Boğaziçi Ü niversitesine başladığım sene öğrenci otoparkındaki lüks otomobillerin çokluğu dikkatimi çekmişti. O otomobiller 'tuzu kuru' zengin çocuklarının da üniversite sınavlarına azimle hazırlandığının göstergesiydi. Oysa hayatları boyunca özel okullarda okumuş veya özel hocalardan ders görmüş öğrencilerin iyi üniversiteleri kazanmaları şaşırtıcı değil. Kaliteli bir eğitim almak maalesef maddi imkanlarla yakından alakalı. Ancak şaşırtıcı olan maddi imkanların bilişsel fonksiyonlarımızı da etkiliyor olması. Princeton üniversitesinden bir grup araştırmacı yoksulluğun insan beynine olan etkisini anlamak için Hindistan`daki şekerpancarı çiftçileri üzerinde bir gözlem yaptı. Yılın belli aylarında yoksulluk çeken bu çiftçiler hasattan sonra görece bir bolluğa kavuşmaktadır. Araştırmacılar hasattan önce ve sonra çiftçilere zekâ testi uyguladığında hasat öncesi çiftçilerin IQ değerlerinin 14 puan daha düşük olduğunu gözlemledi. Bu farkın geceyi uykusuz geçirmiş bir insanın bilişsel fonksiyonlarındaki kayba eşdeğer olduğu belirtiliyor. Araştırmayı yöneten bilim insanı Eldar Shafir bu sonucu kıtlık psikolojisi kavramıyla açıklamaktadır. Çiftçiler hasattan önce hayatlarını devam ettirmek için gerekli olan fizyolojik ihtiyaçlarına odaklandığından sağlıklı düşünme yetenekleri azalmaktadır. Denilebilir ki yoksulluk aklî melekelerimizi sekteye uğratmaktadır. Belki bu sebeple para kaybeden insanlara çevrenin ilk tepkisi akıl vermek olur.
Kıtlık psikolojisi, yoksul insanların hayatlarıyla ilgili yanlış kararlar almasındaki temel faktördür.  Geceyi uykusuz geçiren kişiler için araba sürmek bile sakıncalı hale gelirken, yoksulluk bu zihin yapısıyla yaşamak zorunda kalmak demektir. Dolayısıyla odaklanamamak, mantıklı karar verememek veya fikir yürütememek normal hale gelir. Bu sebeple sağlıksız beslenme, hareketsizlik, okul devamsızlığı ve madde bağımlılığı gibi sorunlar toplumun dezavantajlı kesimlerinde daha çok görülmektedir. Ancak bu yanlış karar döngüsü toplumun sadece yoksul kesimini etkilemez. Yoksulluğun toplum üzerindeki etkileri geniş kapsamlıdır.  Genel olarak suçoranlarının artması ve eğitim seviyesinin düşmesi, ekonomik büyümenin de azalmasına neden olur. Sonuçta toplumun zenginlerini de içine alan olumsuz bir tablo oluşur.  
Bundan başka kıtlık psikolojisi toplumun gelişmesi önünde de büyük bir engeldir. Karnını doyurabilme kaygısı taşıyan insanların bilim, sanat ve fikir üretmesi beklenemez. Gelir dağılımı adaletsizliğinden beslenen yoksullukla mücadele için çeşitli devlet politikaları uygulanmaktadır. Bu politikalar arasında eğitim ve sosyal güvenlik programları, kamu harcamalarının artırılması, vergi politikalarının yeniden düzenlenmesi gibi önlemler yer alır.  Bangladeşli ekonomist Muhammed Yusuf`un geliştirdiği mikrokredi yöntemi de bu önlemler arasında sayılabilir.  Toplumsal eşitliği sağlamak için yoksullara girişim sermayesi dağıtmak gibi basit görünen bir proje Muhammed Yusuf`a 2006 yılında Nobel Barış ödülü getirmiştir. 
Yoksulluğun hem topluma hem devlete maliyeti oldukça yüksektir. Millî kalkınma için her bireyin yoksulluk çizgisinden yukarı taşınması gerekir. Çünkü yoksulluktan kaynaklanan sorunların topluma maliyeti o insanları yoksulluktan kurtaracak nakit ihtiyacından daha fazladır. Yapılan bir başka araştırmaya göre ABD`de yoksul çocukların hayatlarını iyileştirmek için sağlık, eğitim ve güvenlik konularında yapılan harcamalar yıllık 500 milyar dolardır. Oysa her bir çocuğu yoksulluk sınırının üzerine çıkarmanın maliyeti yıllık 175 milyar dolardır. Bu sebeple Thomas Moore`un Ü topya kitabında ortaya attığından beri bazı ekonomistler temel gelir güvencesini yoksullukla mücadelenin tek yolu olarak savunmaktadır. 
Mücadele yöntemi ne olursa olsun, yoksulluk fakirin değil asıl zenginin derdi olmalıdır. Zira yoksullukla baş gösteren problemler toplumun her kesimi yakından ilgilendirir.  Toplumsal barışı ve huzuru tesis etmek için her bireyin temel ihtiyaçlarının karşılanması elzemdir. Aksini savunanlar yüksek duvarlarla ve dikenli tellerle çevrili evlerde yaşamaya mahkû m olacaktır. Bu sebeple yoksullukla mücadele merhamet duygusundan ziyade sorumluluk bilincinden kaynaklanmalıdır.