Mütefekkir Abdurrahman Dilipak “Direnişin asıl hedefi!” başlığıyla kaleme aldığı yazısında İsrail-Filistin çatışmaları üzerinden gündeme ve bölgeye dair çarpıcı analizlerde bulundu. İşte Dilipak’ın o yazısı:
ABD’den sonra, Çin de uçak gemisini gönderiyor. Üye olmaya “çabaladığımız”(!?) Domuz ağılına benzeyen ülkeler Hamas’ı terörist ilan ettiler. Ve kimse iki Müslüman ülke arasındaki ihtilafı bile çözemezken, Filistin halkı ile İsrail arasında arabuluculuk yapmaya soyunuyoruz.
Daha Arap ülkeleri kendi aralarında fikir birliğinde değilken.
Ve de Hamas ile FKÖ daha bu konuda fikir birliği içinde değilken.
Ama Ankara Hamas ile FKÖ’yü İsrail’le masaya oturtmak için çabalıyor. Bunu başarsa Netenyahu Ankara’ya gelecekti. Erdoğan da Netanyahu ile görüşmeye gidecekti. Ama olmadı.
İlk söz: Bu işin içinde her iki tarafta da, birden fazla iç ve dış, birbirine rakip istihbarat elamanlerının karanlık senaryoları olabilir. Bu mümkün, hatta potansiyel bir risk değil, fiili bir durum olması çok mümkün. Her insanın içinde gizli bir Melek de var, Şeytan da. Bu durum o kişiyi melek ya da Şeytan yapmaz. O kadar melek arasında insan Şeytanın sözünü dinler, meleklere kapısını kapatırsa, o Şeytanlaşabilir. Ancak herkes kendi yaptığından sorumludur. O işler ailesini bağlamaz.
Tek bir Amerika, İngiltere, AB, İsrail yok.
Tek bir Türkiye de yok, tek bir AK Parti de olmadığı gibi.
AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler de var, onlar kabul etmeseler de.
Tek bir FKÖ ya da Hamas da yoktur. Bütün bunlar Filistin topraklarında bir insani trajediyi görmemize engel değil. Kudüs’ün kutsiyetine halel getirmez bu gerçek. Elbette bu gerçek dünya gerçeğinin bir parçası. Suudi Arabistan da olanlar da bu fotoğrafın bir parçası, Türkiye’deki HABAT da. Hepsi Şeytani bir oyunun bir parçası. Parça bütünü görmemizi engellerse bu yanlıştır. Bütüne bakarken parçayı görmemek de kabul edilemez. Özellikle Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksa'nın “çok öte” bir anlamı vardır.
15 Temmuz başarılı olsaydı, F.G. İstanbul'a geldiğinde her hafta bir İslam ülkesinden ve Müslüman topluluk temsilcileri İstanbul’a gelip, F.G'ye Biad edecekti. O da bu destekle Mekke, Medine ve Kudüs’ü ziyaret edip, Kudüs’te, FKÖ’den seçilmiş birileri ile Hamas içinden seçilmiş birileri ile Kudüs’te buluşup, Onlarla İsrail arasında bir barış anlaşması yaptıracaktı. Dinler arası diyalog ve İbrahimi buluşmaya, Katolik, Protestan ve Ortodoks cemaatinden birileri de bulunacaktı tabi. F.G. bu şekilde Nobel ödülüne layık görülecekti. İsrail’deki cemaat temsilcisi bu iş için de çalışıyordu. FETÖ’cüler, her yerde oldukları içi Filistin’de, İsrail ile yakın ilişki ve temas içindeydiler.
Dahlan-Trump senaryosu ile bu rol Suudilere ve BAE’ne ve Mısır'a verildi. Türkiye'de yedeğe alınacaktı. Kushner onun için Ankara’dan birileri ile temas halindeydi. Sonra Biden geldi. Bir yandan Arap diyalog grubu devreye sokuldu bir yandan da HABAT konusu gündeme geldi ve FETÖ ile ulaşmak istedikleri hedefe mevcut yönetimle gitmek için ekonomik kriz ve siyaset sopası kullanılmaya başlandı. Bugünkü durum şudur: ABD ve AB, HABAT, İslam ülkelerindeki işbirlikçilerinin üzerinden Filistin halkına, İsrailin şartlarını kabul etmeleri yönünde ikna etmeleri için arabuıluculuk yapmaya çağırıyor.
