Gazetelerin yaygınlaşmasıyla 1750’lerde arşivlere, kitabın yaygınlaşmasıyla 1800’lerde romanlara giren bu eş satma geleneği, 1900’lerin başında da İngiltere’de görülüyor. Satışla ilgili olarak 1913 yılında kocası tarafından satılan ve bunu polise bildiren bir kadının ifadesi söz konusu gelenekle ilgili son arşiv kaydı olması dikkat çekici. Kimi kaynaklarda “eş satma”nın köklü bir gelenek olduğu vurgulanırken bunu da 1300’lü yıllara kadar dayandırmaktadırlar.

İngilizlerin bu gelenekleri Türkiye’de öyle bilinmez. Gazeteci ve araştırmacı yazar Mustafa Armağan “Eşini pazarda satılığa çıkaran İngiliz mi bize model olacaktı?” başlığıyla kaleme aldığını yazısında İngilizlerin satış işini özetlemeye girişirken konuyla ilgili Türkçe arşivlerine de bir kaynak sunmuş oldu.

İşte Armağan’ın Akit gazetesindeki o yazısı:

Gizlice girdiği evde 1 yıl boyunca ev sahibine görünmeden böyle yaşadı! Gizlice girdiği evde 1 yıl boyunca ev sahibine görünmeden böyle yaşadı!

“Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecid’in oturmakta olduğu 7 Nisan 1832 günü Cumberlandlı bir çiftçi olan Joseph Thompson, İngiltere’nin kuzeybatısında bulunan Carlisle şehrinde pazara gitmişti. Aynı pazara sair zamanlarda da giderdi ama bu seferki amacı farklıydı. Karısından kurtulmaya çalışacaktı.

Nasıl peki?

Çift üç yıldır süren evliliklerini yürütememiş, nihayet ayrılmaya karar vermişti. Joseph Thompson karısını açık artırma usulüyle elden çıkarmaya kararlıydı. Pek çok çağdaş İngiliz gibi eğer karısını “âdilane” bir fiyata satabilirse onunla arasındaki bütün kanunî bağların kopacağına inanıyordu.

Derken öğle vakti oldu. Saat 12’de karısının satışını şu sözlerle başlattı Thompson:

“Beyler, karım Mary’yi en yüksek, en âdil teklif verene satmak için dikkatlerinize sunuyorum. Meğer koynuma bir yılan almışım. Onu rahat ettirsin ve evime iyilik getirsin diye aldım ama o benim işkencecim, evin içindeki lanetim, gece kâbusum, gündüz şeytanım oldu. Tanrı bizi dert sahibi yapan hafif kadınlardan korusun!”

Karısı, onu satın alacak kocaya roman da okuyabilir, inek de sağabilirdi vs. Onu bütün kusurlarıyla birlikte 50 şiline (pounda) satışa çıkarmıştı. Aradan bir saat geçmişti ki, ciddi bir talip ortaya çıktı ve Mary için 20 şilin vermeyi teklif etti. Bu arada kocası taliplinin köpeğini gözüne kestirmişti. Onu da 20 şilinlik meblağa eklerse teklifi kabul edeceğini söyledi. El sıkışıldı. Yeni kocası Henry Mears ile satılan Mary Anne bir tarafa uzaklaşırken Thompson ve köpeği bir başka yolu tutturmuştu.

Gerçi bu kadar süslenerek anlatıldığına göre bir tür oyun oynanmış olabilir ama bu ne ilk ne de son olaydı İngiltere’de. Nitekim The English adlı kitabında bizzat İngiliz yazar Jeremy Paxman şöyle diyordu:

“Kocalarının karılarını satma geleneği Anglo-Saksonlarla birlikte başlamıştı ve o zaman bile diğer milletleri şaşkına çeviriyordu. 1884 gibi geç bir tarihte erkekler hâlâ bu uygulamaya başvuruyordu. O yılın Aralık ayında, All The Year Round muhabiri, tam isim ve tarihleriyle birlikte 20 satıştan oluşan bir liste yayınlıyordu. Fiyatlar 25 gine ve çeyrek litre biradan bir peni ve bir akşam yemeğine kadar değişiyordu.”

Bir başka deyişle kadınlar sembolik fiyatlara satılıyordu. Öte yandan İngilizlerin karılarını satışa çıkarmaları o kadar meşhur olmuştu ki, ünlü romancı Thomas Hardy’nin Casterbridge Belediye Başkanı adlı eserine dahi yansımıştı ki, 1886’da yayınlanmıştı.     

Satış gerekçelerinin en yaygını, boşanmaya göre daha ucuza gelmesiydi. Zira Paxman’a göre “Satış şahitler huzurunda yapılmışsa bir adamın karısını ondan satın almak, geleneksel evlilik töreniyle evlenmek kadar hukuken geçerliydi. Hatta bazı yerlerde satın alan, tıpkı satın aldığı sığırlar için ödediği gibi satın aldığı karısı için de vergi ödemek zorundaydı. Bu pratik, kadınların erkeklerden aşağı görüldüğü Ortaçağ inancının somutlaşmış haliydi.”

Bize “modernliğin kıblesi” diye sunulan İngiltere’de, hem de 19. yüzyılın sonlarına kadar devam eden bu tür Ortaçağ adet ve geleneklerinin öğretilmemiş olması, içimizdeki devşirme aydın tavrının tabii bir sonucuydu. Onlar Avrupa’yı bize parlak vitriniyle göstermeye yeminli birer “Batı’nın yeniçerisi”ydi ki, bugün dahi seslerinin ne kadar yüksek çıktığını duyabiliyoruz. Bu hastalıklı zihniyetin bizi getirip önüne bıraktığı uçurum, ülke ve insanından nefret, Batı’ya ve rezilce değerlerine pereştiş eden (tapan) çarpılmış bir nesildir.

Bize özenilmesini istedikleri Batı’yı gösterip gerçek Batı’yı gözlerimizden gizlemeye memur bu sakat anlayışın ders kitaplarımızda cirit atmasına mı yanalım yoksa ilahiyat fakültelerine kadar istila etmedik nokta bırakmayışına mı?

Hem biz bugün bozulmadık ki?

Namık Kemal 1860’larda gittiği Londra’da ışıklı vitrinlerin önünden ayrılmazken aynı yıllarda aynı mekânları gezen Rus yazarı Dostoyevski “İngilizler özgür olduğunu zanneden bir sürüdür” teşhisini dirayetle koyuyordu.

Namık Kemal’e Nedim’in diliyle “Bir peri-sûret görünmüş, bir hayâl olmuş sana” demekten ve Dostoyevski’nin alnından öpmekten başka ne gelir ki elden?”

Kaynak: HABER MERKEZİ