Dağın görkemli silüeti bile Zum'un dikkatini bu küçük ekrandan bir an olsun ayıramıyordu.
Zum, bütün gün elindeki küçük ekrana gözlerini dikmiş, çevresindeki doğayı, arkadaşlarını ve hatta ailesini bile unutmuş gibiydi. Zum, sadece evde değil; ormanda, yolda, hatta bir gün Ziya ile şehre gittiğinde metrobüste ve otobüste bile gözlerini ekranından ayırmıyordu.
Bir gün Zürafa Ziya oğluna yaklaşıp, “Evlat, neden bu kadar dalmışsın? Bütün gün bu parlak ekrana bakıp duruyorsun, çevrende olan güzellikleri kaçırıyorsun,” dedi.
Zum ise ilgisizce omuz silkerek, “Baba, burada dünyanın bütün bilgisi var! Farklı ülkeleri, egzotik hayvanları ve her tür bilgiye buradan ulaşıyorum,” diye cevap verdi.
Bu sırada Zum’a yardım etmek isteyen dostları da harekete geçti. Toprağın derinliklerinde yaşayan Solucan Sami başını uzatarak, “Zum, gerçek bilgeliği mi arıyorsun? O zaman toprağın kokusunu hisset, yaşama karış!” dedi. Ve ekledi: “Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi, ‘Yolculuk nereye ise kalbimiz de orada olmalı.’ Bu yolda kaybolmaktansa, doğanın kalbine var.”
Zum yine ilgilenmeden başını çevirdi ve “Ama bu ekran sayesinde çok şey öğreniyorum.” dedi. Aslında bu söylediğine kendisi de inanmadı.
Tam o sırada, bilgeliğiyle tanınan Yaşlı Meşe Ağacı kalın sesiyle söze girdi: “Sevgili Zum,” dedi, “Ekrandaki dünya sadece bir yansımadır, doğanın kendisi değil. Sezai Karakoç’un dediği gibi, ‘Sürgün acısı çeken ruhum şimdi / Bir tufan içinde yüzen şehir gibi…’ Sen de tufanın içinde kaybolmaktansa, kendini doğada bulmalısın.” Yani senin tufanın olan tabletin içinde kaybolma. Aman, dikkat!
Zum, bir an duraksadı. Babası Zürafa Ziya ve arkadaşları da Meşe Ağacı’na katıldılar. Ziya, oğluna nazikçe, “Bilmelisin ki, gerçek dostluklar ve gerçek güzellikler burada, doğanın kollarında gizli. Ekranın sundukları yalnızca birer gölge” dedi.
Zum, bir süre sonra biraz düşünmeye başladı, ama yine de ekranından ayrılmakta zorlanıyordu. Bu kez, yolculuklarına tanıklık eden Kartal Kaan gökyüzünden süzülerek ona seslendi: “Zum! Rüzgârı hisset, bulutların ardında bir dünya keşfet!” diye bağırdı. “Orhan Veli’nin dizelerini hatırlıyorum: ‘Bilmezler yalnız yaşamayanlar, nasıl korku verir sessizlik insana…’ Bu sessizliği doğada aramalısın; yalnızca ekranlarda değil.” Ekranlarda arasan da bulamazsın.
Zürafa Zum, ilk kez biraz düşündü. Çevresindeki güzellikleri, yaprakların arasındaki ışığı, topraktan yayılan taze kokuyu fark etmeye başladı. Elindeki ekrana bir kez daha baktığında, oradaki hayvanların, doğanın asla gerçek doğadaki gibi hissettirmediğini fark etti. Ekrandaki dünya, hep bir eksiklik barındırıyordu.
O andan itibaren, Zum, doğanın seslerine daha çok kulak vermeye başladı. Çimenlerin arasında koştu, ağaç gövdelerine yaslandı, rüzgârın sesini dinledi. Bu sefer, metrobüslerde, uçaklarda ya da tatilde ekranla değil, etrafındaki hayatla ilgilenmeye başladı.
Meşe Ağacı, gülümseyerek onu izlerken son bir kez hatırlattı: “Unutma Zum, ekrandaki parlak yapraklar gözünü boyar, ama ruhunu asla doyuramaz. Gönlünü aç ki, dünya sana gerçek güzelliğini göstersin.” Bak metrobüsteki yolcuların haline! İnsanlar zombi gibi hepsi ekranda arıyor her ne ne arıyorsa. Bulan da pek yok sanki!
Ve böylece Zum, parlak ekrandan uzaklaşarak doğanın gerçek renkleriyle tanıştı. Onu bekleyen bu sonsuz dünyayı keşfetti; solucanların toprağı nasıl havalandırdığını, karıncaların nasıl düzen içinde çalıştığını, rüzgârın dallarda nasıl şarkı söylediğini öğrendi. Artık, asıl mutluluğun ekranda değil, doğada ve dostluklarda gizli olduğunu biliyordu.
Sevgili okuyucu, sen hangi dünyanın peşindesin? Ekrandaki yapay yansımanın mı, yoksa doğanın gerçek güzelliklerinin mi?
Unutma, ‘Güzellik görünende değil, görende saklıdır.’