25 Şubat Salı günü Büyük Çamlıca Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet kabristanlığında Hattatlar Sofası’na defnedilen muhterem hocamıza rahmet, ailesine, talebelerine, hüsn-i hat sanatı camiamıza baş sağlığı diliyorum.

Erzurum Atatürk Üniversitesi tarafından “fahri doktora” unvanı verilen Yaşayan İnsan Hazinesi Hattat Hasan Çelebi Tahran Hoşnüvisân Encümeni’nin Yüksek Şurasına Onur Üyesiydi. Dubai ve Kuveyt hükümetleri tarafından da Onur Ödülleriyle taltif edilen Hasan Çelebi Kültür Bakanlığı Sanata Hizmet Ödülü’nün (2008); Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün (2011) ve Necip Fazıl Saygı Ödülü’nün (2025) hâmiliydi.
Milletlerarası alanda en fazla icâzet veren hattat olan Hasan Çelebi’nin ülkemiz başta olmak üzere dünyanın hemen her coğrafyasında hüsn-i sanatını öğreten talebeleri bulunuyor.
Muhterem hocamıza rahmeti vesile kılarak hazırladığım iş bu vefeyât dosyasında “Kâbil-i irşâd olan üstad olur üstaddan” fehvasıyla Üstad Çelebi eliyle üstad olmuş talebelerinin şâhitliklerine yer veriyoruz.
Reîs’ül-Hattâtîn Hasan Çelebi’nin ruhu için Fatihalar okuyalım. Mekânı âlî, mekânı Firdevs olsun. Âmin.

