1828 yılında II. Mahmud döneminde, Ermeni asıllı ünlü Osmanlı mimarı Senekerim Balyan tarafından inşa edilen kule, Ramazan aylarında tüm şehre gökyüzünden gelen bir müjdeyi sunardı.
İstanbul’un yangınlardan korunması için inşa edilen Beyazıt Kulesi, 85 metre yüksekliğiyle şehrin birçok yerinden rahatlıkla görülebilen bir anıttır yapılan ilavelerle bugün 118 metreyi bulmuştur. Başlangıçta ahşap olarak inşa edilen yapı 1756’daki Cibali yangınında yanar. 1826’da ikinci kez inşa edilen kule yeniçeri ayaklanması ile tekrar yanar. Kule üçüncü kez Sultan II. Mahmut zamanında bugün gördüğümüz son halini alır. Yapı, daire planlı ve taş örgü tekniğiyle inşa edilmiş, estetik ve fonksiyonelliği bir araya getiren bir eserdir. Kule, Osmanlı döneminde şehrin yangınlardan korunmasında kilit bir rol oynamıştır. Cumhuriyet dönemine kadar bir süre Galata ve Unkapanı köprülerinin açık yada kapalı olduğunu Beyazıt Kulesinde yakılan ışıklar vasıtasıyla bildirilmekteydi. 1995 yılına dek ertesi günkü hava durumunu halka haber vermek için kullanılmıştır. Özellikle Ramazan aylarında İstanbul halkının saatlerini kulenin tepesinden yükselen top sesine göre ayarladığı bir zaman belirleyiciye dönüşmüştür.
Beyazıt Kulesi’nde Ramazan Hazırlıkları
Ramazan ayı başlamadan günler önce, Beyazıt Kulesi’nde yoğun bir hazırlık süreci yaşanırdı. Osmanlı döneminde iftar saatini duyurmak için kullanılan top, kulede yer alan özel bir platformda hazırlanır, kule görevlileri sahur ve iftar vakitleri için topun barutunu ve düzeneklerini kurardı.
Ramazan hilalinin görülmesiyle birlikte, İstanbul halkı, ilk iftar topunun Beyazıt Kulesi’nden atılmasını sabırsızlıkla beklerdi. Vakit yaklaştığında, kulede görevli askerler ve müezzinler, tam güneşin batışıyla birlikte, şehre yankılanacak olan iftar topunu ateşlerdi.
Topun gürültüsü, İstanbul’un merkez semtlerinde yankılanır, Beyazıt Meydanı, Kapalıçarşı ve çevresi iftar hazırlıklarıyla dolup taşardı. Kuleden yükselen duman ve patlama sesi, yalnızca meydanda değil, Boğaz hattında ve sur dışında dahi işitilirdi. Hemen ardından camilerden ezanlar okunur, insanlar sofralarına otururdu.
Fotoğrafçıların Gözünden Beyazıt Kulesi ve Ramazan
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında İstanbul’u belgeleyen birçok fotoğraf sanatçısı, kâh Beyazıt Kulesi’ni kâh Beyazıt Kulesi’nden İstanbul’u kadrajına almıştır.
Guillaume Berggren, Osmanlı İstanbul’unda çektiği etkileyici karelerle bilinir. Onun Beyazıt Kulesi’ni gösteren siyah-beyaz fotoğrafları, kuleyi yalnızca mimari bir yapı olarak değil, şehir hayatının tam ortasında yer alan bir “zaman işareti” olarak sunar.

Bir diğer önemli isim ise Pascal Sebah. Osmanlı toplum yaşamını belgeleyen Sebah, Beyazıt Kulesi ve çevresini içeren birçok kare çekmiştir. Sebah’ın fotoğraflarında kule çevresinde yer alan iftar öncesi kalabalıklar, meydanda bulunan at arabaları ve Ramazana hazırlanan İstanbul halkı dikkat çeker.

Aynı dönemde faaliyet gösteren Abdullah Frères (Frères Ailesi) ise hem İstanbul panoramaları hem de Beyazıt Kulesi’ni içeren detaylı şehir fotoğraflarıyla tanınır. Frères Ailesi’nin Beyazıt kulesine çıkarak birçok açıdan İstanbul’un panoramik görünüşünü fotoğraflamışlardır. Ramazan ayında Beyazıt Meydanı’ndaki sakinliği ve kule etrafındaki günlük yaşamı belgeleyen kareleri, hem tarihsel hem de sanatsal açıdan önemli görseller arasında yer alır.


Batılı Ressamların Gözünden Beyazıt Kulesi ve Ramazan
Osmanlı İstanbul’unu ziyaret eden Batılı seyyahlar ve ressamlar da bu atmosferi eserlerine taşımıştır. İngiliz asıllı mimar ve ressam Thomas Allom İstanbul’da bulunduğu 1834-36 arasında çok fazla İstanbul gravürü çalışmıştır bugün bu gravürlerin büyük bir kısmı özel koleksiyonlarda yer almaktadır. Constantinople and the Scenery of the Seven Churches of Asia Minor ( 1838; İstanbul ve Küçük Asya’da Yedi Kilise Görünümleri) adı ile iki cilt olarak 1838 de Londra’da yayınlanan kitabı ise büyük ilgi ile karşılanmış ve çeşitli dillere çevrilmiştir. Ramazan gecelerinde kalabalık Beyazıt Meydanı, kuledeki topu ve İstanbul’un gece silueti detaylı bir şekilde tasvir ettiği gravürleri bulunmaktadır. Bu eserlerinin tam anlamıyla gerçeği yansıtmadığı çeşitli tarihi kaynaklarda yer alsa da basıldığı dönemde batılı ülkelerde büyük ilgi ile karşılanmıştır. Bu eserler, yalnızca Ramazan’ın dini boyutunu değil, dönemin sosyal ve kültürel dokusunu batı dünyası tarafından nasıl görüldüğünü yansıtmaktadır.
Beyazıt Kulesi, Osmanlı döneminde yalnızca bir yangın gözetleme kulesi değil, Ramazan aylarının simgesel bir yapısıydı. Hem Osmanlı’nın geleneksel Ramazan geceleri hem de Batılı ve Osmanlı fotoğrafçılarının karelerinde yaşayan bir ikondu. Her top atışıyla, yüzyıllar boyunca İstanbullulara gökyüzünden gelen bir müjde gibi yankılanırdı. Bugün hâlâ kule, geçmişin bu derin maneviyatını ve toplumsal coşkusunu hatırlatan tarihi bir anıt olarak İstanbul semalarında yükselmeye devam ediyor.

YORUMLAR