Yazı dizimizin dördüncü ve son bölümünde Hasan Aksay’ın Cumhurbaşkanlarıyla hukukunu, dergi yayıncılığını, kitaplarını, kurucusu ve başyazarı olduğu Millî Gazete’yi ve Filistin dâvâsına hizmetlerini değerli okuyucularımızın irfanına arz ediyoruz.
Bu vesileyle değerli devlet adamı büyüğümüze İttifak Gazetesi camiası nezdinde sağlık ve âfiyet niyaz ediyoruz.
İbrahim Ethem Gören: Mustafa Kemal’den sonraki tüm Cumhurbaşkanlarıyla hukukunuz var. Sizde tesir meydana getiren Cumhurbaşkanları kimler?
Hasan Aksay: Şüphesiz tüm cumhurbaşkanlarının kendi anlayışları içinde millete, vatana hizmet etmek için çalışmış olduğunu kabul etmekte vatan ve millet için faydalar vardır. Bunun aksini düşünerek hareket etmek, şartları gözden uzak tutmak olur. Memleketimizin milletler yarışında yerini alabilmesi için iyi-kötü mutlaka bir düzene, bir yönetime ve istikrara ihtiyaç vardır. Fakat bu yönetim ve istikrarın sağlığı cumhurbaşkanının, yetkilinin tek adam olmasıdır.
Hasan Aksay: Tek adam milletten ve vatandan yana olur.
Bu tek adam milletten yana ve vatandan yana tek adam olur. Bir savaş sonrası yenilgide, milletten ve vatandan yana tek adama ulaşma imkânı her zaman yoktur. Çünkü barış kuvvetliden yanadır. Darbelerde de anayasayı yapan güç daha ziyade darbeyi yaptıran dışarıdaki güçtür. Bu güç dengesi, tarih boyu eğer bir zalimin eline düşmemişse, peygamberlerin ortaya koyduğu hakikatler üzerinde, insan akıl ve vicdanının bütünleşmesiyle meydana gelmiştir. Güç dengesi hakta buluşmuştur. Cihan Harbi, bir ada krallığının, üzerinde güneş batmayan bir sömürge imparatorluğu haline gelmesiyle meydana gelmiştir. Denge bozukluğu tarihte yaşanan zulüm devletlerinin denge bozukluğu ile aynıdır.
Başkanlığın tek insan olması, gerçek hüküm sahibinin her zaman tek insan olması demek değildir. Nitekim kuvvet dengesi olarak ele alındığı zaman tek insanın arkasındaki asıl güç müdahalecidir. Örneğin ticari şirketlerde veya sanayide genel müdür bilgi, tecrübe ve samimi gayretleriyle tek yetkilidir. Fakat arkada bir de asıl ağırlığı taşıyan sermaye vardır. Sermaye sahipleri, bu tek kişinin samimiyet ve sadakatinden emin olduğu sürece tek kişinin kararına uymayı tercih eder. Milletin de devlette aynı usullere dikkat etmesi önemli bir zarurettir.
Türkiye değişen tüm cumhurbaşkanları tarafından savaş şartlarının dışına çıkmaya çalışmıştır. Örneğin savaş şartlarının en önemli antlaşmalarına imza atmış olan İsmet İnönü, cumhurbaşkanı olduğunda bu şartların dışına çıkmak için büyük ve ciddi bir hamle içinde bulunmuştur. Bu hamle ile, bütün devlet dairelerine kendi resmini astırarak, Türkiye’nin Cihan Harbi’nin şartlarından çıktığını görünür bir hale getirmiştir. Maalesef bu görüntü müspet istikamette yorumlanmak ve millete mal edilmek imkânını bulamamıştır.
