Azerbaycanlı şairimiz Bahtiyar Vahapzade’nin kaleme aldığı bilinmeyen mektubu İttifak okurları için ilk defa yayınlıyorum. Yazıda kullanılan fotoğrafların bir kısmını bana gönderen Bahtiyar Vahapzade’nin oğlu Azer Vahapzade Bey’e ve bu mektubun Türk basınında ilk defa yayınlanmasına müsaade ettikleri için Cemil Meriç’in kızı Ümit Meriç hanıma teşekkür ediyorum. İşte o mektup:

Sayın Mahmut Ali Meriç,

Yıllardan beri okuyageldiğim Türk dergilerinde Cemil Meriç isminin çok büyük saygıyla anıldığını, onun fikirlerinden sık sık örnekler getirildiğini görüyor ve içimden bu büyük fikir adamının eserleriyle tanışmak arzusu geçiyordu.

Okuduğum yazılarda yazarların Cemil Meriç’ten getirdikleri örneklerden en çok hoşuma giden ikisini not defterime bile kaydetmiştim:

1- Lekeli ve çirkin bugünden muhteşem geçmişe kanatlanmak gerilikse her namuslu insan gericidir.

2- Vatanlarını yaşanmaz bulanlar vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır.

Büyük fikir adamının bu iki sözü benim onu tanımam için yetmişti.

Sonradan onunla ilgili yazıları daha dikkatle izlemeğe başladım. Bu büyük Türk’ü derinden okumak, öğrenmek için bazı Türk yazar arkadaşlarımdan kitaplarını göndermelerini rica ettim. Maalesef mümkün olmadı.

Nihayet, bugünlerde sevimli yazarımın tarafınızdan yayınlanan birkaç kitabını elde ettim. Bu kitaplarda Cemil Meriç tefekkürünün temel yönleri, fikir dünyası, en önemlisiyse Lamia hanıma beslediği büyük, fakat mümkünsüz sevgisinin ızdırapları, acılarıyla tanıştım. Okuduğum yazıları incelemezden önce babanızın gönül çığlıklarını ve derin tefekkürünü bir araya getirdiğiniz, kitap haline getirerek okuyuculara ulaştırdığınız ve evlatlık borcunuzu şerefle yerine getirdiğiniz için sizlere derin teşekkürlerimi sunuyorum.

9 Aralık 2015 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Kültür-Sanat Vefa Ödülünü Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, Mahmut Ali Meriç ve Ümit Meriç’e verirken. Arka tarafta Mehmet Genç ve Orhan Gencebay yer alıyor.

Bir kalem erbabı olarak kendi evlatlarımın da ben dünyamı değiştirdikten sonra sizler gibi eserlerimi bir araya getirip gün yüzüne çıkarmalarını çok isterdim.

Cemil Meriç benim için kimdir? Cemil Meriç her şeyden önce mensup olduğu Türk milletini bütün tezatlarıyla seven, onun acılarına acıyan, zaferlerine öğünen büyük Türk’tür.

O ne sağcı ne solcudur. Ama hem sağcı hem solcudur... O ne Avrupalı ne Asyalıdır, o Avrasyalıdır... O, her iki medeniyeti seven, her ikisine saygı gösteren, her ikisinin artılarını ve zaaflarını gören çağdaş bir düşünürdür. Dolayısıyla her iki medeniyeti kendinde birleştiren ve bu medeniyetlerin sentezini veren bir ilim adamıdır.

Onun en üstün tarafıysa okuyucusunu kendine inandırmayı başarmasıdır. Tüm bunlarla beraber ben Cemil Meriç’in diline, onun Türkçesine âşık oldum. O, herkese belli olan sade Türk kelimelerini öyle ustaca kullanıyor ki, her kelime sözlükteki manasından çıkarak ayrı renk, ayrı buut kazanıyor. Böylece eski Türk kelimesi tazeleniyor. Bunun içindir ki Ümit Meriç’in onun diliyle bağlı söylediği fikirlerin altına ben de imzamı koyuyorum:

“Cemil Meriç fırtınalı üslubuyla, 20. yüzyıl Türkçesine kazandırdığı derinlik ve binyıllık kelimelerimize kazandırdığı tazelikle Türkiye Türkçesinin mağrur bir imparatorudur”.

19. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak eğitim için Doğu ve Asya ülkelerinden Batıya akın başlıyor. Eğitimini bitirip kendi ülkesine dönen bu gençlerde Avrupa kültürüne, ilmine, edebiyatına, yaşam tarzına büyük eğilimin başladığını görüyoruz. Sonuçta Hindistan’da Hamdilerin, Afganistan’da Cemalettin Afganilerin, Türkiye’de  Tanzimatçıların, sonra da Jöntürklerin, Kırım’da İsmail Gaspıralıların, Azerbaycan’da H.B.Zerdabilerin, M.F.Ahuntzadelerin,bir süre sonra A. Ağaoğullarının ve A.Hüseyinzadelerin yetişdiği de bir gerçektir. Sonradan Batı kültürünü taklit başlıyor. Bu taklit veya eğilim kendini esasen iki yönde gösteriyor. Birinciler Batıya hayranlık içinde kendini tümden inkâr ediyor, İkincilerse kendini inkâr etmeden Batı kültürünü ve düşünce tarzını vatana taşıyor. Elbette, ikinci yol daha doğru sayılabilirdi. Aydınlarımızın esas gayesi İslam medeniyeti üzerinde reform yapmak, yenileşmekti ki, biz bunu “maarifçilik harekâtı” olarak niteliyoruz. Bu maarifçilerin ilk maksadı alfabeni sadeleştirmek, yeni alfabeyle “usuli-cedid” okulları açmaktı. Bu yolun en büyük yolcusu tertip ettiği yeni alfabeni kabul ettirmek için uzun yıllar İslam merkezlerini, o sıradan İstanbul'u dolaşan büyük azeri yazarı ve Doğu da dramaturjinin, teatr sanatının yaratıcısı M. F. Ahuntzade’ydi. Sonuçta maarifçilik olarak nitelediğimiz bu harekât Doğuda büyük gelişmelere sebep oldu.

Bahtiyar Vahapzade Şahmar Ekberzade-Cengiz Aytmatov ve Eşi Mariyana Hanım-1984.

İkinciler, yani kendini, kendi medeniyetini tamamen inkâr ederek tüm varlığını Batıya teslim etmek isteyenlerse yanlış yolda olduklarından gülüş hedefine çevrilerek sadece hayalperest olarak  kaldılar. Bunlar 20, yüzyılın ortalarında Türkiye’de baş gösteren solcuların atalarıydı. Solcular milletin binyıllık tarihinde, kültüründe ve edebiyatında müsbet hiçbir şey görmüyorlardı. Hatta onlar bülbül şakırtısına benzer güzel Türkçemizi bile inkara kalkışarak Agop Dilaçar’ın başkanlığıyla dil inkılabına bile gittiler. Bunlar Arap ve Fars dillerinde olan fakat Türk ruhunu kazanmış, hatta şeklen bile Türkleşmiş kelimeleri dilden kovmaya cesaret ettiler.

Buna karşı gelenlere ise gerici damgası vurmaya ve dilimizi kısırlaştırmaya başladılar. C. Meriç böylelerine de sözünü söylemiştir (hem de büyük bir mantıkla...): “Hoca Öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk ne haysiyetsiz ne çirkin bir kelime. Hoca öğretmez yetiştirir, aydınlatır, yaratır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir. İsteyen, arayan, susayan” (S. 99).

Bunun içindir ki, Cemil Meriç’in aforizma gibi seslenen, “Lekeli ve çirkin bugünden muhteşem geçmişe kanatlanmak gericilikse her namuslu insan gericidir” düşüncesi benim kalbimden haber vermişti. Ben de onu ilk defa bu düşüncesinden dolayı sevmiştim.

Bahtiyar Vahapzade, Yavuz Bülent Bakiler ve Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’la..

Örnek getirdiğim cümlede “her namuslu insan” ifadesini özellikle vurgulamak istiyorum. Burada Cemil Bey muhteşem geçmişini inkâr edenlere haklı olarak namussuz diyor. Geçmişini inkâr etmek, kendini, kendi milletini, kendi tarihini ve nihayet kendi medeniyetini inkâr etmek demektir. Bununsa kendi vücudunu satan, tek kelime ile benliğini inkâr eden namussuz fahişeden hiçbir farkı yoktur.

Kendini beğenmemenin, Batının karşısında körü-körüne secde kılmanın asıl manasını Cemil Meriç çok güzel açıklıyor: “Çağdaşlaşmak, Avrupa’nın yeni bir ihraç metaı. Kokain ve LSD gibi... Şuuru felce uğratan bir zehir. Çağdışılık ithamı, iftiraların en alçakçası, en abesi. Aynı çağda farklı çağlar vardır. Çağdaşlaşmak neden Hristiyan Batının büstlerine perestiş olsun? Bu kendi derisinden çıkmak, kendi müstebatını inkâr etmek ve peşin-peşin köleliğe razı olmak değil mi?” (Bu Ülke, s. 97).

