Televizyonda Gazze halkının barışı kutladığı görüntüleri izledik. Topraklarını terk etmeyen, sonuna kadar direnen asil insanlar. Büyük işkenceler, katliamlar ve eziyetler yaşadılar, yılmadılar.
Barışın kalıcı olacağı kanaatindeyim. Ancak, yaşananlar bize gösterdi ki; savaş ve barış, durup dururken, anlık kararlarla başlayan süreçler değil. Geçmişteki dünya savaşlarının filan spesifik olayla başladığına dair masalları da reddediyoruz. Hem savaş, hem de barış dönemleri, dünyadaki egemen güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda aldıkları kararlarla başlayan süreçler anlamına geliyor.
Küresel çaptaki olayların arkasındaki sebeplerin medyaya ve dolayısıyla geniş kitlelere aktarılan hali, çoğu zaman gerçeği yansıtmıyor. Medya ve güncel bilgi kaynakları, insanları çevreleyen çeşitli düşünsel ekosistemleri süsleyen illüzyonlar sunuyor bize. Gerçekler, insanlığa pahalıya mal olan deneyimler yaşanırken fark ediliyor, öğreniliyor.
Medya ve algı ajansları gerçekleri farklı göstermeyi başarıyor. Medya sayesinde olayları, Marksizme dayalı bir ideolojiye sahipseniz farklı, milliyetçiyseniz farklı, Almansanız başka, Amerikalıysanız başka, sünniyseniz başka, şii veya vehhabi iseniz bambaşka yüzüyle görüyorsunuz. Küresel egemenler, mensubiyetiniz ve aidiyetinizi dikkate alarak, size özel illüzyonları yine size özel mecralardan sunuyor. Genel kitleye hitap ettiği varsayılan ana akım medyayı takip etseniz bile, olayları daha önceden içine girip, dışına çıkamadığınız “düşünsel ekosistem” doğrultusunda yorumluyorsunuz. Aynı haberi okuyan bir Afrikalı, bir Arap veya Japonun çıkarımları ve anladıkları çok farklı olabiliyor. Bazen film izlerken bile benzer durumu fark ediyorum. Aynı film bir Amerikalı için çok farklı mesajlar içeriyor, hatta Amerikan toplumunun alt grupları Siyahlar, Latinler, Protestanlar, Yahudiler için bile, diğerlerinin algılayamayacağı mesajları olan fimler yapılıyor Hollywood’da. Amerika’yı ve toplumsal mensubiyetlerini iyi tanıyorsanız, fark edebiliyorsunuz. Dünyanın diğer ülkelerinde söz konusu film izlense de, Amerika’da adresini bulan o mesajlar, diğer ülkelerde fark edilmiyor, senaryo böyleymiş algısıyla izlenip, geçip gidiyor. İstediğiniz kadar ben kül yutmam deseniz de, alıştığınız ve içinde bulunduğunuz “düşünsel ekosistem”in dışına çıkamıyorsunuz. Çünkü doğru bilgiler ve devamındaki illiyet, elde edilebilirliği pek de kolay olmayan unsurlar. Medya ve siyasetle sürekli ilgilenen, dünyayı ve toplumları gözlemleyen, olayların perde arkasını geçmişten günümüze derinlemesine araştıran kişilerin, “akıl yürüterek” ulaşacakları illiyet bağları ile “belki” varılabilir şeylerdir küresel gerçekler. Görüşlerinize uygun yayın yapan medyada haber bültenlerini izlemek, yorumcuları dinlemek yeterli olmuyor maalesef.
Bir hafta önce İsrail’in durdurulmasının mümkün olmadığını düşünen insanlar, şimdilerde nasıl olup da barışa razı olduğunu düşünmüyorlar. Varılan barışın önemi ve değeri o kadar büyük ki, artık öncesini berisini düşünmekten vazgeçerek geleceğe odaklanıp, yaraları sarma derdindeler. Haklılar da.
İki hafta önce Gazze konusunda bir zirve toplantısı yapılmıştı hatırladınız mı? ABD Başkanı Donald Trump, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani başta olmak üzere Arap ve Müslüman ülke liderleriyle yaptığı toplantıda ülkesinin Gazze’deki savaşı sona erdirmek için çalışacağını söylemişti. Bu açıklama o güne kadar İsrail’e milyonlarca dolar yardım yapan, savaşa devam etmesi için sırtını sıvazlayan bir ülkenin lideri tarafından yapıldığı için insanlara pek inandırıcı gelmemişti. Barışa giderek yaklaşıldığı görülünce de gerçekten bu toplantının bir başlangıç olduğu düşünüldü.
BARIŞ!
Oysa, iki hafta önceki bu toplantının yapılması bile, üç hafta önceki bir olay sırasında kararlaştırılmıştı. Donald Trump’ın krallara uygulanan görkemli bir devlet töreniyle ağırlandığı, ani ve beklenmedik “resmi” İngiltere seyahati gözlerden kaçtı. Trump, Kraliyet ailesi Windsorların kendi evleri sayılan Windsor Kalesinde ağırlanan ilk ABD başkanı olarak tarihe geçti.