Benim bakanlık görevim itibarıyla en fazla münasebette bulunduğum Cumhurbaşkanımız Fahri Korutürk’ün de, Türkiye’yi bulunduğu savaş şartları içerisinden çıkarmak için samimi bir gayrette bulunduğunu görerek, tüm cumhurbaşkanlarımız için aynı duygularla -imkânlarından uzak olmamak şartıyla- düşünmek istiyorum. Zaten yönetimde tek adamlık noktasına doğru önemli bir yere gelmiş olan Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Abdullah Gül ve milletimizin son çeyrek asrı aşan bir zamandır Cumhurbaşkanımız olan Recep Tayyip Erdoğan en yakın münasebetler içinde bulunduğumuz değerli devlet adamlarıdır. Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanı olduğu zaman, özellikle ben ve kıymetli kardeşim Orhan Demirtaş, Özal döneminin Başbakanı olarak ve Meclis Başkanı olarak bulunan Yıldırım Akbulut Bey’in denenen ve bilinen bir siyasi olarak cumhurbaşkanımız olması için elimizden geldiği kadar çalıştık, bu nedenle Necdet Sezer yakın bir tanıdığım olmadı.
Hemşehriniz, milletvekili arkadaşımız Cevdet Akçalı’yı da rahmet niyazıyla yâd edelim…
Cevdet Akçalı kardeşimiz çok yakın tanıdığımız ve beraber olduğumuz kıymetli bir yazar ve devlet adamıydı. Adana milletvekili olduğum sürece, Meclis’te yoklamalar alfabe sırasına göre yapıldığı için, Adana Aksay diye başlardı. Akçalı gelince Adana Akçalı diye yoklama başladı.
Siyasette yaşadığımız kardeşlik ve dava arkadaşlığı bir hayatı güzelliklerle donatacak kadar unutulmaz değerlerdir. Allah’a binlerce hamd ve şükürler olsun. Hiçbir farklılık gözetmeden, millet yanında yer alan her partiden arkadaşlarımı, sahip olduğu değerler bakımından kardeş bilen, millet ve devlet anlayışımla paralel çalışan her kardeşimizi en yakın beraberlikte olduğum bir kimse olarak gören ve bunlar içerisinde bir parti üyesi ile bakan veya milletvekili arasında bir fark gözetmeden seven ve sayan bir kimse olarak, benim dostum ve kardeşim milyonlarca insana sahibim. Kendi hatıralarımı yazmadım. Niçin yazmadığımı, altı yüz sayfalık bir kitap halinde izah ettim. Fakat bu kitap Araştırma Yayınları tarafından neşre hazırlandıktan sonra, basılamadan bir mahkeme zabıtlarından ibaret olan “Ördek Kemal Davası” adlı kitabımla beraber kaybedildi. Birkaç arkadaşımdan bahsedip, diğerlerinden bahsetmezsem kendimi borçlu hissederim.
Pek çok cemiyetin ve STK’nın kuruculuğunu ve başkanlığını deruhte ettiniz. Bu meyandaki hizmetlerinizi de müsaadelerinizle teşrih masasına yatıralım.
Üniversite talebe cemiyetlerinde aldığım görevlerden sonra İlahiyat Mezunlar Cemiyeti’ni kurdum; ilk yedi imam hatip okulu derneklerinin, Konya’da yaptığı toplantıya, Adana İmam Hatip Okulu Derneği’ni temsilen katıldım. Bu toplantıyla Ankara’da bir hizmet federasyonu kuruldu. Başına Hasan Basri Tarman’ı getirildi, ben de yönetim kuruluna seçildim. Ayrıca Türkiye İlahiyat ve Yüksek İslam Enstitüleri Mezunlar Federasyonu’nun genel başkanı seçildim. Türk Ocakları Hars Heyeti Üyeliği ve Genel Sekreterliği, Yeşilay Genel İdare Kurulu Üyeliği ve Ankara Şubesi Başkanlığında görevlerde bulundum. Yeşilay Ankara Şube Başkanı bulunduğum sırada çok önem verdiğim, TBMM’nde, Meclis Başkanımız Sayın Ferruh Bozbeyli’nin de içinde bulunduğu 40 kişilik Meclis Yeşilay Grubu’nu oluşturdum. Ankara, İstanbul ve Adana caddelerine yedi adet “İçki kötülüklerin anasıdır” ibareli tabelalar astık.
