İstanbul’da kültür sanat âleminin hamisi, edebiyatçı, gazeteci, yazar Mehmet Nuri Yardım ile öznesinde Gazze ve Ümmet-i Muhammed’in Filistin sınavı olan bir e-mülakat gerçekleştirdik.
İbrahim Ethem Gören: Üstadım, Ümmet-i Muhammed’in asırlık Filistin meselesi, Siyonist İsrail’in eşi görülmemiş soykırım ve katliamlarıyla başka bir boyuta taşındı… Ümmet-i Muhammed pek çok kanayan yaramızda olduğu gibi Gazze sınavında da maalesef birlik ve dirlik içerisinde olamadı. Bu noktada sizin kanaatlerinizi öğrenmek isteriz…
Mehmet Nuri Yardım: Gazze hepimizin imtihanı, tecrübesi, acısı ve kederi oldu. Çok haklısınız iyi bir imtihan veremedi İslam âlemi. Bilhassa mazlum Filistinlilerin komşuları olan İslam ülkeleri yani, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Kuveyt tam manasıyla Gazze’ye sahip çıkamadılar, dik bir duruş sergileyemediler. Türkiye’den sonra bu konuya en çok hassasiyet gösteren ülke Katar oldu. Ama tabii o da yalnız kaldı. Hâlbuki bırakınız 57 İslam ülkesini, şöyle 10 İslam ülkesi birlikte hareket edebilseydi ve ciddi bir kararlılıkla tavır koyabilselerdi sanırım durum bu kadar feci olmazdı. Ama adını andığımız bu ülkelerin çoğunun yöneticileri -biliyorsunuz- emperyalist Batı’nın himayesinde. Yani onların tayin ettiği birer memur. Biz onları ülkelerinin kralı, başkanı, cumhurbaşkanı sanıyoruz ama öyle bir sıfatları yok. İsrail’e karşı çıkamazlar. Çünkü borçları var. Onlar kendi kabiliyetleriyle, halklarının desteğiyle, yani seçimle değil Batı’nın isteği ve desteğiyle getirilip o makamlara yerleştirildiler.
Hemen herkes Ebu Musa el-Eşari’nin (r.a.), Efendimiz Aleyhisselâm’dan riyavet ettiği “Mümin mümine karşı, parçaları birbirini bağlayıp tahkim eden bina gibidir, buyurdu ve (bu bağlılığı göstermek için Resul-i Ekrem) parmaklarını birbirinin arasına geçirip kenetledi.” mealindeki hadis-i şerifi işitmiştir. Ne oldu bize de ipi kopmuş teşbihin parçaları gibi darmadağın olduk!
Aslında bu yaşadıklarımız bir bakıma bizi uyandırmak, intibaha getirmek için bir sebep belki de. Haklısınız. Kardeşlik şuurunda uzak düştük. Çeşitli gruplara, hiziplere bölündük. Elbette herkesin bir yolu, tarzı, meşrebi, cemaati, tasavvuf yolu olabilir. Buna kimsenin itiraz ettiği yok. Ama mesele şu. Aynı mukaddes dine yani İslam’a mensup olan, aynı Peygambere bağlanan, aynı Allah’a inanan, aynı kutsal kitaba iman edenler arasında daha sıkı bir birlik ve beraberlik ruhu olmalıydı. Maalesef yok. Bu konuda geçmişte büyük eksiklikler vardı, şimdi biraz daha düzeldi. Türkiye’de bilhassa 15 Temmuz’da bunu idrak ettik. Şükürler olsun aziz milletimiz o gece çoluk çocuğuyla, farklı düşünceye mensup olan ama bu vatan sevgisiyle kalbi dola olan yüzbinler, milyonlar caddelere çıktı, meydanlara indi ve “İslam’ın son kalesi” Türkiye’yi emperyalistlerin kullandığı terör örgütüne teslim etmedi. FETÖ adlı bu terör örgütü, kendisini yıllar boyunca kamufle etti, dinî bir cemaat görünümeydi. Ama 15 Temmuz’da foyası ortaya çıktı. Bu bakımdan o gecede kanaatimce “kahırdan lütuf” doğdu. Ve İslam’ın, mazlumların son kalesi teslim edilmedi. Sonra Türkiye âdeta yeniden canlandı, ordumuz, emniyetimiz, devlet