Hüsn-i hat sanatı tedrisatında babacan bir tavrı vardı.
Ahmet Kutluhan
Hattat
Allah, Hasan Çelebi’ye çok öğrenci yetiştirmeyi nasip etmiştir. Japonya’dan Amerika’ya Güney Afrika’dan Rusya’ya dünyanın her bir köşesinde talebesi vardır.
“Benim en büyük eserim talebelerim.” derdi. Hamit Aytaç’tır hocası. Hamit Aytaç, Osmanlıda yetişmiş, hat sanatında Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine köprü vazifesi görmüştür.
Mescid-i Nebevî’nin hanımlar tarafında kalan bölümünde Mülk ve Cuma sârelerini Hasan Çelebi yazmıştır. Orada bulunan bütün mescidlerin ve camilerin (Kuba, Cuma, Kıbleteyn ve Hz. Ali Mescidleri vb. ) yazılarını ve kapılarında bulunan mescid isimlerini 1980’li yıllarda Hasan Çelebi yazmıştır.
Hocamızın en büyük özelliği kimsenin hat sanatına dönüp bakmadığı bir dönemde, vaz geçmeden, sabırla devam etmesidir. Bu vesileyle sanata ilgi duyan insanları kendisine çekmiştir. (Onun da vazgeçmesi durumunda belki de bu sanatta bu kadar yetişen sanatkâr olmayacaktı)
Hüsn-i hat sanatı tedrisatında babacan bir tavrı vardı. Talebesine kızmayışı, çok talebesinin olmasına vesile olmuştur. Akranlarıyla olduğu gibi talebeleriyle de âlâ keyfiyette geçinmiş ne kimseyi incitmiş ne de kimseden incinmiştir. Hemşehrisi Alvarlı Efe’nin gönül dilinden neş’et eden aşağıdaki asliyet ve terkip şuuru Reîsü’l-Hattâtîn Hasan Çelebi hocamızı tarif ve tavsif etmektedir:
Hazer kıl kırma kalbin kimsenin cânını incitme
Esir-i gurbet-i nâlân olan insânı incitme
Tarîk-i ışkda bi-çâreyi hicrânı incitme
Sabır kıl her belâya hâne-yi Rahmân’ı incitme
(…)
Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme
Günahkâr olma Fahr-i Âlem-i zî-şânı incitme
Hasan Çelebi Hocam ile Son Zamanlarımız Üzerine….
Erhan Bektaş
Hattat
2013 yılında Ahmet Kutluhan Hocam ile başladığım hat sanatı yolculuğumda, 2017 yılı itibariyle Hasan Çelebi ve Ahmet Kutluhan hocalarımın tasdikiyle Sülüs-Nesih yazılarında icazet almaya muvaffak kılındım.
İslâm sanatlarına olan merakımıza rağmen görev icabı Ankara’ya tayin olana kadar birkaç yıl Balaban Tekkesi’ndeki meşklerimizde, Ahmet Kutluhan hocamın asistanı olarak yeni derse başlayan talebelerin meşklerine çıkartma yapmaya gayret ettim. Ankara’da göreve başladığımızda İstanbul’daki üstatlarımdan ayrı kalmanın bizleri bu denli yaralayacağını, dahası ruhumuza menfî tesirleri olacağını tahayyül etmemiştim. Tayinimiz nedeniyle bir süre yazı çalışmalarımı tek başına sürdürmek mecburiyetinde kaldım. Ancak o sıralarda Hasan Çelebi hocamızın meclisinde mülâkî olduğumuz (merhum) Muhsin Demirel hocamın da yılın belli dönemlerinde Ankara’da ikamet ettiğini öğrendim. Kendisinden ziyadesiyle istifade ettim.
İlerleyen dönemlerde hocalarımdan ayrı kalmanın verdiği ızdırap şedîd bir hal alınca, bu yangına su kabilinden kendimi İstanbul yollarına attım. Nitekim Hasan Hoca’mızın huzuruna varmaya yüzümüz de yoktu. Bir süredir zâhirî irtibatımız kopmuş bulunmaktaydı. Bu dönemde Ahmet Hocam ile sık sık görüşüyorduk ama Hasan Hocamız ile görüşme imkânımız pek mümkün bulunmuyordu.
Devam eden süreçte Ankara’dan bürokrasiden mülâkî olduğumuz büyüklerimiz Hocamızı ziyaret etmek istiyorlardı. Nitekim böylelikle Hocamızın ziyaretine tekrar başladım. Bir seferinde bu vesileyle bana “Erhan Efendi, Ankara’yı buraya taşıdın maşallah.” buyurmuşlardı.
Hocamızı kitaplardan, medyadan ve televizyon ekranlarından tanıyanlar dahi ziyaretine azmetmişken, bizim geri durmamız olamazdı. İstanbul’da meskun olduğumuz yıllarda, her hafta Hocamızı görüyor kendisinden istifade ediyorduk.
Sülüs-nesih icâzetimizden bir süre sonra ta’lik hattına ait harfleri kendimce karalayıp Hasan Hocamıza arz etmek üzere hep yanımda taşıdım. Ancak huzuruna her çıktığımızda buna bir türlü cesaret edemedim ve nihayetinde o sıralarda ta’lik yazı nevine başlayamadım. Yazmaya çabaladığım ta’lik meşkleri benimle birçok seneyi birlikte geçirdi. Nitekim Ankara’da bulunduğum zamanda ta’lik hattını Hocamızın dilinden düşürmediği Hulûsi Efendi’nin meşklerine bakarak yazmaya çalıştım. Evvela taklit ediyordum. Harfleri bünyelerini ve üslûbunu… İmad üslûbunu ve Hulûsi Efendi’yi ondan ayıran hususiyetlerini anlamaya gayret ettim evvela. Sonra harf anatomileri, hurufât, mürekkebât derken epeyce bir müktesebâta vâkıf oldum.
Bu sıralarda Ankara’daki memuriyetimin zaruri mesaisi azalınca, hat sanatıyla meşgul olduğum mesaim ziyadeleşti. Hâsılı yine bir Ankara- İstanbul ziyareti sırasında Hocamız ile kelâm dahi etmeden kavilleştiğimiz üzere mutat olarak Çamlıca Cami’nin minberinin sağ tarafında Cuma namazı öncesi buluşuyor idik. Hocamızdan, yıllardır içerimde tuttuğum, büyüttüğüm ve seneler evvel Fatih Mahkeme binasındaki meşkinde bir talebesine anlattığı sırada farkında olmadan deruhte ettiğim ta’lik yazının ufkunu müşâhede etmiştim… Yine bir İstanbul seferimizde, kendisine arz etmeye cesaret edemediğim meşklerimden bazılarını lisân-ı hâl ile kendilerine verdim.