Birçok ülkeyle parlamento dostluk gruplarına katıldım, Türk Parlamenterler Birliği İstanbul Şubesi’nin Genel Sekreterliği’nde bulundum. Yurtiçinde ve dışında birçok sivil toplum kuruluşunun düzenlediği konferans ve toplantılara katıldım, yayın organları için yazılar kaleme aldım. Yaser Arafat zamanında yayınlanmakta olan Filistin dergisinde yazılar yazdım.
Sivil toplum, vakıf ve dernek çalışmaları önemli hizmet alanları olduğu için konferans ve yazı taleplerine elden geldiğince icabet ettim, bu çalışmaların federasyon ve konfederasyon olabilmesi için çalışmalar yaptım. Örneğin Camiler Federasyonu vasıtasıyla, sadece Türkiye’deki değil, dünyadaki camiler arasında bir dayanışma ile, yağmur suyu sarnıçları yapılması, bahçe duvarlarının yapılması ve ibadethanelerimizin genel manada bir düzen içinde olması için projeler hazırladım.
Vahdet, Adalet ve Adım Dergileri kuruculukları bağlamında dergicilik ve yazarlık serencamınız?
Dergi ve yazarlık şartları, imkân ve vasıtaları bakımından çok değişti ama insânî yücelik devam ettiği sürece bu ihtiyaç eksilmeden devam edecektir.
Hasan Aksay: Okumak ve yazmak iyiliğin kapanmayan pınarını teşkil etmektedir.
Çünkü insanın her tür iyiliğe sahip çıkması, önündeki psikolojik ve sosyal engelleri aşması, bütün kötülüklerden uzaklaşıp, yüceliğini koruyarak geliştirmesi kıyamete kadar devam edecektir. Okumak ve yazmak, iyiliğin kapanmayan pınarını teşkil edecektir.
Allah Resulü “sözünde fayda varsa söyle“ buyuruyor. Ecdat da “olmayacak duaya âmin denmez” demiştir. Bu hikmetli sözlerin ikisi düşünüldüğü zaman, bütün hayatı kapsayacak müspet ve menfî hareketleri birbirinden ayıracak çok üstün bir çizgiye sahip olduğu görülür. Bu çizgi mümini, insanlara faydalı olmak için ne kadar basit olsa da, insanlara geçici bir teselli, geçici bir ümit doğurabilmek için çalışmayı ve keşifler yapmayı dahi önemli bir değer olarak ortaya çıkarmaktadır. Ben yazı yazarken mutlaka faydalı olmayı düşünüyorum. Faydasız sözün mutlaka zararı olduğunu görüyoruz.
Üniversiteye başladığım ilk yıllarda Hukuk Yurdu’nda kalıyordum. Mescitte namaz kılan epeyce arkadaşımız vardı. Bahar gelmiş, havalar güzelleşmişti. Bir gün mescitteki arkadaşlarıma dedim ki: “Değerli ihtiyarlarımızın, büyüklerimizin elini öptüğüm zaman, gençlerin bu tür davranışlarından çok memnun oluyorlar ve fakat bu tür gençlerin giderek azaldığını gördüklerini ifade eder gibi bu tür hareketlerimize övgüler diziyorlar. Şimdi bu üniversite muhitindeki apartmanların balkonlarında, gençler işe giderken birçok anne ve baba oturmuş çaylarını yudumluyor. Etrafı donuk gözlerle seyrediyor. Gelin biz Cuma günleri üç beş arkadaş, bir gün Kurtuluş Camii’ne, bir gün Cebeci Camii’ne sabah namazına gidelim. Giderken başımıza da takke koyalım.” Bunu yapmaya başladık. Üniversite gençliğinin başlarında takkelerle büyük bir huşû içerisinde caminin yolunu tutuğunu gören konu komşu, dedeler, nineler evlerinin balkonlarından “Allah kabul eylesin, bize de dua edin” demeye başladı. Hatta bir gün, benim için en unutulmaz olaylardan biri oldu.
