Ayet-i kerimeler Müslüman gönüllere hücre hücre yerleşiyor. İslâm güneşi dört kıtayı berrak kandiller misali aydınlatıyor.

“Ey sabâ var Kerbelâ deştinden eyle bir güzer

Ver bize lûtfet Hüseyn ibn i Ali’den bir haber”

Hicri 61.

Kur’an-ı Kerim’in nüzulünün üzerinden henüz 50 yıl geçmiş. Tabir yerindeyse Hicaz bölgesinde Cibril Aleyhisselâm’ın kanat sesleri yankı buluyor!

Ayet-i kerimeler Müslüman gönüllere hücre hücre yerleşiyor. İslâm güneşi dört kıtayı berrak kandiller misali aydınlatıyor.

Allah (cc) dinini tamamlamış. İki Cihan Serveri (sav) ‘mele-i âlâ’ya çekilmiş. Efendimizin (sav) hatıraları henüz taze. Ashab-ı Güzin’in bir kısmı hayatta. Ebu’l Kasım’ın (sav) mübarek sözleri Sahabe-i Kiram hazeratının kulaklarında çınlıyor… İslâm Devleti’nin nabzı Medine-i Münevvere’de atıyor…

Celî Talik Yazı Güzeli Hattat Erhan Bektaş

Hicri 61, 10 Muharrem…

Hâl böyleyken hak ile bâtıl, nur ile karanlık her devirde olduğu gibi Asr-ı Saadet’in hemen akabinde de mücadele halinde… Münafık nifakını sergilerken, mücrim cürmünde ısrarlı; katil her dönemde mesleğini icra ederek kıtalden geri durmuyor.

Kerbela çöllerinde hain ellerin tutuğu bıçak, Sevgili Peygamberimizin (sav) ciğer parelerinin boğazına dayanıyor… Her gün gülerek doğan güneş o gün ağlayarak batıyor…

Âşıkların gönül kuşları hüzün denizinde boğulurken, Bende-i Âli Abâ bir kulun dilinden

“Lî hamsetün utfî bihâ harre'l-vebâi'l-hâtima(h)

El-Mustafâ vel-Mürtezâ ve'b-nâhümâ ve'l-Fâtima(h)” mısraları dökülüyor…

(...)


Hicri 61, 10 Muharrem…

Kerbela çölünde sıradan bir gün… Güneş her zamanki gibi yakıcı… Kum fırtınaları sahrada ne varsa önüne katıp götürüyor. Güneşin böğründe Efendimizin (sav) torunu ve evlad ü iyali adeta mahşeri yaşıyor. Vicdanlar köreliyor, kalpler kararıyor, Kerbela’da akıl ve iz’an tutulması yaşanıyor.

Hz. Fatıma Validemizin (r. anha) pak oğlu Hz. Hüseyin (ra) Kerbela çölünün tam orta yerinde atının üzerinde “Hasbünallah” diyor; “Hasbünallahi ve nimel vekîl... “

Nesebi Seyyid, unvanı Şehîd, künyesi Ebâ Abdullah… İki Cihan Serveri’nin (sav) torunundan, Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib bin Abd’ül-Muttalib bin Haşim el-Kureyşî el-Hâşimî’den (ra) bahsediyoruz.

Hicri 61, 10 Muharrem…

Dedesinden (sav) tevarüs eden nübüvvet nurunun eseri Hz Ali’nin (kv) ciğerparesinin pak yüzüne iki haftalık hilâl parlaklığıyla yansıyor.

O nur, kızgın kumların üzerinde yakamoza dönüşüyor. Hz. Hüseyin dağ gibi bir yiğit… Uhud dağı gibi ihtişamlı, Ebu Kubeys gibi vakur… Arkasında Ehl-i Beyt sıra sıra…

Kalpleri, gönülleri mühürlü olanlar nübüvvet nurunun eserini göremiyor. İdrakler körelmiş… Heyhât! Nasıl cehennemi bir fiil işleyeceklerinin farkında değiller… Derken bir hain el, evvelemirde Hz. Hüseyin’in atına kast ediyor…

“Düştü Hüseyn atından sahra-ı Kerbelâ'ya

Cibril var haber ver Sultan-ı Enbiyâ'ya.”