Hasan Çelebi: Erhan, ta’lik icazetini kimden aldın!
Bu esnada “Erhan, ta’lik icazetini kimden aldın!” buyurdular. Hocamızın müşfik âvâzından neş’et eden “Erhan, ta’lik icazetini kimden aldın!” cümlesi gönül evimde yankılanırken göğsüm yerinden söküldü zannettim! Kimyam değişti bir anda! İcazetimin olmadığını söylediğimde bu kez “O halde kiminle meşk ediyorsun?” şeklinde ikinci bir sual tevcih ettiler. Ben de bir hoca ile değil, ancak zâtıâlilerinin hatlarıyla birlikte, seneler evvel âşikâr ettiği bazı husûsiyetler ve Hulûsi Efendi meşklerinden kendi kendime çalıştığımı ifade ettim. Soyadıyla mütenasip Çalabi bir insan, “Allah adamı” olan Hocamız, bizim kendisine külfet olma endişemize ve ileri yaşına rağmen bu sanatları öğretme yolundan geri durmadı. Meşklerimi inceledikten sonra Hocamız, hurufât ve mürekkebât meşklerini yazıp kendisine getirmem konusunda sıkı sıkı tembihte bulundu. Böylelikle seneler sonra kendisinden derslere başlamış oldum. Meşklerimi bazen mutat buluşma yer ve zamanımızda olacak şekilde kendim getirip arz ediyordum, bazen de kendisine derin hürmet, daimi muhabbet ve büyük minnet duyduğum Hasan Hocamızın oğlu Müzehhib Mustafa Çelebi hocama gönderiyordum. O da Hocamıza arz ediyor ve Hocamızın tenkidleri veya takdirleri ile bezeli halde meşkimi bana gönderiyordu. Elhamdülillah böylelikle Hocamız ile tekrar mülâkî olmaya başladık. İlerleyen zamanda Hilye-i Hâkânî’nin tüm metnini âharsız basit bir paket kâğıdına karaladığımı görünce, benim muzip bakışlarımın üzerine tebessüm ederek: “Ben bu işi yaparım diyorsun öyle mi?”yle bizi taltif ettikten sonra “Hilye-i Hâkânî metnini murakkaa edilecek şekilde yaz, bana getir.” buyurdular. Nihayetinde kendisine arz etmiş olduğum “Lî-Hamsetün utfî bihâ harrel-vebâ El-Hâtime, El-Mustafa ve’l Mürtezâ ve’bnâhümâ ve’l Fâtıme” yazılı mail levhayı pek beğendiklerini ifade ederek, icâzete layık olduğunu belirterek kendisine getirmem gerektiğini ifade ettiler. Akabinde o vakte kadar yazmış bulunduğum levhaları ve “Lî-Hamsetün…” metnini yeniden yazıp kendisine arz etmek üzere gittiğimde, bizleri devlethanesinde kabul ettiler: “Gel bakalım Erhan Efendi.” Yazılarıma baktıkları sırada “Bunları yazmaya nasıl zaman buluyorsun” buyurduktan sonra “maşallah, mübarek olsun”la biz fakiri tebrik ettiler.

Bu sırada bazı meşkleri ve Sâmi Efendi’nin yazı kalıplarını emaneten verip hayır duada bulundular. 2025 yılının ocak ayına tarihlenen bu ziyaret merhum Hocamızla rûberû son görüşmemiz oldu. Rabbim mekânını cennet eylesin, bizleri burada hüsn-i hatta birleştirdiği gibi cennet-i alâda da birleştirsin. Âmin.