Nedir bu olay Hasan Bey?
Rahmetli Adnan Menderes’i zaten çok seviyordum. Yıllar sonra da oğlu Yüksel en yakın arkadaşlarımdan biri oldu. Yine bir Cuma sabahı Kurtuluş Camii’ndeyiz. Camiden çıktık. Kızılay-Kurtuluş yolu o zamana kadar yoktu, iş makinaları çalışıyor ve Menderes bir yol açmanın heyecanını duyarak, sabahın erken saatlerinde orada bulunuyordu. Yanına doğru koştuk, ama polisler bizi geri çevirmek istedi. Keyfiyete muttali olan Menderes “bırakın gelsinler” dedi. Her birimiz farklı bir fakültede öğrenciydik. Kendimizi takdim ettik. Ben İlahiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanıydım. Kısa bir sohbetten sonra Merhum Menderes “Eğer cemiyetinin bir ihtiyacı olursa bana gelebilirsin” diye parmağıyla işaret etti. Geldiğinde “Ben İlahiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanıyım” diye özel kaleme yazdır” dedi. “Bir ihtiyacımız için sizi rahatsız etmeyiz çünkü Milli Eğitim Bakanımız Tevfik İleri bizim her ihtiyacımızı görüyor. Fakat emirlerinizi almak için ziyaret edebilirim” dedim. Biraz düşündü “o zaman da gelebilirsin” dedi.
Sadece insânî yüceliğin değerlerini, iman ve ahlâkın gereklerini düşünerek yapılan bu gibi küçük hadiseler dahi öyle güzel yeni sahalara yol açıyor ki, bunu başlangıçta tahmin etme imkânı yoktur. Bu durum ayrıca çalışmayla, planla, programla ulaşılabilecek bir netice değildir. Allah’ın nimeti sayısızdır ve büyüktür. Çoğu zaman biz buna “nasip” deriz.
Millî Gazete’yi hangi mülâhazalarla kurdunuz?
İnsânî yüceliğin en önemli sorumluluğu milletine, devletine, vatanına vazifesini gerektiği gibi yapabilmesi ve bu yolla bütün insanlığa faydalı bir birey olmasıdır. Millî Gazete ve diğer yayın organlarımız bu sorumluluğun içindedir. Örneğin Millî Nizam Partisi kurulurken, genel başkan yardımcısı ve teşkilat başkanıydım. Unvanım bu partinin bütün kademelerinde vazife ve rol almamı gerektiriyordu. Unvan bir tarafa, gayret olarak da İstanbul’un 36 ilçe teşkilatını, il teşkilatları gibi zamanında kurabilmek için İstanbul İl Başkanı olarak da çalışıyordum. İstanbul teşkilatı ilçeleriyle beraber tamamlanıncaya kadar, o günün şartlarında, her Cumartesi gecesi İstanbul’a gidiyor, her pazartesi gecesi Ankara’ya dönmek mecburiyetinde kalıyordum. Bu başkanlık vs. gibi görevler başkan olmak için değil, o işin sorumluluğunu yüklenmek için bir zarurettir. Bu sebeple de bu makamlara zorla gelinmez, “ben olayım” demekle olunmaz. Millet görevi verir, sen kabul eder ve en iyisini yapmaya gayret edersin.
Uzun yıllar başyazarlık yaptığınız Millî Gazete’yi Türk basınında nerede ve nasıl konumlandırmak mümkün?