dairelerimiz, üniversitelerimiz temizlendi. Şükürler olsun. Cemaat görünümlü ihanet örgütü, güçlü bir iradeyle darmadağın edildi. Çoğu kaçtılar, bir kısmı cezalandırılıp hapsedildi. Bir kısmı da sesini kıstı, ortalıktan savuştu. Ama dikkat etmek lazım. Bunlarda “renklenme” diye bir oyun var. Bu mübarek topraklardan kaçamayanların, aynı ihanet örgütüne bağlı olanların bir kısmı çeşitli partilere, cemaatlere, tarikatları, vakıflara, derneklere sızdı. Bunlara çok dikkat etmek lazım. 15 Temmuz’dan sonra bu konuda tek satır yazmayan şairlere, yazarlara, gazetecilere dikkat edilmeli. Bakın bir zamanlar İsrailli bir gencin ayağının yaralanması üzerine tam sayfa geçmiş olsun ilanı yayınlayan ABD’deki o baş terörist, 20 bine yakın Gazzeli Müslüman (Ki yarısı bebek ve çocuk) şehit edildiği hâlde sesi soluğu çıkmıyor. Çünkü aynı milletten, aynı güruhtan ve aynı inançtandır. Dolayısıyla o sinsi sahtekâra hâlâ bağlı olanlar, basiret ve feraset sahibi olup uyanmalı, geç de olsa hatadan dönmeliler. FETÖ denilen emperyalizm maşasını çocukları ve torunları için dahi olsa hemen terk etmelidirler. Aksi takdirde büyük vebal alacaklar, hem dünyada hem de ahirette cezalarını çekeceklerdir. Bunu da bilsinler.
Milat gazetesindeki bir yazınızda konuyla ilgili olarak “Gazze’de sivil katliamı yapıp soykırım uygulayan İsrail’i, emperyalist ülkeler destekliyor. Bu zalimlere karşı İslam Birliği’nin kurulması şart.” şeklinde hüküm cümlelerini kurdunuz. Aynı yazıda “İsrail’i ve destekçilerini durduracak tek güç, İttihad-ı İslam, yani İslam Birliği’dir.” diyorsunuz. Bir türlü gerçekleştirilemeyen “İttihad-ı İslam”’ı, İslam Birliği’ni teşrih masasına yatıralım…
Benim naçizane kanaatim şudur ki, bugün dünyayı haraca bağlayan, insanları esir eden, bebekleri dahi katletmekten zerre kadar çekinmeyen bir caniler şebekesi güruh var. Bunlar insan değil tabii… “Belhum adal” denilen süfli canavarlaşmış mahlûklar. Hitler’in, Stalin’in dün yaptığı katliamı bugün Netanyahu uyguluyor.
Peki, yalnız mı, tek başına mı?
Asla değil. Tek olsaydı, İsrail tek başına bu soykırımı uygulamaya kalkışsaydı Müslümanlar bir kaşık suda bu devlet görünümlü terör örgütünü boğar, leşlerini Akdeniz’e dökerdi. Ama arkasında bütün kötülüklerin anası, şeytanların büyüğü ABD var. Batı’dan kıtaya giden ‘Vahşi Batı’lılar yüzyıllar önce Amerika kıtasını işgal ettiler ve 4 Temmuz 1776 tarihinde ABD adlı bir devlet kurdular. Bu devlet, milyonlarca Kızılderili’nin canına mal olmuştu. Çünkü bu toprakların sahipleri bu yerlilerdi, yani Kızılderililerdi. Kara ruhlu ‘beyaz’lar pek çok Kızılderili’yi katletti, kıtayı talan etti. Kan ve gözyaşı üzerinde zalim bir devlet kuruldu. ABD’nin tarihi bu bakımdan çok kirlidir ve utançla doludur. Çeşitli Avrupa ülkelerinde gemilerle kıtaya giden kanlı emperyalistler, Kızılderilileri çoluk çocuklarıyla katletmiş, soykırım uygulamıştır. Kıtanın sahipleri büyük gadre uğramışlardır. Peki, bunu hatırlayan var mı, yok! Özellikle unutturmaya çalıştılar ve kendilerine yeni kahramanlar, yeni bir tarih uydurdular. Bunu çektikleri filmlerle, dünyaya yaydıkları çizgi romanlarla sağladılar.
