Hani iş başvuru formlarında bazen anketlerde hep sorulur ya kendinizi birkaç cümle ile anlatın diye burada bize yöneltilen böyle bir soruya karşı bir an afallarız ve zihnimizde çakmaklanır Ben kimim? Neyim? soruları. Ne zaman ki kendimizde bu soruların tahkikine yeltenecek olsak 13 bilinmeyenli denklemin ortasında bulmuş gibi hissedebiliriz kendimizi. Çünkü yaşadığımız her durumda önceden kodlanmış bir robotun kalıp tepkisi gibi değildir bizim verdiğimiz karşılık. Deneyimlerimize, durmadan değişen duygularımıza, hormonlarımıza ve edindiğimiz yargılara göre farklı zamanlarda gerçekleşen aynı olaylara karşı duruşumuz, tavrımız bambaşka olabilir. Bu da kendimiz hakkında birtakım yanılgılara düşürebilir bizi. Bazen yaptığımızı beğenirken bazen ben ne yaptım diye hayıflanır dururuz. İşte bu tastamam insan olmanın nişanesidir.
İnsanın daima eylemlerinde ve söylemlerinde mutedil olması tıpkı bir cambazın ipincecik bir ipin üzerinde dengede kalarak karşıya geçmek gayreti misali bir zahmete tabidir. Fakat insan her zaman hayatındaki dengeyi sağlamada bir cambaz maharetinde olamayabilir. Çünkü insan girdiği ortama edindiği çevreye göre bir şekle bürünür. Efendimiz (s.a.v ) de buna binen “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Duası insan olmanın acziyetinin en manidar ifadesidir. Esasen “kalp” kelimesi ve Arapça (قلب) kökenli olup “değişme, dönme, tersine çevirme” gibi anlamlara gelir. Bir düşünecek olursak kendi kendimize sakin oturuyorken ikinci bir kişinin gelip gıybete başlıyor olması -biz bundan hoşlanmasak dahi- bir anda kendimizi o gıybetin içerisinde bulduğumuz olabiliyor. Yani kalbimiz sıvı benzeri bir özellik gösteriyor olup hangi kaba (ortama) koyulursa onun şeklini alıyor. Bu da demektir ki kalbî istikamet ve bunun beraberinde davranışlardaki ahenk bulunulan çevrenin müteşekkilidir.
Fakat insandaki dengesizliklerin de insanı ahsen-i takvime taşıyan ameliyelere dönüşmesi muhtemeldir. Çünkü insana daim bir iş üzerinde ( Rahman suresi 29. ayete atıfla) kılarak kişiye Allah’ın yaratma sıfatının tecelligahı olma marifeti kazandırır. Bu da insanı ömrü müddetince hakiki bir cehdin gayretkeşi kılar.
Ve en nihayetinde kişi hayat serüveninde “olduğu gibi görünmek ile göründüğü gibi olmak” arasında say eder durur. Daha evvelden bir kişinin nasıl “göründüğü gibi olabileceğini” fikreder dururdum. Çünkü kanaatim; “toprağın altında hangi meyvenin tohumu varsa toprağın üstünde onun çiçeğinin olması yani zahiri belirleyenin batındaki oluş ve yalnızca iç alemdeki bir duyuşun dış aleme davranış olarak yansıyabileceği” şeklinde idi. Fakat sonradan edinilen bir halin insanın derûnuna sirayet edebileceğini ve zamanla insanda melekeye dönüşmesi durumunda hal ile birlikte menfi duyguların da tebellürünün tamam olabileceğini idrak ettim. Tıpkı nasıl ki iman mahalinin kalp olması fakat ailemiz ve çevremizden İlk önce bunu taklidi olarak görmeden tahkiki mahiyetine erişemeyeceği gibi… Fakat tabi o şeyin sadece taklitte kalma ihtimali de bulunur ki bu da insanın dış dünyadan aldığının iç alemindeki kıvılcımlarını ateşlemeyip durûnumuzda yer edinememiş olmasından kaynaklanır. O zaman şöyle de diyebiliriz ki yine dıştaki içtekini var etmez yalnızca inkişaf ettirir, güçlendirir ve görünür kılar.
Bazen insanları tanımlarken kullandığımız “özünde iyidir” sözü de kişinin bahsedilen iyiliğinin hassaten o söylemi güçlendiren mesele vuku buldukça anca anlaşılabileceğini gösterir.
Bazı hususiyetlerimiz oldukça güçlü olup iç alemimizden taşıp dış alemde kendini belli edecek belirgin bir baskınlığa sahipken bazı hususiyetlerimiz arada bir alazlanıp dıştan gelecek büyük bir etkiyle meydana çıkacak olur. Bir de işte toplumun genel kabullerinde insan şöyle olmalıdır böyle olmalıdırın verilmiş reçetesini kendimize dikte ederek bir oluşum savaşı veririz. Burada iç alemle dış alemin meczedilip ortaya bir ahval çıkmasından ziyade olması gerektiği düşünülenin dayatılarak, yapılmadığı takdirde dışlanıp hor görülerek bir nevi zorunlu hale getirilmesidir. Nasıl ki bazı insanlara herhangi bir düşünceyi benimsetmek deveye hendek atlatmaktan zordur; üstüne üstlük bunun yeti haline gelmesi yalnızca kişinin kendini ve çevresindekileri kandırmasından başka bir şey değildir. Tam bu noktada kişinin olduğu kişi ile birilerine yaranmak veya bazı menfaatler uğruna göründüğü kişiliğin ayrı olması insanî görülemez bilakis münafıklık gömleğinin vücut bulmuş hali olabilir.
İnsanın riyakarlığından ötürü hal ve kâlindeki tutarsızlık ile beşeri olmasından dolayı kendi iç çekişmesinin meydana getirdiği tutarsızlığın ayırdına varamazsak insanı ve dahi kendimizi anlayamayız. Birisi kötü niyetle çıkar barındırıyorken öbürü insaniyetin, insanın kendisini gerçekleştirmek için gösterdiği çabanın bir neticesidir.
Cemil Meriç’in dediği gibi “yaşamak için çaba harcamak yetmez, olmak için de çaba harcamak gerek” olmak ama ne olmak? İlahi Nur’un tecelligahı olmak kemal sahibi olmak, istikamet üzere olmak ve olduğu gibi görünmek yahut görünmek istediği vaziyeti olmaklığa tahvil etmek. İnsanoğlunun hülâsası göründüğünü iç alemine gark etmekle derûnunda olanı zahirine nakşetmek arasında bir medcezirden ibarettir.

YORUMLAR