Millî Gazete politikanın millete karşı yüzünün ne kadar değiştiğini gösterebilmek gayesiyle çıkmıştır. Zaten bu değişimi “Yeniden Büyük Türkiye” diye beş ana hedeften biri olarak zikretmiştik. Türkiye bir sömürge imparatorluğu olarak büyümeyecek, tarihinden gelen köklerine dayanarak, insânî değerlerine dayanarak, geçmişte olduğu gibi milletçe sağlıklı bir büyümeyi hedefleyecektir. Nitekim Millî Gazete sloganı, “hak gelince batıl zâil olur” demektedir. Bu yeni siyasi hareketin öncülüğünde Millî Gazete tek değildir. Yeni Devir Gazetesi, Adım Dergisi, Hicret Dergisi gibi diğer yayınlar da vardır.
Çocuk edebiyatına ilginiz ve Çekirdek Yayınları serencamınızı da sual edelim müsaadelerinizle…
Kenan Evren başkanlığındaki 1980 Darbesi, benim tamamen siyaset dışı kalmamı gerektiren özellikleri olan bir darbedir. Onun için bir Dünya Devletler Ansiklopedisini, siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel, her türlü yakınlaşmayı sağlayacak ekonomi ağırlıklı olarak çıkartmayı planladım. Türkiye dünya devletleri ile nasıl işbirlikleri kurabilir, bu işbirliklerinin sağlanmasında nasıl bir yol takip edilmelidir diye çalışmaya Türkiye ve Pakistan’la başlamak üzere yola çıktık. Diğer ansiklopediler gibi fasikül olarak çıkacak olan bu ansiklopedi detaydan ziyade, ülkeleri fiilen yaklaştıracak ve birbirine yardımcı olacak bir duruma getirmeyi hedeflediği için, en müsait iki devlet arasında bu hadiseyi yürütebilmek için, çift kanatlı bir kuş gibi ülkeler arası münasebetle başlamak üzere tasarlanmıştı. Fakat Kenan Evren iktidarı, Özal gibi kalkınma ve hizmet imkânına sahip olduğu halde, Hasan Aksay’la uğraşmayı her nasılsa kendine vazife saymıştı. Nitekim bütün milletvekili ve senatörler için bir tek İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanmış yurtdışı çıkış yasağı olduğu halde benim için beş tane yasak kondu ve davalar açılmaya başladı. Bu yasaklar yayınlara, davalara, her şeye aksediyordu. Olabilirlikleri denemek için epeyce zaman ve imkân kaybettik. Bu şartlar içinde Çekirdek Yayınları’nın en uygun bir seçim olacağı en baştan belli olmaya başlamıştı.
Hayatın iman ve ahlâk yapılması başlıklı yazınızda “Hayatını iman, ahlak yapanlar, Ömer iken Hz. Ömer olur” diyorsunuz. Buradan devam edelim…
Hattapoğlu Ömer (ra) en önemli imkân olarak gücünü tanıyan bir kimseydi. Onun için deveyle güreşmeyi bile denediği söylenir. Peygamberi (sav) öldürmeye gidiyordu. Fakat insânî yüceliğin bilgi ve vicdan gibi sınırsız nimetleriyle insan, Hakk mevzu olunca, dikkat edebilirse mutlaka Hakk’ı görüyor ve Hakk’a teslim oluyor.
Bugünlerde başlangıçta İslam’a düşman tavırlar sergileyen kimselerin İslam’ı seçtiği sık sık görülen bir gerçektir. Hazreti Ömer’in Müslüman olduktan sonraki adaleti bütün insanlığın vicdanını fethetmiştir. Hz. Ömer Kureyş’in putperestliğini iki örnekle izah etmektedir: “Kız çocuklarımızı diri diri gömerdik. Ne acı, ne utanç verici bir haldir! Hurmadan put yapar tapardık. Sonra da acıkınca putumuzu yerdik”.