Üstad Yardım: Yeni bir BM oluşturulsun!
Bir ara Kemal Tahir, Osmanlı’nın son dönemini eleştiren ve ABD’yi öven birine şöyle kükremişti: “Bre, bizim yıkılma dönemi tarihimiz, o devletin bütün tarihinden daha büyük, daha uzundur.” Ama şuna inanıyorum ki, bir zamanlar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altındaki komünist devlet nasıl parçalandıysa yakında ABD de aynı şekilde parçalanacak. Yeter ki 57 İslam ülkesi bir araya gelsin, hatta vicdanlı ve insanlığa değer veren diğer müstakil, bağımsız devletler bir ittifak kursun. Yeni bir “Birleşmiş Milletler” oluşturulsun. Bu teşkilat âdil bir şekilde yönetilsin. Despot ‘beş devlet’ hükümran olmasın bugünkü gibi. Haksızlıklar yapılmasın.
Cumhurbaşkanımızın dediği gibi “Dünya beşten büyük olsun.” O zaman âdil bir dünya kurulabilir. Ama bu iş, ABD ile ve onun kayıtsız şartsız bütün haksızlıklarını savunan hempaları İngiltere, Fransa ve Almanya ile olmaz. Göreceksiniz bu birlik sağlanacak, sağlanmak zorunda. Yoksa Allah korusun bu zalimler güruhunun bugün hedefi Gazze ise yarın Mekke’dir, öbür gün Kudüs’tür, Şam’dır, Bağdat’tır, İstanbul’dur, Tahran’dır, Bakü’dür. Kısacası kendileri dışındaki bütün ülkeler hedeftir! Onun için 8 milyar insanın ve 200 civarındaki devleti idare edenlerin akıllarını başlarına alması gerekiyor. Ya tek tek bu doymayan kan içici güruhu, yani ABD-İsrail-İngiltere-Fransa-Almanya’yı mağlup edip adaletli bir dünya tesis edecekler veya büyük bir bozguna uğrayacaklardır. Başka bir çözüm yolu görünmüyor.
İslam Birliği’nden sonra Ümmet Birliği’ne nazar edelim… Bu süreçte Ümmet-i Muhammed’in ferdan ferdâ Filistin’e ve Gazze’ye müteveccih sorumluluklarını yerine getirmesi için neler öneriyorsunuz?
Bence bütün Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’e yeniden ve hakkıyla iman etmeli. Biliyorum bazıları bu sözü çok ağır bulabilir ama inanın amacım kimseyi kırmak değil. Sadece bir örnek vereyim. Kur’an-ı Kerim’de Cenabı Allah, “Müminler kardeştir.” buyuruyor. Ama Müslüman kisveli bazı kişiler, “Benim Gazze’de ne işim var?” diyebiliyor. “Ben Ümmetçiliğine karşıyım.” diyebiliyor. Bu cehalet küpü bilmiyor ki Gazzeli de bizim kardeşimiz, Bosnalı da… Azerbaycanlı da kardeşimiz Kırımlı da… Suriyeli de bizim kardeşimiz Türkistanlı da… Bunları birbirinden nasıl ayırabiliriz ki? Zira biz aynı topluluğun parçaları, yani İslam ümmetinin mensubuyuz. Arakan’daki kardeşlerimiz için üzülmedik mi? Dünyanın neresinde bir zulüm varsa önce bizim gözyaşlarımız akmıyor mu? Elimizle müdahale edemiyoruz. Ama dilimiz var, kalemimiz ve kalbimiz var. Bu direnci göstermek zorundayız. Aksi takdirde çocuklarımızın, torunlarımızın yüzüne bakamayacağız. Üzülüyoruz, zalimlere beddua ediyoruz. Zulmün durması için çırpınıyoruz. Masumlar için yardım kampanyaları düzenliyoruz. Başta faşist ve emperyalist İsrail terör örgütü ve ABD’nin mallarını boykot ediyoruz. Etmeliyiz tabii… Bakın acı bir hakikat ama dillendirmek lazım. Bundan yüzyıl önce rahmetli İslam âlimi Bediüzzaman Said Nursi, İslam’a ve Kur’an’a saldıran Avrupa’nın mallarını tek başına kahramanca boykot etmişti. Talebelerine de bunu tavsiye etmişti. Ama düne kadar bizim Ramazan sofralarımız neredeyse onların zehirli ve tatsız kolalarıyla dolduruluyordu. Bu şuursuzluk değil de nedir? Bakıyorsunuz dindar bir vakıf. İftar vermiş… Ama bütün masalarda kola şişeleri sıralanmış. El insaf! Hem de can düşmanlarımızın kolası! Eh biz onları böyle maddeten desteklersek onlar da bu ticaretten elde ettikleri kârlarla silah alır, Gazzeli bebeklere, çocuklara yöneltirler. Paralarımızla ürettikleri bombaları Filistin toprağındaki camilerimizin üstüne yağdırır. Şuur çok önemli. Müslüman akıllı, bilinçli olmalı. Aldığımız malın kime ait olduğunu bilmeliyiz. Giydiklerimiz ne ürünü? Yediğimiz gıda, elin gâvurunun ürünü mü? Bunlara dikkat edersek o zaman meseleyi hâl etmiş oluruz.