Efendimizin (sav) torunu atından yere düşerken melekût âlemi derin bir hicab içinde…

Hicri 61, 10 Muharrem…

Hz. Hüseyin (ra), cennet ahalisinden nefsini aşmış mübarek bir zat. O dünyadan ve içindekilerden geçmiş bir sahabi. Kerbela’da bittabi kendini düşünmüyor, arkasında sıralanan evlad-ı iyalinin, Son Peygamberin (sav) neslinin izzet ve şerefini, selametini gözetiyor… Pak dudaklarından dünya kelamı olarak şu son cümleler, inci mercan misali dökülüyor:

“Ben Peygamberiniz Aleyhisselam’ın kızının oğlu değil miyim? Ben Hz. Muhammed Mustafa’nın torunu değil miyim? Şehitler Seyyidi Hamza, babamın amcası değil mi? Çift kanatlı şehit Cafer, benim amcam değil mi?”

Söz, anlayanlar için… Nasihat, söz dinleyenler için. Tebliğ, akil insanlar için... Uyarı, kalbi ve gönlü berrak olanlar için. Mühürlü kalplere, kilitli gönüllere, göremeyen gözlere söz, nasihat, tebliğ ve uyarı kâr etmiyor.

Hicri 61, 10 Muharrem…

Kerbela’da ellerini, gönüllerini ve ruhlarını kan ve hırs bürüyen gözü dönmüş caniler Rahmeten lil Âlemin Muhammed Mustafa (sav)’in torunu Hz. Hüseyin’in, çocuklarının ve Hz. Hasan’ın çocuklarıyla birlikte Ehl-i Beyt’in canına kast ediyor.

Kerbela çölünde türlü eziyetler içerisinde Resul-u Ekrem Efendimizin (sav) evladından 73 kutlu insanın göz bebeklerindeki takvim, Firdevs cennetinde açmak üzere sönüyor.

Hicri 1446, 10 Muharrem…

1385 hicran yılı… Kerbela faciasının üzerinden 14 asır geçmiş. Âşıklar, Rasulu’s-Sakaleyn Efendimizin (sav) torununun ve torunlarının çocuklarının katlinin ızdırabını sadece Aşure Günü’nde değil, her gün, her an yaşıyor.

Hicri 1446, 10 Muharrem…

Kerbela’dan hicran damlıyor. Ehl-i Beyt âşıkları, Hazret-i Hüseyin’in acısını gönülevlerinin en mutena köşelerinde hissediyor.

Lakin olup biten nice elim ve menfur hadiseyle birlikte Kerbela’dan da ibret alınmadığı için tarih tekerrür etmeye devam ediyor.

Gazze’de, Refah’ta ve sair bilad-ı İslâm’da Ehl-i Beyt’e; Seyyid ve Şerif ailelerine mensup onlarca âlimin, masum çocukların, iffetli kadınların kanına giriliyor. 

 Hicri 1437, 10 Muharrem…

Yâ Hüseyin (ra) biz seni çok seviyoruz. Acını ve hasretini kalbimizde muhafaza ediyoruz.

Yâ Hüseyin (ra) biz seni çok seviyoruz. Adını, aharlı kâğıtların üzerine yazıyoruz.

Yâ Hüseyin (ra) biz seni çok seviyoruz. İsmini, ebru teknelerinin içinden besmeleyle çıkarıyoruz.

Yâ Hüseyin (ra) biz seni çok seviyoruz. Dedenin (sav) koyduğu adını sadece camilere değil, gönül hanelerimize de asıyoruz.

Vâ Hüseynâ Vâ Hüseynâ... 1385 yıl önce bugün ettiğin duana tüm benliğimizle “Âmin” diyoruz.

“Allah'ım! Eğer gökten gelecek yardımını bizden alıkoymuşsan, bunu (bizim için semavî yardımdan) daha hayırlı olan bir nimete vesile kıl ve şu zalimler topluluğundan bizim intikamımızı al.” Âmin. Âmin. Âmine Yâ Muîn…

Hâmiş: Celî ta’lik kalem güzeli: Hattat Erhan Bektaş

Efendimiz (sav) buyurdular: "Huseyn minnî ve ene min Huseyn: Hüseyin benden, ben Hüseyin'denim." Ah ya Ahfâd-ı Rasul Aleyhisselam! Kerbela her yerde, her gün Muharrem... 

İbrahim Ethem Gören/16.07.2024 Yazı No: 600