İslam, cehaleti yok eden, insanı bütün mahlûkattan daha üstün yapan değerlere sahip kılan yegâne yol, yegâne din, yegane insânî yüceliğin yarınıdır. İmtihan dünyasının, insanın doğumuyla ölümü arasında bütün zamanı kaplaması, tecrübeleriyle insanın uyanarak Hakk’ı görmesini sağlamak için Allah’ın rahmetinin büyüklüğünü insanın bütün hayatına yayarak gösterdiğinde hiç şüphe yoktur.
Kitaplarınız?
Evvelemirde isimleri aklıma gelen İnsan ve Cihad, İyiliğin Egemenliği, Milli Nizam Davamız, Günün İçinden, Aydınlık Savaşçıları, Öfkeyi Öldürmek, Küçük Tuba Büyük Yolda, Torolu Bilal, Bal Arısı, Tutsak Olanın Hali, Düşünceler ve Öğütler, Gerici Eylemler ve Başörtüsü, İnsan ve Cihat, Körfezin Dibi, Egemen Halkın Siyasetnamesi, Düşünceler ve Öğütler: Başgil, Benna, Alain; Hilalin Aydınlığında serlevhalı kitapları yazmaya muvaffak kılındım.
Atasözümüz “söyleyenden okuyucu uz gerek” diyor. Okuyucu, bilmediğini göstermek için gayret gösteren akıllı bir adamdır. Eserlerimi yazdığım zamanın insanı istifade eder, asırlarca okuyan değerli kardeşlerimiz dua eder mülahazalarıyla kaleme aldım. Mehmet Akif Ersoy, Safahat kitabı için şöyle diyor: “Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın./ Derdim, sana baktıkça, a biçare kitabım!/ Kim derdi ki: sen çök de senin arkana kalsın/ Uğrunda harab eylediğim ömr-i harabım?” Safahat için bu intibaı doğurmak isteyenler çok dar bir zaman şeridi içinde kaldılar. Bu dünya yüzünde iman ve ahlâk içinde yaşayan bir insan kaldığı sürece şiirleri Mehmet Akif için en büyük dua kitabıdır.
Ümmet-i Muhammed’in halini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslam Dünyası, dünyanın geçirdiği en büyük savaş adını taşıyan iki cihan harbini bir arada yaşamıştır. Bu cihan harpleri alın teriyle yaşayan kitlelerin sömürü gücü karşısındaki yenilgisini ilân eden tarihin en büyük felaketleridir. Bu felaketlerde, başarılar, vakalar, olaylar imtihan sorularıdır. İlk insan Hazreti Âdem’den bugüne kadar, İslam’ın ve müminin iman ve ahlâkının tek bir taşı bile düşmemiştir. Peygamberler döneminin İslam’ı çağlayanlar gibi birbirini takip etmiştir. 15 asırdan beri Son Peygamber ve Kur’ân-ı Kerîm ile de bütün ihtişamıyla, bütün dünyada devam etmektedir.
İslam dışında hiçbir sistem, bütün parlaklığı ve ihtişamı devam eden böyle değişmez bir hayatı insanlığa hediye etmek şöyle dursun, bir aile hayatının bütünlüğünün devamını dahi çoğu zaman sağlayamamıştır.
Hasan Aksay: Müminler, bu dünya imtihanının tek galibi olan bahtiyarlardır.
Müminler, bu dünya imtihanının tek galibi olan bahtiyarlardır. Onun için İslam ölümden sonraki insanlığın yenidünyasının çok daha güzel olacağını vadetmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de 6666 ayetten bir tekinin dahi akla, vicdana, idrake aykırı olduğunu söyleyenler hep yenilmiştir ve yenilecektir. Fakat beşerî sistemlerle milleti, toplumları bu dünya imtihanını ve ölüm sonrası bir saadeti tahayyül edemediği gibi, bugün uygulanan ve toplumunu saadete ve selâmete götürmek isteyen bütün sistemlerde birçok aksaklıklar bulunduğunu görmemek mümkün değildir.