Bu süreçte gazetecilere, yazarlara, yapımcılara, senaristlere, kültür sanat STK’larına ve ne türden görev ve sorumluluklar düşüyor?
Hepimize büyük görevler düşüyor. Bütün gazetecilere, yazarlara, sanatçılara, aydınlara… Bilhassa vakıf ve derneklere… Bütün partilere… Kısacası “Ben insanım, ben Müslümanım” diyen herkese mühim vazifeler düşüyor. Bundan kaçamayız. Tek tük de olsa Batılı bazı sanatçıları, aydınları görüyoruz. Büyük ıstırap içindeler, Gazzeli çocukların hâline ağlıyor ve İsrail’e isyan ediyorlar. Dünyaya örnek oluyorlar. En azından bunlar kadar feveran etmeliyiz hepimiz. Ama bizde güya İslam kisvesi altında olan bazı karanlık aydınlar var ki iki aydır seslerini çıkaramadı. 85 gazeteci Gazze’de şehit edildi. Bizim gazeteci dernekleri, cemiyetleri ölü toprağına gömülmüş gibi. Sesleri çıkmıyor. Yahu bırakınız gazeteci olmayı insansanız bir sedanızı duyalım. Ama Türkiye düşmanı teröristlerin mahkemelerini takip etmeyi iyi bilirsiniz! Terörist sevici olduğunuzu biliyoruz ama kerhen de olsa, meslek namusunun gereği olarak “İsrail’in bu zulmüne karşıyız. Hele görevini yapan gazetecilerin katledilmesini nefretle kınıyoruz. Kahrolsun Siyonist, faşist İsrail!” deyiverin. Ama diyemezsiniz. Çünkü aynı hamurdansınız. Onlara ilişemez, dokunamazsınız. Sesiniz asla çıkmaz. Siz ancak dindarlara, millî ve manevi değerlere bağlı insanlarımıza hırlarsınız. O zaman adam diye geçinir, horozlanırsınız. Ne diyeyim! Allah müstahakkınızı versin. Ancak şunu hiç unutmayın, devran geçti. Artık saltanatlarınız da bitti, bitiyor. Vesayet rejiminiz sona erdi Türkiye’de. Bütün gücünüzle çalıştığınız hâlde millî iradenin tecellisine engel olamıyorsunuz. Aklıselim sahibi vatandaşlarımız seçimlerde yine en isabetli şekilde hareket ediyor. Gayrı millî cemiyetler/kuruluşlar tek tek tükeniyor, tükenecekler inşallah. Bu milleti seven, bu ümmete bağlı olan gerçek gazetecilerimiz çoğalıyor. Onlar gazeteleriyle, televizyonlarıyla, radyolarıyla, dergileriyle halkımızın hislerine ve fikirlerine tercüman oluyorlar. Zulmün karşısına geçip mazlumun yanında saf tutuyorlar. Böyle gazetecilerimiz yetişti artık, Rabbimize şükürler olsun.