Kral Charles ve Trump, Windsor Kalesine casus ağı gelişmiş başka bir devletin kendilerini dinleme ihtimalini sıfıra indirgeyecek özel bir araçta baş başa görüşme yaparak gittiler. Krala sadık bir sürücüsü olan, altı atın çektiği o eksi moda ahşap kraliyet arabasında muhtemelen üç şey konuşuldu. Ukrayna-Rusya savaşı, Türkiye’nin önemi ve İsrail’in saldırganlığı. Dikkat ederseniz Gazze konuşuldu demiyorum, İsrail’in saldırganlığı diyorum. Trump, ülkesine döner dönmez Erdoğan ile görüşmek istediğine dair tvit attı. Washington D.C.’deki görüşmede Erdoğan’a Türkiye’ye bugune kadar talep ettiklerinin verilebileceği açıklandı. Halk Bankası sorunu çözülecek, F-35’ler konusundaki pürüzler yok edilecek, CAATSA yaptırımları sonlandırılacak ve F-16 modernizasyonu sağlanacak. Oval ofise, ne konuşulacağına dair fikri yokmuş hissiyatı veren bir yüz ifadesiyle giren Erdoğan, gülümseyerek çıktı. Trump, Erdoğan’ı kapıya kadar uğurladı.
İngiltere-Amerika ilişkilerini incelerken, Amerika’nın bağımsızlığını İngiltere’den söke söke aldığı şeklindeki resmi yalana inanmazsanız, bu iki ülkenin arasındaki bağı ve dayanışmayı anlayabilirsiniz. İşin gerçeği, Amerika’yı ve İsrail’i İngilizler kurdu. Ayrıca İngiltere, Birinci Dünya savaşından sonra, Ortadoğu adını verdikleri bölgede harita üzerinde çetvelle sınırlarını çizerek oluşturduğu malum ülkelerin de halen hamisi durumunda.
İsrail, kendisine sunulan İngiltere ve Amerika desteğini sürdürmek adına, her iki ülkenin kendisine hasım gördüğü ülke olan İran’a ve bölgedeki vekil güçlerine saldırıyordu. Böylece kendi amaçları doğrultusunda nüfuzunu artırırken, diğer yandan da bölgede sizin adınıza savaşıyorum mesajı veriyordu. Ancak, İsrail ilk kez bir strateji hatası yaptı ve İngiltere’nin himayesi altındaki bir Arap ülkesine, Katar’a saldırdı. Barış görüşmeleri için orada bulunan Filistin heyetini hedef alarak ve daha önceden verilmiş talimatlar doğrultusunda hareket eden İngiliz Hava Kuvvetlerinden havada yakıt desteği temin edilerek yapıldı bu saldırı. Müteakiben, tüm Arap Emirlikleri sıranın kendilerine gelme riskini görüp, yeni güvenlik seçeneklerini değerlendirmeye başladılar. Bu durum, İngilizlerin yüz senedir Ortadoğu’da kurdukları düzenin sarsılacağı anlamına geliyordu, aynı zamanda Amerika’nın önemli gelir kaynaklarının da risk altına girmesi demekti. İşte İngiltere, vurucu gücü Amerika’ya İsrail saldırganlığını durdurma talimatını bu yüzden verdi. Trump’a İsrail’in niçin durdurulması gerektiği anlatıldı. Windsor kalesindeki akşam yemeğinde, geçmişte aile büyükleri Amerika’nın kuruluşunda ve eyaletlerin oluşumunda mutlak etkisi olan yüz altmış İngiliz Lordu hazır bulundu. Kendilerini, tek dünya devleti kurma gayesindeki küreselcilerin karşısında ve “Dünya Hükümeti” olarak konumlandıran Lordlar, Windsor kalesinde Kralın ve kraliyetin arkasında oldukları mesajını verdiler. Trump, yemekteki esprili konuşmasında yakında kralın yerine geçecek Galler Prensi William’a da sevgi ve saygılarını bildirdi. Konuşmasının video kaydı internette mevcut, açıp izleyebilirsiniz.
Anadolu da bir söz vardır. “Hani, demem o ki…” diye başlar. Gazze’de barış, bizim çok önem verdiğimiz konu olan, katliamları durdurmak, soykırıma ve masum çocukların öldürülmesine son vermek için yapılmadı. Sistemi kuranların, olayların kurgusuna yeniden hakim olmak istemeleri adına savaş bitirildi ve barış dönemi başlıyor. Yoksa siz 20179 Filistinli çocuğun öldürülmesine göz yumanların artık yeter deyip insafa geldiğini mi sanmıştınız?

Haha, aslına bakarsak, bu yazı tam bir düşünce ekosistemi kervanının anlatısı! Medya, aynı haberi farklı masallara çevirip sunarken, bizim kafamızdaki filmler bile farklı karakterlerin alt metinleriyle dolup taşacak kadar esnek. Yani herkes kendi akıl yürütücü illiyetini ararken, asıl gerçek belki de Windsor Kalesindeki kahvaltı masasının arkasındaki sohbetler gibi gizli kalıyor! Barış gelince bile sistem kuranların kurgusuna yeniden hakim olmak, yani asıl hedefin başka bir yerde olabileceğini unutmayalım. Bu medya oyunlarından kaçınmak, sanırım sadece akıl yürütme yeteneğiyle değil, aynı zamanda küllü yutma refleksiyle de mümkün oluyor!quay random