Yani, GlobalReset dediğimiz, TransHumanizm, İstanbul sözleşmesi, Lanzarote, LGBT, 5G, NEOM, LINE, İklim yasası, UNWOMAN fitnesi vs ve HABAT senaryosu aslında aynı senaryonun parçaları. Bu orta ölçekli bir fotoğraf. Büyük ölçekte Hazara senaryosu var ki, Kırım'dan başlayıp, Kafkaslar ve Hazarın iki yakasından Basraya kadar uzanır. Öte yandan Fergana'dan başlar, Afganistan, İran, Irak, Suriye'den Akdeniz'e kadar bir alanı kapsar.
Tekrar bugün Filistin'de yaşananlar konusunda Gazze özelinde konuyu ele alçak olursak, Bakın, Gazzeliler’in “Gazzeli” olarak 5 talebi var.! Elbette diğer talepleri yok değil. Tabi ki, Müslüman kimlikleri ile, Filistinli olarak, Arap halkının bir parçası olarak da talepleri var. Bunları tarihi gerçekler ışığında insani ve ahlaki değerler olmasının ötesinde, uluslararası anlaşmalar ve uluslararası örgütlerin kararları , evrensel hukuk ilkeleri, dini ve ahlaki açıdan değerlendirilmesi gerekir.
1-Gazze’ye ambargo uygulanıyor. Bunun kaldırılması isteniyor. Gazze halkının temel ihtiyaçlarını karşılamaları bile engelleniyor. Seyahat hürriyetleri engelleniyor, iktisadi faaliyetleri engelleniyor. Hem kara ve hem deniz sınırlarını özgürce kullanmalarına izin verilmiyor. Deniz ticaret yolu ve seyahat yanında balıkçılık yapmaları ve kendi kara sularında petrol aramaları engelleniyor.
2-Gazze’nin çevresinde Filistinlilere ait topraklara sürekli yerleşimciler alınarak, Gazze ablukaya alınıyor. BM’ kararları uygulanmıyor. İsrail yerleşimciler konusunda ne uluslararası kararlara ve ne de ulusal yasalara uymuyor. İsrail BM tarafından tanınan sınırlarına çekilmeyi kabul etmiyor, sınırlarını genişletmeye devam ediyor.
3-Filistinliler, BM Güvenlik. Konseyi'nin 242 sayılı kararına bağlı olarak İsrail'in 1967 Savaşı öncesi sınırlarına çekilmesi gerektiğini savunmaktadır. BM Sözleşmesinin 6. bölümüne göre alınan karar İngiltere büyük elçisi Lord Caradon tarafından hazırlandı. Bu karar batılı hükümetler tarafından "Orta Doğu'da âdil ve kalıcı bir barışın sağlanması" için hazırlandı.. Bu çerçevede "İsrail'in işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi" ve "bölgedeki tüm devletlerin güvenli ve tanınmış sınırlar dahilinde varolma hakkına saygı duyulması"nı esas almaktadır. Ancak, bunu teyid eden bir çok karara rağmen İsrail bu şartlara uymamakta direnmekte ve buna karşılık hiçbir yaptırıma muhatap edilmemektedir.
4- Filistinli esirlere Cenevre kuralları uygulansın tutuklular için adil yargılama ve işkencenin önlenmesi için talepler var. Bu kuralların hiç biri uygulanmıyor.
5-Mescid-i Aksa başta olmak üzere Müslüman mabedlerine giriş-çıkışın engellenmesi, bu mabetlere İsrailli askerlerin değişik bahanelerle ayakkabıları ile girmesi ve ibadet edenlere kaba davranmaları, hatta fanatik Siyonistlerin Müslüman mabedinde, Müslümanları dışlayarak kendi dini ibadetlerini yapmaları konusunda itirazlar var.