Gazze’deki insan kıyımıyla birlikte topyekûn insanlığın haysiyet ve vicdanı da hedefte. Bu, aslında herkesin imtihanı... Gazze enkazından neş’et eden insanlık vicdanı ve öfkesi Siyonizmi de ve emperyalizmi de biiznillah mağlup edecek… Bu meyandaki mülahazalarınızı işitmek isteriz…
İbrahim Ethem Bey bu yaşadıklarımız, hakikaten insanlık imtihanı! Mahşerin provası… Evet, üçüncü dünya harbi de söz konusu olabilir. Biz iman ediyoruz: “Küfür devam etse de zulüm devam etmez.” O zaman bütün İslam ülkeleri şu anda uyumamalı, geceleri ve gündüzleri, günün 24 saat uyanık olmalı. Adamların hedefinde sadece Gazze yok. Allah korusun Kâbe’yi de Mescid-i Aksa’yı da bombalamak isteyebilirler. Henüz o cesareti yakalayamadılar. Görüyoruz ABD yönetimi, bütün varlığıyla dünyada gördüğü tepkilere, hatta halkının isyanına rağmen İsrail’e destek oluyor. Her gün silah gönderiyor. Bu ne demek? Demek ki bir dünya savaşı ile karşı karşıyayız aslında. Güneyimizde İkinci İsrail olarak PKK’yı kurdurmak isteyen kim? Aynı devlet değil mi? Çünkü Siyonizm yılanı, ABD’yi de esir almış. Adamların “arz-ı mev’ud” diye bir safsataları var. Türkiye’nin doğusunu, güneydoğusunu sapıkça hazırlanmış haritalarına eklemişler. Utanmadan arlanmadan bunu yayıyorlar üstelik. Yani Türkiye’yi açıktan hedef alıyorlar. O zaman Türkiye, bu tehlikeyi görmek zorunda. İsrail, İran’dan, Irak’tan, Arabistan’dan çekinmez. Ama Türkiye’den korkar. Zira Türk ve İslam dünyası arkamızda. Buna cesaret edemez ama şimdilik… Demem o ki, uyanık olmalı, müteyakkız davranmalıyız. Allah korusun 15 Temmuz’da yapamadıklarını başka şekillerde denemek isteyebilirler. Hatırlarsanız merhum Mehmed Şevket Eygi ağabeyimiz bu konularda hepimizi uyarıyordu. Ama kaç kişi dinledi onu? Çok az. Merhum büyüğümüz, hayatta olsaydı, “Ben size demiyor muydum, üçüncü dünya savaşı yakında. Müslümanlara saldıracaklar. Tetikte olun demiyor muydum?” diyecekti. Kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek olsun inşallah.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Zalim İsrail terör örgütünü lanetleyelim. Bu en tabii hakkımız. Ama asıl önemlisi, onun güçlü olduğu bütün sahalara el atmalıyız. Ürettiklerinin daha kalitelisini üretmeliyiz. Gıdadan silaha bütün alanlarda onu ve arkasındaki devletleri fersah fersah geçmeliyiz.
Mehmet Nuri Yardım: Çalışırsak olur.
Çalışırsak olur. Merhum Mehmed Âkif ne diyordu: “Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun.” Âkif’imiz, Müslümanların hastalığını bir asır önce keşfetmişti: Tembellik… Bu ataleti üstümüzden atabilirsek, gayret kemerini kuşanabilirsek İsrail ne yapabilir? Haksız yere işgal ettiği topraklardan defolur ve çekilip gider. Hiçbir emperyalist ülke de ona arka çıkamaz. Yeter ki herkes kendi görevini yapsın. Kendi alanında çalışsın, üretsin ve en iyisi olsun. Başka çaremiz de görünmüyor. Şükürler olsun savunma sanayiinde çok iyi yerlere geldik, geliyoruz. Ama gıdada da, temizlik ürünlerinde de bu zalim devletleri yenebilmeliyiz. En iyi deterjanı biz üretmeliyiz. O zaman İsrail küçülür ve yok olur gider. Dünyanın başına bela olan bu sapık zihniyet de tarihin karanlık sayfalarına gömülür.
Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletilmek istersiniz?