Kendini beğenmeyip başkasının karşısında küçülenlere bundan tutarlı cevap olamaz.

Bütün Batı edebiyatını, felsefesini, kültürünü, edebi ve felsefi akımları, onların tarihini, doğuş sebeplerini tüm ayrıntılarına kadar bilen bu büyük insan bir-iki cümleyle onların manasını umumileştirerek okuyucusuna sunuyor. Bunun için de onun kavrama ve kavradığını ifade etme tarzına hayran kalmamak elde değil. Mesela, o, birkaç cümleyle romantizm edebi cereyanının temel fikir ve yönlerini gayet açık bir şekilde, bedii benzetilerle ifade ediyor: “Romantizm kalabalığın sesi, romantizm hem iktidara geçen burjuvazi hem zincirlerini kıran proletarya. Romantizm hem şuur hem şuuraltı. Olduğu gibi insan, kaba, çirkin, rezil ve muhteşem! Romantizm kapılarım dünyaya açan Avrupa düşüncesi”

Romantizm konusunda verilen bu tarifler romantizme bir kuşbakışının ifadesi değil, onu hazmeden, tüm ayrıntılarına kadar anlayan bir feylesofun umumileştirmeleridir.

“Romantizm kapılarını dünyaya açan Avrupa düşüncesi” diyen insan aniden onun doğuşu hakkında geldiği neticeyle bizi hayrete düşürüyor: “Avrupa romantizminin doğuşunda Asya’nın büyük payını “Batı ve Hint” eserimde belirttim”.          

Demek ki, Avrupa romantizmi kendi doğuşunu Asya’ya ve Hindistan’a borçludur. Bir Süre sonra Cemil Meriç’in “Bir Dünyanın Eşiğinde” eserini okudum ve kitabın “Ktesiastan Voltera“ faslı yoluma ışık tuttu. Bu kez onun Hint felsefesini, Sanskrit edebiyatını, Hint halkının inançlarını, Budizm’in kutsal kitaplarını, Brahmanizm’in muhtevasını ne kadar mükemmel bildiğine hayran oldum.

Üstte Fırat Kızıltuğ Altta Beşir Ayvazoğlu ile..

Cemil Meriç’in Avrupa romantizminin köklerini Hint felsefesinde görmesi büyük ilmi bir keşiftir.

Onun eserlerini okudukça tüm Avrupa feylesofları, yazarları, yarattıkları eserler gözümüzün önünde sergileniyor: Homeros, Saint Simon, Marks, Nietzsche, Russo, Voltere,Balzac, Servantes, Stendal, V.Hugo, Şiller, Henrik Heyne, Göte, Valter Skott, Milton vs. Bir insan bu kadar büyük bir genişliği kendi içine nasıl sığdırabilmiş Allah’ım.

Bu büyük dünya dahilerini sadece okuyup anlamak şart değil. En önemlisi isimlerini söylediği dahilerin 10-15 ciltlik eserlerinin değerini, tarihteki rolünü, farklı yanlarını bir-iki aforistik cümleyle tespit etmek ve bizleri buna inandırmaktır.

Ve nihayet onun bir insan gibi zahiri sakatlığından (körlüğünden) doğan ızdırapları... Bu ızdırapların üzerine su serpen, onu yaşamaya, yaratmaya çağıran meşakkatli sevgisi... Dünyanın tezatlarına bakınız! Ona sakatlığından doğan azapları unutturan sevgi, diğer yandan da onu manevi azaplara maruz bı-rakıyor. Zira bu sevgi toplum yasalarına ters düşen mümkünsüz bir sevgidir. Çünkü sevenlerin her ikisi evlidir. Evlatları var ve bundan dolayı da birbirlerini sevmeğe hakları yoktur. O, ateşle su arasında durmuş- ne çocuklarının annesi Fevziye hanımdan ne de delicesine sevdiği Lamia hanımdan vazgeçe biliyor...

Cemil Meriç’in Lamia hanıma yazdığı mektupların bir şiir, bütünlükte ise büyük bir roman olduğunu tüm cesaretimle söyleyebilirim. Bir insan olarak onu tam manasıyla anladım ve onun büyük derdine acıdım. Çünkü ben de 40 yıl aynı hayatı yaşadım. Mümkünsüz bir sevgi yaşamayan onun “ızdıraplarını” anlayamaz.

