Zamanın mimarı olmak

Kültürel, siyasal ve ekonomik boyutlarıyla, hayatın hiçbir alanı zamandan bağımsız değildir. Akıp giden hayat içinde her şey zamanla değişir.

Abone Ol

Zaman hayatın, hayat zamanın hazinesidir. Zamanın sultanı olmadan, hayatın sultanı olunmaz. Gündüzün geceye, gecenin gündüze bağımlı olduğu gibi, zaman hayata, hayat zamana bağımlıdır. Hayatın yaşanır kılınması için, zamanın iyi değerlendirilmesi gerekir.

Günleri, haftaları, ayları ve yıllarıyla zamanı verimli değerlendirenler, bütün boyutlarıyla hayatı zenginleştirirler. Ekonomik ve kültürel boyutlarıyla hayatın zenginleştirilmesi, zamanın akışı içinde, gelen günün geçen günden daha verimli kılınmasına bağlıdır. Necip Fazıl, bir şiirinde “İnsan nasıl olmalı” diyene, “Son anda nasıl olacaksa hep öyle” kalmalı cevabıyla, hayatı yaşanır kılmanın altın kuralına vurgu yapmaktadır.

Horasan erenlerinin öyküleriyle yoğurulan, Anadolu insanının kültüründe zaman, ürün, hizmet ve bilgi üretiminin ana kaynağıdır. Herkesin yararlanmasına açık olan zaman, günü geldiğinde nasıl değerlendirildiğinin, hesabı verilecek bir öz sermayedir. Toplumun ortak kültür ekonomisine, katkıda bulunmak için, hayat gibi zamanın da sınırlı olduğunun bilincin de olmak gerekir. Sınırsız zamandaki hayat, sınırlı zamandaki hayatta kazanılacaktır.

 İnsan “Zamanın parçalanmaz akışında”, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirinde vurguladığı gibi: “Ne içindedir zamanın ne de büsbütün dışında”dır. Bunun için, görünen ve görünmeyen boyutlarıyla, zaman bütünlük içinde algılanmalı ve değerlendirilmelidir. Bütünlüğü içinde zaman, iki yanı keskin bir kılıç gibi, insanın iç dünyasıyla birlikte, dış dünyasını da hem zenginleştirir hem de yoksullaştırır. Zamana karşı konulmaz, zamana direnilmez, verilen sınırlı zaman yönetilir ve verimli olarak değerlendirilir.

Zamanı kutsal kültürün ışığında değerlendirenler, insanın ruhunu yücelterek dünyayı bir yeryüzü Cennetine çevirirler. Seküler kültürün verileriyle zamandan yararlananlar, insanın ruhunu öldürerek, öteki dünyadaki Cehennemi bu dünyaya taşırlar. Yirmi birinci yüzyılda insanlık, ya kutsal kültürün dört bin yıllık değerlerini yeniden keşfederek, zamanın sultanı olacak, ya da onları bütünüyle yok sayarak, zamanın istediklerini yerine getiren tutsağı olacaktır.

Beden ve ruh olarak, nasıl insanı ortasından ikiye bölen bir bakış, tutarlı olmazsa, zaman içinde de kültürü de kutsal ve seküler diye, ikiye bölen bir medeniyet de sağlıklı olmaz. Zamanla var olan kültür, iç ve dış dünyasıyla bir bütündür. Ebülbeka Salih Bin Şerif’in “Endülüs’e Ağıt” şiirinde vurguladığı gibi: “Zaman bu, ona ne kılınç dayanır ne meşhur kaleleri sultanların / Kınlar eskir, kaleler çürür, o kaleler dünyanın en sarp yurdu Gımdan olsa da”, zamanın kara deliklerinde yok olurlar. Dünya zamanın değerini kavramayan, seküler kültürün krallarının, daha çok büyük olmak, daha çok güç kazanmak için başlattıkları, birbirini izleyen ve büyüten kanlı savaşlarla, büyük bir yangın alanına dönüşmüştür. Kutsal kültürün değişmeyen doğrularının, zamanın değişen doğrularına uyum sağlaması değil, zamanın değişen doğrularının, kutsal kültürün değişmeyen doğrularına, uyum sağlaması hayati önem taşımaktadır. İnsanlık tarihinde kutsal kültürün ışığında, zamanı değerlendirmesini bilenler, uzun ömürlü olmuşlardır.

Dünyada insanlar iç zenginliklerle, zamanı denetim altına almazlarsa, zaman dış zenginliklerle insanları denetim altına alır. Zaman her dönemde, gizemli dünyasını kendisine, savaş açanlardan önce, kendisiyle barış içinde yaşayanlara açar. Hayatın bütün alanlarında, insanın elindeki en değerli, getirisi en büyük olan sermaye, insana verilen zamandır. İnsan zamanın elinde bir nesne değil, zaman insanın elinde bir nesnedir. Dünya barışının anahtarları, iki yanı keskin olan zamanın nesnesi olanların değil, öznesi olanların eline verilmiştir.