Naçizane, kendime düstur edindiğim hususlardan biri de şudur: Bu mazlum ve şanlı ülkeyi seven, al bayrağına muhabbetle bakan, şehitlerle sulanmış aziz toprağına bağlı olan herkesi seviyorum. Hangi partiden, gruptan, cemaatten olursa olsun. Ayırım yapmam. Bir tek kırmızı çizgim var: İhanet örgütleri, yani PKK, FETÖ ve DEAŞ gibi kötülük odakları. İslam’ı ve insanımızı çirkin emellerine alet eden güruha herkesin tavır koyması lazım. Zira bu karanlık odakların ipini elinde tutan bellidir. Dünkü emperyalizme bugün Siyonizm aşısı yapıldı. Sadece Müslümanlık ve Türklük değil bütün insanlık bu vahşi canavara karşı ciddi mücadele etmelidir. Açıkçası selametimiz için bu şarttır. Başka çözüm yolu da zaten görünmüyor. Ben hiçbir zaman ümidimi kaybetmedim. “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en gür sada, İslam’ın sadası olacaktır.” buyuran gönüller sultanı büyük İslam âlimi Bediüzzaman’ın bu sözünü, hiçbirimiz unutmamalıyız.
İlginiz için teşekkür ediyorum.
Ben de bu mühim konuyu gündemine getirdiğiniz için teşekkür ediyorum. Allah razı olsun. Cenabı Allah milletimize, ümmetimize ve bütün insanlığa akıl, fikir, şuur, basiret, feraset ve hayırlar nasip etsin. (Âmin)
Mehmet Nuri Yardım
Gazeteci, yazar ve edebiyat araştırıcısı olan Mehmet Nuri Yardım, bir bayram günü 23 Nisan 1960 tarihinde Siirt’te doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu yerde tamamladıktan sonra 1980’de girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1985’te mezun oldu. İlkokul yıllarında edebiyata duyduğu ilgi zamanla arttı. 13 yaşında, henüz ortaokul üçüncü sınıfta iken ilk şiiri Yeni Asya gazetesinde yayımlandı. 1978-2001 yılları arasında gazetecilik yaptı, muhtelif gazetelerde düzeltmen, editör, röportaj yazarı, servis yönetmeni ve köşeyazarı olarak çalıştı. Türkiye Çocuk dergisinin haber müdürü oldu (1994). 2001 yılında basından emekli olduktan sonra Kubbealtı Akademi Mecmuası’nın yazıişleri müdürü olarak göreve başladı. 10 Ağustos 2006 tarihinde bir grup arkadaşıyla birlikte kültür sanat sitesi www.sanatalemi.net’i kurdu.
Çeşitli kuruluşlara üye olan, bazı kurumlardan ödüller alan Yardım, 4 Mart 2008 tarihinde bazı yazar, şair ve sanatçı dostlarıyla birlikte kurduğu Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’nin Kurucu Genel Başkanıdır. Kayıp İstasyon isimli kitabıyla TYB tarafından 2005 yılında “biyografi” dalında “yılın yazarı” seçildi.
Mehmet Âkif Ersoy, Ziya Gökalp, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Fahri Celal Göktulga ve Ahmet Haşim’in bir kısım eserlerini yayıma hazırladı.
Eserlerinden Bazıları: Doğu Klâsikleri (Erdem Yayınları. 10 kitap, İstanbul 1998) Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hâtıraları (Nesil Y., 8. bs., İst. 2011), Edebiyatımızın Güleryüzü (Çağrı Yayınları, genişletilmiş 7. baskı, İstanbul 2014), Halk Türkülerinden Seçmeler (Bordo Siyah Yay., İstanbul 2006), Ömer Seyfeddin (Hikmet Neşr., 3. bs., İstanbul 2005), Sait Faik Abasıyanık (2. bs., Hikmet Neş., İstanbul 2005), Sefertası (4. bs., Çağrı Yayınları, İstanbul 2014), Şair Olacak Çocuklar (Nar Yayınları, 4. baskı, İstanbul 2015), Tarihimizin Güleryüzü (Çağrı Yayınları, 7. baskı, İstanbul 2013), Yalnız Efe (Ömer Seyfettin, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul 2006), Yazar Olacak Çocuklar (Nar Yayınları, 4. baskı, İstanbul 2013), Yıldızlarla Uyumak (Nar Yayınları, 2. baskı, İstanbul 2013)