Kardeşim Mahmut   Ali Meriç.

Babanın annene hıyanetinin ifadesi olan bu sevgiye bir evlat gibi kıskanmadan baktığın ve onu değerlendirmesini bildiğin için sana bir kez daha teşekkür ediyorum.

Mektuplar sevgi romanıdır dedim. Seven kendini değil, sevdiğini düşünür. Cemil Meriç kendi hanımının ve evlatlarının günahıyla beraber Lamia hanımın kendi evlatları karşısındaki günahının da acısını çekiyor. Mektuptaki bu küçük parça azap dolu bir sevginin hacalet teridir: “Veysi senin çocuğun ve iyi bir çocuk. Ona karşı kayıtsız kalamam. Veysi’yi, Ayşe’yi, Babür’ü küçültecek, bu üç insanın yüzünü kızartacak, onları annelerinden utandıracak her hareketi cinayet sayıyorum.”

Bu noktada Cemil Meriç’in sevgisi sevginin en büyük zirvesine ulaşıyor.

Yahut: “Seni tanıdığım zamandan tüm insanlar küçük geliyor bana. Bütün sesleri çirkin buluyorum. Bütün kadınlar tenekeden, tahtadan, topraktanmış geliyor.”

 “…Türkçenin musikisini senin sesinde buldum. Parçam olmasan kıskanırdım seni. Kelimeler benim ülkem. Kelimeler içinde gönlümü doldurduğum birer kadeh…”

“…İlk defa tanrının içinde kaybolan mistikleri anlıyorum. Biz alevden iki ırmak gibi birbirimize karıştık. Daha yanacağız. Ruhlaşıncaya kadar yanacağız. Sevgi tanrılaşmaktır. Tanrının günahı olmaz” ve;

“Tanrının içinde kaybolan mistikler” dediği zaman o hiç şüphesiz büyük tasavvuf şairi Mevlâna Celalettin Rumi, Şems Tebrizi, Yunus Emre ve:

“Hayal ile tesellidir, gönül meyl-i visal etmez,

Gönülden dişre bir yer olduğun aşık hayal etmez” diyen Fuzuli ve onların terennüm ettiği ilahi aşkı kastediyordu. Böylece Cemil Meriç bir bilim adamı olarak ne kadar Batı düşünce tarzına değer veriyorsa da bir Müslüman Türk’ü ve seven bir âşık olarak Doğunun ilahi sevgisini de o kadar değerlendiriyor. Biz burada bile onun düşüncesinde Doğuyla-Batının sentezini görüyoruz.

Cemil Meriç mektuplarından birinde (13 Ekim 1966) yazıyor: “Kotildem benim, hayır, Lemia. Ben Kotildenin bütün mektuplarını okudum. İçince zerre bir aşk yoktu. Yani sen yoktun. Batı tanımaz aşkı…Batıda aşk kelimedir. Kendini inandırmak için konuşur. Batıda aşk edebiyattır.”

Bu yerde Viktor Hugo’yu bütün kalbiyle seven, ömrünün sonuna kadar ona vefalı olan sevgilisini hatırladım. V. Hügo ile Cülyettanın sevgisi azıcık Cemil Meriç’le Lamia’nın sevgisine benziyor. Fakat Cülyetta, Lamia’ya ne kadar benziyorsa V. Hügo da o kadar Cemil Meriç’e benzemiyor. Çünkü Hügo hayatı boyunca Cülyettasına hıyanet ediyor. Cemil Meriç’in Fevziye’si, Cemil Meriç’i anladığı gibi Hügo’nun hanımı Adel de Cülyettanı anlasa da hıyanet yolunu tutuyor.

V. Hügo bütün büyüklüğüne rağmen bir Batılı olarak Cemil Meriç’in söylediği gibi tanrılaşmış sevgiden uzaktır.

Sayın Mahmut Ali Meriç!

Sözümün sonunda babanızın eserlerini Türk okuyucularına ulaştırdığınız için sizlere bir kez daha teşekkür ediyor, Cemil Meriç gibi bir Türk zirvesini tam olmasa bile, esas gayesini, fikir istikametlerini öğrendiğimi ifade ediyor ve milletimize böyle büyük bir zekâ bahşettiği için Ulu Tanrıya şükranlarımı sunuyorum.

Derin Saygılarla

Bahtiyar Vahapzade

05.01.2001

Bahtiyar Vahapzade ve Eşi Dilara Hanım.