O, dibinde binlerin büyüyüp serpildiği asırlık çınarımızdı.
Ferhat Kurlu
Hattat
Hasan Çelebi hocam biz hattatların babası mesabesinde idi. “Her zaman bir kişinin kendisinden daha iyi olmasını bir babası, bir de hocası ister” derdi. Ve kendisi bu mânâyı samimiyetle yaşayarak göstermiştir.
Hoca, yerli-yabancı, kadın-erkek birçok sanatçı adayına kol kanat germiştir. Ben fakir de onlardan biriyim. Hoca kol kanat kırmaz, kol kanat gererdi. Kendisinden sadece hat sanatı meşk etmedik. Aynı zamanda sanat adabını, imâmete ait birçok meseleyi, insan ilişkilerinde nezâketi, tevazuu, kıymet bilmeyi, küçük büyük herkesle yakından ilgilenmeyi yani centilmenliği, kimsenin gıybetini yapmadan kendi işimize bakmayı, yaptığımız işe değer verip titizlikle yapmayı, mevcutla iktifâ etmeden gayretle daha iyiyi talep etmeyi de meşk ettik.

O, dibinde binlerin büyüyüp serpildiği asırlık çınarımızdı. Biz bugün kökleri derinlere ve tarihe uzanan o çınarımızı kaybettik. Hocamızın ve diğer hocaların rahle-i tedrisinden birçok sanatkâr yetişmiştir. Ama herkes kendi yerini doldurur. Üstadın yeri doldurulamaz. Rabbim mekânını cennet eylesin. Orada buluşmayı nasip eylesin. Âmin.
Kelâmı da, kalemi de, kalbi de çok güzel bir hocaydı.
Hanifi Dursun
Hattat-Müzehhip
Hocamla tanışmamız 2000’li yıllara gider. Yani çok geç bir tarih, keşke çok daha erken tanışmak nasip olsaydı! Aynen hocası Hamit Aytaç’ın dediği gibi hocamız bu sanatla Yüce Allah tarafından görevlendirilmiş gibi çalışırdı, yaşantısı, her davranışı ona göreydi. Derse zamanında gelir, öğrencisini beklerdi.
Belirli bir hayat nizamına ermiş olması nedeniyle her yaştaki öğrencilerine nasıl davranacağını çok iyi bilen, ayrıca öğrencinin yeteneğine göre detaya inerek ona göre meşk çıkartmalarını yapan bir eğitim tekniğine sahip olması çok öğrenci yetiştirmesinde büyük etkendir.
Hat sanatında başarılı olmanın şartlarından olan “çok yazmakla mümkün olacağı ” ifadesine “günde 30 saat çalışın!” esprisiyle verdiği cevap hafızalara kazınmıştır.
Yazıda kullandığımız âharlı kâğıtları israf etmeden çok iyi kullanırdı. Âharlı kâğıdı ambalaj yerine kullanan bir arkadaşımıza; “biz yazmak için kâğıt bulamazdık bugünleri de gördük!, buna da şükür” ifadelerine şâhit oldum.
Kelâmı, kalemi ve kalbi çok güzel bir hocamız idi. Yurt içinde ve yurt dışında birçok sergiye birlikte katıldık. Hiçbir zaman kendini öğrencisinden ayrı konumlandırmadı. Daima bizleri korurdu.
Hocamızın iki yıl boyunca “Rabbi yessir” yazması bu sanata müteveccih aşkının, bağlılığın ve sabrının görünen yüzüdür.
Dünyada bütün maddi-mânevî iltifatlara mazhar olmasına rağmen onun tabiatında bir değişiklik olmamıştır.

Talebeleri olarak sıkıştığımızda kendisine başvurup danıştığımız zamanlarda aldığımız tavsiye, dua ve temennileriyle teselli bulduğumuz mümtaz bir şahsiyetti.
Ders günlerinin özlemini hocamız da bizler de tabir yerindeyse iple çekerdik! “Kur’ân-ı Kerîm Hicaz’da nazil oldu. Mısır’da okundu, İstanbul da yazıldı” hüküm cümlesinin eksik olduğunu ifade ettikten sonra “aynı zamanda İstanbul’da da okunduğunu da ekleyin” derdi.
Hocamızın vefâtıyla bir dönem kapanmamış aksine yeni bir dönem açılmıştır. Hocamızın eserleri, yaşantısı, bizlere aktardıkları günümüze ve geleceğe ışık tutmaktadır, tutmalıdır.
Öğrencilerini çeşitli yerlerde ders vermeleri için teşvik edip yönlendirirdi. Öğrencisi Davut Bektaş için de “Davut geldiğinde ben sandalyeden kalkıyorum, Davut gelsin otursun, devam ettirsin” dediğine birçok kez şâhit oldum.
Hocamıza Yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Mekânı cennet; makâmı âlî olsun. Yakınlarına Yüce Allah sabırlar ihsan eylesin. Âmin.