Söz konusu olan İsrail ve Filistin olunca İsrail'e karşı bütün talepler teferruat olarak kabul ediliyor, uluslararası sistem tarafından. Filistinli gazeteci Muin Naim, her defasında bunları dile getirmesine rağmen, içeride ve dışarıda “malum” (!?) Media bu konuda “3 maymunlar”ı oynamaya devam etmektedir. Onlar uluslararası sistemin ve onların yerli işbirlikçileri ve zihniyet ikizlerinin emir tekrarını yapıyorlar adeta.
İsrail Mediası, malum media’nın desteğinde, bu konuyu, Filistinli Arapların sorunu gibi göstermeye çalışmaktadır. Gerçekten bu konu, Kudüs ve Mescid-i Aksa açısından İslam dünyasının sorunudur. İnsan Hakları ve dünya barışı açısından tüm dünyanın sorunudur. Arap halkının sorunu olması itibarı ile Arap birliğinin sorunudur. Mısır üzerinden Afrika Birliğinin sorunudur, Arz-ı Mevud itibarı ille Nil ile Fırat arasındaki ülkeler olarak, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısır’ın sorunudur, yani sadece Filistin halkının değil.
Bu mesele bizim için din meselesi, insanlık meselesi, tarih meselesi, bugün meselesi ve gelecek meselesidir. Hiçbir Müslümanın Mescid-i Aksa gerçeğini görmezden gelmesi düşünülemez. Böyle biri varsa o Müslüman değil.
Filistin halkının mağduriyeti ve muhatap olduğu muamele, bir insanlık meselesidir. Rachel Aliene Corrie, Ben-i İsrail etnisitesine sahip bir Amerikalı idi ve Filistin halkının muhatap olduğu haksızlıklar karşısında bu insanların yanında yer almış, bir direniş esnasında İsrail askerleri tarafından katledilmiştir.
Rachel Amerikalı bir barış aktivisti idi.
Gazze Şeridi'ne yakın Refah'ta, 2. İntifada’da Filistinlilere yapılan haksızlıklara karşı onların yanında direnişe katıldığı için, 16 Mart 2003’de, 21 yaşında Filistin’de İsrail ordusuna ait zırhlı bir buldozer tarafından ezilerek, vahşice öldürülmüştür.
O Amerikalı bir Musevi idi.
Hz. Yusuf’un annesinin adını taşıyordu. O kendi halkına karşı, düşman ilan edilen bir halkın meşru halkları için eylemdeydi. İnsanlık bunu gerektirir. Bu gün AB, bu cinayetin faillerinin yanında yer alarak Gazze’deki meşru yönetimi terörist ilan etti. ABD fiilen bu savaşta yerini aldı. Hiçbir Müslüman ülke aynı duyarlılıkla Filistin halkı ve toprakları konusunda, Kudüs konusunda açık ve net bir şekilde duruş sergilemedi.
Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır. Sahi Müslümanlar bu olaylar yaşanırken ne yapıyorlar?
Peki bunları nasıl yönetici olarak seçtiler ya da İslam ülkelerinin başına bunları kim, nasıl getirdi ve nasıl hala bu şekilde işbaşında duruyorlar. Utanılacak hadise şu ki, İsrail’deki bazı Rabbi’ler, bugün hala İsrail topraklarındalar ve orada halen Rachel Corrie’nin zihniyet ikizleri olarak, Müslüman coğrafyadaki kimi Tatlısu Müslümanlarından daha cesur bir şekilde seslerini İsrail aleyhine yükseltebiliyorlar.
Daha düne kadar 40 haftadır, kendi ülkelerinde Habat zulmüne karşı direnenler de onlardı.
Bu utanç bize yeter.
Selam ve dua ile.
Not: Bugün 9.30 da, Küçükçekmece adliyesi 2. Asliye cezada “AKP’nin papatyaları davası” var.