan Tank Üsteğmen Arif Bülent Kızıldemir’dir. 1964 doğumlu, gözbebeklerinde sadece “29 bahar” açmış bu yiğit subay; 1988’de okulunu bitirmiş, Zırhlı Birlikler’de yetişmiş, 1989’da Tank Teğmeni olarak kıta birliğine adım atmıştı. Son nefesini ise 1993’te, hain bir pusunun ortasında, “kelime-i şehâdet” getirerek verdi. Mezar taşı İstanbul Karacaahmet’te… Pak ruhu ise “basübadelmevt”i bekleyenlerin kutlu halkasında!
Şair Osman Bülent Manav’ın sesinde yankılanan yürüyüş onun yürüyüşüdür:
“Ben fetih şehriyim sokaklarıma
Bir şehid uzandı ve kan bürüdü…
-İnceden bir ağrı şakaklarıma-Gün bugündür deyip Hakan yürüdü…
Ölüme sevdalı kırk can yürüdü.”

Ve sonra… Geçenlerde bir antika pazarında, kalabalığın uğultusu içinde, bir çerçeve dikkatimi çekti. Bir bebek fotoğrafı… Henüz kundakta…
Ana kokulu, gözleri dünyaya yeni açılmış bir masum yavru… “Şehit olmak için büyümeyi bekleyen bir bebek.”
Yaklaştım.

Fotoğrafın altındaki isim gönlümü yerinden söküp aldı: Bülent Kızıldemir. Tank. Ütğm. 1988-73

Kaderin bir cilvesi! Şehidimizin bebeklik fotoğrafı ve dahi cenaze namazını kılanların yakalarına iliştirdikleri subay fotoğrafı bir pazar tezgâhına düşmüştü. Heyhat! İş bu fotoğraf, düştüğü yerde değildi; onun gerçek yeri milletin hafızasıydı. Böylesi mülahazalar içinde o çerçeveyi orada bırakmak, şehidin emanetine bigâne kalmak olurdu. Tabii ki bigâne kalmadık. Ve dahi Behçet Necatigil’in dediği gibi: “Parantezin içindeki çizgi/Ne varsa orada… Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci…”
Şehitler paranteze sığmaz!
Onlar, biz mahiyetini bilemesek de yaşamaya devam ediyor!
11 Kasım 2025’in yirmi hava şehidiyle; 30 Ocak 1993’ün Arif Bülent Kızıldemir’iyle; bu milletin her şehit haberiyle yeniden kurduğu bir hakikati tekrar okuyoruz: Şehitler tepesi boş değil!
Ve biz bu tepenin altında değil, onun gölgesinde yaşıyoruz.
Bayrak Şairi’nin dediği gibi bayrağımız dalgalanmak için rüzgâr bekliyorsa, o rüzgârı üfleyen, geçmişten bugüne ukba âleminde yaşayan şehitlerimizdir!
Toprak, onların al kanlar içindeki alınlarına değen ana buselerinden sonra vatan olmuştur.
Cümle şehitlerimizin aziz ruhlarına el-Fatiha… Milletimizin başı sağ olsun. Şühedanın ruhları şâd, mekânları cennet, makamları âlî olsun. Âmin.
İbrahim Ethem Gören – 14 Kasım 2025
Yazı No: 701

YORUMLAR