Hasan Çelebi
Sare Çizmecioğlu
Hattat
Semaverin kaynar suyunun sırtına boca edilmesi hatırladığı son şeydi. Mahalle bekçisi onun geçtiğini görmeden boşaltıvermişti kaynar suyu. Kirpiklerinin aralığından kilimin desenlerini görünce yüzükoyun yattığının farkına vardı. Aylarca tavanı görmeden ateşlerde yanarak uyudu. Sırtındaki yaraya annesi tüfek yağına katılmış vazelin sürerken, sabrın nüveleri işlendi minik ruhuna.
Olaydan ancak altı ay sonra evin dışına çıkabildi. Erzurum’un dağları arasına saklanmış Oltu Köyü’nde yaşıyordu. Savaş yılları ağırdı, aylarca köyün üzerini örten kardan cenazelerini dahi teşyi edemeyen köylüler, don ve fırtına nedeniyle mevtalarını kara gömüp baharı beklemek zorundaydılar.
İlkokulu dahi bulunmayan köyde şehirden getirilen ve meydana asılan gazetelere öyle meraklıydı ki gide gele okumayı öğrendi Küçük Hasan. Peygamber mesleği olan çobanlık yapıyor bir yandan da heveslendiği hafızlık için Kur’ân-ı Kerîm’i ezberliyordu. Kağıtlara çok düşkün olmasına rağmen fakr u zaruret içindeki köyde onu bulabilmesi imkansızdı. Mısır gömleklerinden kâğıt, kurşun lehimleri ve yontulmuş dallarla kalem yaparak cami yazılarını taklit ederdi.
Hafızlığını tamamladıktan sonra, ailesinin iznini alıp İstanbul’a gitmeye, içini kemiren büyük aşkı keşfetmeye karar verdi. Hep bir arayış içindeydi. Cami içindeki istifleri seyrederdi. Aklı fikri okumada, gördüğü yazıları taklit etmekteydi.
Babası yolculuk için iki buçuk lira koymuştu cebine. Arkadaşıyla, köyden iki saat mesafedeki hana yürüdüler. Burası, vakti saati belli olmayan vasıtaların geçtiği bir yerdi. Saatler süren bekleyişin ardından kömür kamyonu göründü. Gençler coşkuyla ellerini kollarını sallayarak durdurdular onu. Heyecandan biri azık bohçasını unutmuştu. Sarp yeşilliklerin, çayların arasından Erzurum’a geldiler. Oradan trene binen delikanlılar üç gün üç gece sonra İstanbul’a varabilmişlerdi.
Böyle başladı onun hikayesi. Erzurum’un İnci köyünde yeşeren filiz, büyükşehirde çeşitli üstatların rahle-i tedrisatında yılmadan çalıştı, yazdı, kaideleri öğrendi. Gün geldi öğretmeye başladı. Sanatını cami kuşaklarına, kubbelerine, mezar taşlarına, çeşmelere ilmek ilmek dokudu. Kâinatın sesi ve kelimeleri onun eserlerinde hayat buldu. Dalları, sınırları delerek kıtaların ötesine uzandı. Onun büyüklüğü mütevazılığında, talebelerini kuşatan merhametinde, insan ayırt etmemesinde görüldü. Bıkmadan usanmadan gösterdi harfleri. Satırlara, sadırlara dizip, el ve gözleri eğitti. Pirenin ciğeri misali ölçülerle uğraşmak yıldırmadı onu. Öğrencileri de aşk ile yazmaya başladılar. İcazet denilen diplomalar altmış yıllık emeğin içinde yoğruldu durdu. Öğrencilerinin yazılarından ruh hallerini tahlil ederek derman oldu dertlerine. Gözlüğünün üzerinden öyle bir bakardı ki talib ve matlub ruhlar kenetlenir birbiriyle buluşur iki denizin karışmasına lüzum kalmadan şöyle kabarıp dumanlanarak kısa bir an içinde tekrar sakin ve durgun hale geliverirdi. Talip için söze gerek yoktu. Yeterliydi kalemin gıcırtısı.

