Çin`in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sebebiyle karantinalar yeniden gündeme geldi. Bu yazımda bir  zamanlar karantina olarak kullanılan, tahaffuzhanelerden bahsedeceğim.
Osmanlı Devleti Dönemi`nde hastalıklarla bilimsel yöntemler yoluyla mücadele etme uygulaması 1831 yılındaki kolera salgınından sonra başladı. II. Mahmut`un emriyle karantina için ilk defa bir Meclis (Meclis-i Tahaffuz) toplanarak 1838 yılında göreve başladı. Yapılan toplantıda, vebanın insandan insana geçmesi düşüncesinden hareket edilerek nasıl ki hastalar için hastaneler varsa veba için de tahaffuzhaneler ve sağlık kontrolleri oluşturulmalıdır, sonucuna varıldı. İlk yerleşik tahaffuzhane 1839 yılında Meclis-i Tahaffuz emrine verilen Kuleli Kışlasında faaliyete başlamış, ardından 1843 yılında Kartal, 1844 yılından itibaren de Anadolu Kavağı Tahaffuzhaneleri kurulmuştur. Meclis-i Tahaffuz`un aldığı kararlar her ilçedeki karantina istasyonlarına bildirilmiştir. Karantina hekimleri, insanlar ve hayvanlar arasında bulaşıcı ya da salgın hastalık gördüğünde halkı uyarmak ve İstanbul`a bilgi vermek ile görevlendirilmişlerdir. 19. yüzyıl sonlarına doğru Avrupa ticari ilişkilerinde gelişen sorunlar nedeni ile insanlara uygulanan karantina fikrinden uzaklaşılmış ancak hastalık görülen yerlerde kordon ve dezenfeksiyon uygulamalarına başlanmıştır. Osmanlı Devletinde karantina uygulamaları 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması ile Osmanlı Devleti lağvedilene kadar devam etmiştir. Bu düşünceyi desteklemek için de Şeyhülislam`dan fetva alındı. Karantinaların Müslümanlığa aykırı olduğu yönündeki söylentiler, halkın bu uygulamalara karşı tepki almasına neden olmuş ve karantina uygulamaları bilimsel bir temele oturtulamamıştır. İzleyen yıllarda İskenderiye, Kahire, İzmir ve İstanbul`da görülen veba salgınlarında çok sayıda insanın ölmesi, bilimsel esaslara dayalı uygun bir karantina teşkilatının kurulmasını hızlandırmıştır. Bununla birlikte, halkın tepkisini önlemek için çeşitli girişimlerde bulunulmuş Karantinanın şeriata uygun olduğuna dair verilen fetvanın ardından bu uygulamaların yararlarını belirten bildirilerin Takvim-i Vekayi gazetesinde yayınlanması üzerine Osmanlı Devletinde karantina teşkilatının kurulduğu ilan edilmiştir.
II. Mahmut`un, ortaya çıkan hastalıkları tahaffuzhanelere haber vermede herkesi mecbur etmesinin nedeninin  XVII. ile XIX. yy başlarında insanları kırıp geçiren veba hastalığının olduğunda şüphe yoktur. Bu kadar fazla insanın ölmesine sadece veba hastalığı değil kolera, tifo, tifüs, sıtma gibi hastalıklar da sebep olmuştur.
Sağlık hizmetlerini devlet politikası haline getiren II.Mahmut 1839 yılında ölünce, yerine padişah olan Abdülmecit aynı politikayı devam ettirdi.
Bu hastalıkların önlenmesinde tahaffuzhanelerin önemli yararları görüldü. Bu uygulama ile hastalığın görüldüğü yerler kontrol altına alınarak bölgeye giriş ve çıkışlar denetim altında tutulmaya ve hastalığın yayılması önlenmeye çalışılıyordu.
Yurt içinde salgın tehlikesi gösteren ve bu sebeple derhal sorumlu yerlere bildirilmesi gereken hastalıklar tespit edilmiştir. Bu hastalıkların başında veba, kolera, tifüs. çiçek ,sarı ve lekeli humma  v.b hastalıklar gelmektedir. Bu hastalıkların bir salgın haline gelmesini, yurt içine girmesini ve yurt içinde yayılmasını önlemek karantinaların en önemli amacıdır. Bu amacın istenilen noktaya ulaştırılması için karantina uygulamalarının, nüfus kaybını önlemede ve insan sağlığını korumada önemli yararları olmuştur. Hatta bu amaçla İzmir Urla`da bir karantina adası oluşturuldu. Urla Karantina Adası Osmanlı İmparatorluğu tarafından bulaşıcı ölümcül hastalıklara karşı 1865 yılında dünyadaki en modern tahaffuzhane olarak hizmet vermeye başladı.
