Filistin’de tarihin en vahşi soykırımı yaşanıyor ve bu kritik dönemde bazı dar görüşlü kişilerin “ataları Yahudi’ye toprak satmasaydı, başlarına bu felaketler gelmezdi” mealinde açıklamalar yaparak işgalci rejimin yanında yer aldıklarını görüyoruz. Oysa işgalcilerin Filistin topraklarına yerleşmesi bahsedildiği gibi kolay olmamış aksine uzun yıllar süren bir projesinin sonucunda gerçekleşmiştir.
İnsanların yaşanan soykırım karşısındaki tavırları onların içsel çatışmalarını ve ait oldukları yeri ortaya koyuyor aslında; be kardeşim, bir asır önce Filistinliler topraklarını satmış olsalar dahi bunun bedelini ödemek çocuklara mı düşer? Hangi yöneliş, hangi suç bebeklerin katliamını doğal karşılayabilir?
Avrupa ülkelerinde yüzyıllardan beri örgütlenerek ekonomik ve siyasi alanda güç elde eden Siyonist zihniyetin Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma niyeti hep vardı ancak bu fikir aktif olarak 31 Ağustos 1897 de İsviçre’ nin Bazel kentinde yapılan Siyonist Kongre’de ele alınmıştır. Siyonist örgütün mensupları, bölgenin kontrolünü elinde tutan Osmanlı’yı bu hayallerinin gerçekleşmesinin önünde bir engel olarak görmüş ve Yahudileri Filistin topraklarına göç etmeleri hususunda teşvik etmek için, padişahı ikna edip bölgeden toprak satın almaya karar vermişlerdir. Bu niyetle hareket eden Teodor Herzl 2. Abdulhamit’e gelip, Osmanlı’nın borçlarının tamamını ödemeyi, 120 milyon altın franka mal olacak deniz filosu yaptırmayı ve otuz beş milyon altın lira faizsiz borç vermeyi vaat etmiştir. Abdulhamit bu teklife şiddetle karşı çıkmış Kudus’ü Hz ömer fethetmiştir bana tevdi edilen emanete ihanet etmem deyip reddetmiştir.
Padişahı ikna edemeyen Siyonistler, Batıyı arkalarına alarak farklı seçenekler üzerine yoğunlaşmış ve olayları kendi lehlerine döndürebilmek için çatışmalara sebebiyet verecek senaryolar hazırlamışlardır. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesi Arap dünyasında çözülmelere neden olmuş ve bu durumu fırsat bilen İngiltere ve Fransa bu toplumların arasına sızarak yerli işbirlikçiler edinmiş ve İslam coğrafyasının göbeğinde Siyonistlerin hedeflerine hizmet edecek bölgesel bir sistem kurmuştur.
1916 tarihinde İslam topraklarının Fransa, İngiltere ve Rusya arasında paylaşımını öngören Sykes_ Picot anlaşması imzalanmış ve sözkonusu anlaşma sayesinde Siyonistler için engeller resmi olarak kaldırılmış, yollar açılmıştır. Nitekim Sykes_Picot’a göre farklı ülkelerde yaşayan Yahudiler göçe teşvik edilecek ve tasavvur edilen İsrail devleti için alt yapı hazırlanacaktı. İngiltere dış işleri bakanı Arthur Balfour’un yayınladığı deklerasyon ile de farklı ülkelerde yaşayan Yahudiler göçe teşvik edilmiş ve bu karanlık zihniyet bir cerahat gibi bölgeye konmuştur. Balfour deklarasyonu ile hızlandırılan göç yerli halkın tepkilerine rağmen devam etmiş ve Filistin topraklarında Yahudi devleti kurabilmek için alt yapı hazırlanmıştır. Deklarasyonun yayınlanmasından hemen sonra Siyonist yapıya destek vermek için İngiliz işgal kuvvetlerinin komutanı General Allenbey komutasındaki birlikler Kudüs’e girmiş ve halka gözdağı vererek Siyonist yapıyı desteklemiştir.
Filistin halkı ve Arap ülkeleri Yahudilerin bölgeye yerleşmesinden ciddi anlamda rahatsızlık duymuş ve taraflar arasında yoğun çatışmalar yaşanmış, savaşlar yapılmış ancak Batı’yı arkasına alan Siyonist zihniyet ekonomik ve siyasi alanda örgütlenerek güçlenmiş ve 1948 de devletleştiğini ilan etmiştir.
Bugün Filistin halkı tarihin en vahşi soykırımını yaşıyor ve bütün dünya böylesine vahşi bir katliamı sessizce izliyor. Filistin sokaklarından oluk, oluk kanlar akıyor ve ağzı süt kokan bebeklerin cesetleri kıyıya vuruyor. Fakat ne BM’nin ne de Hak ihlallerine yönelik çalışan kuruluşların seslerini duyabiliyoruz. Acaba uluslararası ceza mahkemesi ve ulusal mahkemeler kime hizmet eder ? Cenevre sözleşmesi hangi suç unsurlarını kapsar? Nerede BM? Yanlı olan bu kuruluşlar ne yazık ki ötekileştirilen halklara hizmet götürmüyor. Bu dönem buna hepimiz şahit olduk.
Ekranlarda katliam görüntüleri sergileniyor, strajedistler olayı tüm detayları ile gündeme taşıyor ve analiz ediyorlar. Filistin’in tarihine ve soykırıma yönelik açıklamalar yapılıyor, tepkiler yükseliyor, kınama mesajları yayınlanıyor ancak bunların hiçbiri çözüm için yeterli değil, bölgede akan kanı bunlarla durduramazsınız. Etkin ve kalıcı bir çözüme ihtiyaç var ki, bunun için bölgedeki tüm liderlerin ve yetkinliği olan şahsiyetlerin bir araya gelip ne yapmalıydık ve ne yapabiliriz diye sormaları gerekir… Bu sorunu çözmenin yolu, siyasette, ekonomide, bilimde, teknolojide yol kat edip bu zümrelere bağımlı olmaktan kurtulmaktır. Bunun için ilk evvela ayaklarımıza vurulan prangalardan kurtulmamız ve özgürleşmemiz gerekir.
Filistin’de hastaneler, okullar, evler ve halkın ayak bastığı tüm alanlar bombalanıyor ve kulaklarımızı tırmalayan iç ve dış seslerle karşılaşıyoruz; barış için iki devletli çözüm şart diyorlar. Bunu hiçbir şekilde kabul edemeyiz. Filistin toprakları işgal edilmiştir ve bu topraklar esaretten kurtulup, özgürleşmelidir. Ayrıca yaşananlar da göstermiştir ki, bu ırkçı zorbalarla barış hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.
Bölgede 75 yıldır katliam yapan ve soykırım faaliyetlerini sürdüren işgalci rejimle barışın gerçekleşebileceğini ifade edenler bu zihniyetin kirli emellerine ortak oluyorlar. İsrail bölgeyi terk etmeli ve uluslararası hukuk önünde yargılanmalı, hesap vermelidir. Zafer ise özgürlük için 75 yıldır bedel ödeyen Filistinli halkın hakkıdır ve bu hak onlara iade edilmelidir.