Erkeklerin yürüttüğü kervana gün geldi hanımlar da müdahil oldular. Rabbü’l-Âlemin ve Efendimizin sözleri dizildi satırlara. Yazının hak ettiği değer sınırlanmadı. Altınla döşendi etrafı; rumi, penç ve hatailer iç içe geçerek çevrildi mükerrem sözler. Latin harflerinin kullanılmasıyla işsiz kalan hattatlar görebilse gıpta ederdi bu nesle. Harfler estetize edilip şekilden şekle giriyor, çağlayan olup aharlı kağıtlarda coşuyordu. Büyük çınarın gölgesinde yetişen talipler gelişip yeni sürgünler vermeye başladı. Suyun üzerindeki halkalar gibi çoğaldılar. Rabb Teala bana da bu halkanın bir parçası olmayı nasip etti. Reisü’-l Hattâtîn’in rahle i tedrisinde geçen yirmi altı sene.

Onu, İstanbul’un kara teslim olduğu gün son kez gördüm. Tanıdı beni. Kelimeleri birbirine dolaşırken hatır sormayı ihmal etmiyordu. İlaçların tesiriyle uykuya daldı. Şifa ayetlerini okuyup ayrıldım. Zahirdi olayların gözüken kısmı, batına ne yer ne de anlam verebiliyorduk. Oysa ölüm odadaki tek gerçekti, anlayana büyük nasihat. Bir yanım ağlarken diğer yanım gülüyordu. Çünkü vuslat vaki ve menzili mübarek olmuştu. O benim üstadım, babam, dua kaynağımdı…
GÖRSELLER
Fotoğraf-1: Hattat Hasan Çelebi-foto-AA
Fotoğraf-2: Hattat Hasan Çelebi ve talebesi Hattat Ahmet Kutluhan
Fotoğraf-3: Sülüs yazı güzeli-Hattat Ahmet Kutluhan
Fotoğraf-4: Hattat Erhan Bektaş, Reîs’ül-Hattâtîn Hasan Çelebi’den meşk ederken
Fotoğraf-5: Üstad Hasan Çelebi, ta’lik yazı nevinden son icazetli talebesi Erhan Bektaş’ın Hilye-i Hâkânî meşklerini kontrol ederken
Fotoğraf-6: Celî ta’lik levha. Hüsn-i Hat erhan Bektaş, ebru Tezyinatı Metin Yılmaz, Gören Koleksiyonu
Fotoğraf-7: Hattat Ferhat Kurlu
Fotoğraf-8: Sülüs Nesih Hilye-i Şerîfe, Hüsn-i Hat Ferhat Kurlu, Tezhip Fulya Saatçıoğlu
Fotoğraf-9: Hattat-Müzehhip Hanifi Dursun, hocası Hasan Çelebi Üstad ile
Fotoğraf-10: Tuğra istif: Hasan Çelebi-Tezhip Hanifi Dursun
Fotoğraf-11: Hattat Hasan Çelebi ve talebesi Hattat Sare Çizmecioğlu
Fotoğraf-12: Hattat Sare Çizmecioğlu’nun sülüs-nesih icazetnamesi-Tezhip Asiye Kafalıer Dönmez
Fotoğraf-13: Bu eserin ismi “Kâbil-i irşâd olan üstad olur üstaddan”. Sülüs yazı güzeli: Hattat Sare Çizmecioğlu, Tezhip: Yeşim Karamık Jandar
İbrahim Ethem Gören/27.02.2025 Yazı No: 652

YORUMLAR