ABD`de Elisa Adası, Hırvatistan Dubrovnik`te bulunan Karantina Ada`larına nazaran aslına uygun olarak korunan tek ada olarak günümüze kadar ulaştı. İçerisindeki sterilizasyon malzemeleri, raylı sistem, etüv kazanları, duş kabinleri ile öylece durmaktadır. Buranın zaman zaman, sağlık müzesi olması da gündeme gelmiştir.
Erzincan`da ise 23 Mayıs 1892 tarihinde tahaffuzhane kurulur. Hemen ardından bölgede Karahisar-ı Şarki, Eğin, Kelkit, Kuruçay ve Refahiye`nin yanı sıra Erzurum ile Gümüşhane`ye yenileri açılır.
II.Abdülhamit Dönemi`nde de sağlık işleri devlet politikası olarak sürdürüldü. İstanbul`a deniz ve kara yolu ile gidecek yolcular için 1893 tarihinde Tuzla`ya, Çatalca`ya ve birkaçyere birer tahaffuzhane yapılmasına karar verildi.
İstanbul`da ise biri Tuzla`da diğeri Haliç`te olmak üzere iki ana tahaffuzhane vardır. Haliç`teki günümüze kadar gelememiş olsa da Tuzla`daki halen ayakta durmaktadır.
Urla`daki bilinmekteyken  Tuzla`da bulunanı pek bilinmemektedir.
Anadolu`dan kara yolu ile gelenler Tuzla Tahaffuzhane`sinde önce 24 saat karantinada bekletilerek sağlık kontrolleri yapılıyor ve bulaşıcı hastalık taşıdığından şüphe edilenler iyileşinceye kadar karantinada bekletiliyordu.
Mübadiller için ayrı bir hatıra
1924`te Yunanistan`dan gemilerle gelen mübadillerin ilk indirildiği yer Tuzla Tahaffuzhanesi`dir. Gelenler eşyalarıyla birlikte burada dezenfekte edilmişler.
Türkiye topraklarına ilk ayak bastıkları yer olarak Tuzla`nın, mübadiller için özel bir yeri vardır. Mübadiller ve çocukları her yıl burada tören yapar ve denize çiçek atar. Tahaffuzhaneyi ziyaret eder, artık çok az sayıda kalmış ilk kuşak mübadiller karmaşık duygularla anılarını tazeler, etrafındakilere aktarır. Mübadil çocukları ve torunları ise ebeveynlerini anar. Bu törenlere, Tuzla`dan Yunanistan`a gönderilmiş, yerli Tuzlalıların çocukları, torunları da katılır. Duygusal ortamlarda, eski Tuzla gezilir ve evler, sokaklar üzerinde anılar paylaşılır, komşuluklar tazelenir. Karşılıklı fotoğraflarla yapılmış karma sergilerde, her bir karenin önünde tanış çıkılmaya çalışılır.
Tuzla Tahaffuzhanesi  İTÜ Tuzla Kampüsü
Tuzla Tahaffuzhanesi, bölgenin eski literatüründe 'karantina bölgesi' olarak bilinir. Bu bölge, 1981`de Denizcilik Yüksek Okulu`na verilmiştir. Okul, o yıl Deniz Kuvvetleri Komutanlığı`na bağlanmış ve Çırağan`dan Tuzla`ya taşınmıştır. 1992 yılında ise İTÜ Denizcilik Fakültesi kurulmuş, Denizcilik Yüksek Okulu da bu bünyeye dahil edilmiştir. 'İTÜ Tuzla Kampüsü' olarak bilinen bu yer, içinde eğitim havuzları, seyir ve gözlem kulesi, öğrenci yurdu gibi tesislerin de bulunduğu bir üniversite yerleşkesidir.
Tahaffuzhane, okul içi ve dışı toplumsal bilinçte pek görünür ve bilinir olmamakla birlikte korunmaktadır. Özel günlerde açılmanın dışında genellikle kapalı tutulan tahaffuzhanenin Urla Tahaffuzhanesi gibi bilinir hale getirilmesi gereklidir.