1990 yılında Cuma dergisinde yayınlanan bir yazınızın serlevhası: Kanla Beslenen Toprak: Filistin. Geride kalan 34 yılda Filistin toprakları kanla beslenmeye devam ediyor. İslam Devletleri, Türk Dünyası, Ümmet-i Muhammed Filistin davasına, Filistinlilere neden sahip çıkmıyor/çıkamıyor?
İbrahim Ethem Bey, burada bütün insanlığın en önemli sorunlarından birini gündeme getirdiğiniz için ne kadar teşekkür etsem azdır.
Hasan Aksay: Kudüs insanlık tarihinin en müstesna merkezlerinden biridir.
Kudüs insanlık tarihinin en müstesna merkezlerinden biridir. Kudüs’te adalet ve hak hâkim olduğu zamanlarda bütün insanlık için örnek bir şehrin bayraktarlığını, huzuru, sükûnu ve barışı yaşamıştır. Kudüs’te vahşet başladığı zaman bütün dünyanın dengesi bozulmuştur.
Hasan Aksay: Kudüs insanlığın vicdanıdır.
Kudüs adeta bütün insanlığın mirasıdır, vicdanıdır, gücüdür. Kudüs bütün Müslümanların müşterek şehridir. Bu şehir, dikkat edilirse adeta insanlığa hem kurtuluşun, hem felaketin yolunu göstermektedir. Bugünkü durumu ile Filistin de devam etmekte olan vahşet, dünya vicdanını ve Birleşmiş Milletler Adalet Divanı’nı harekete geçirmektedir. Tarihin akışı içerisinde bir devlet adamı olarak yorumlamak gerekirse, dünyanın barış ve huzur merkezi bu ülkenin bugün vahşete düşmüş olmasını, Allah’ın izniyle, şehitlerin ve mazlumların kanının yeni bir müjde taşıdığına inanıyorum.
Hasan Aksay: İnsanlık vicdanı Kudüs’teki mezalimi lânetliyor.
Bugün insanlık vicdanı bütün dünyada, Filistin’deki zulmü lânetliyor, adalet lanetliyor, hak, hukuk lânetliyor…
Diğer tarafta tarihin akışına bakalım: Tarihte zengin ve imkânları güçlü zâlim devletlerin veya zâlimin kuklası olarak hareket eden devletlerin yıkılışına baktığımız zaman, bunların savaşla ortadan kaldırılamadığını; mazlum, silahsız, yeteri kadar imkânı olmayan dünyaya çok büyük bedeller ödettiği görülmektedir. Allah, Rahmân ve Rahîm’dir. Onun için zâlimler kendi yönetimlerinin zâlimliğinden, kendi çürüklüğünden yıkılırlar ve Roma’daki gibi başlarını eğmeyen krallar, düşmanının atının üzengisini öpmeye mecbur edilirler. Şimdi bugün diyoruz ki, İsrail kendisi bir güç değildir.
İsrail silah gücünün, sömürge gücünün, sömürünün temsil ettiği bir güçtür. Bugün insanlık vicdanı ayağa kalkmış konuşurken, adalet kurumları ayağa kalkmış konuşurken, bu sömürü gücünün milletvekili ve senatörleri de “İsrail bizim kalemiz” diyerek ayağa kalkıyor. Tarihin ibret sayfaları gösteriyor ki, İsrail’i öne sürerek zulmeden sömürücü güç odakları, kendi çıkarlarını muhafaza edebilmek için karar organlarıyla, Ukrayna’ya kendi imkânlarının çok küçük bir kısmıyla yardım yapmak için on defa toplanırken, İsrail’i peşin olarak destekliyor, ayakta alkışlıyorlar. Söz konusu güç odakları AB ülkeleri ve Amerika’nın ciddi yönetim sorunları içinde olduklarını görüyoruz. Bu iş için acil çözüm aramaları, tedbirler almaları gerekmektedir. Bu çöküşün tahribatının bütün dünyaya zarar veren çapta olmaması için elden gelen gayreti herkesin göstermesi gerekir. Güçlenmiş bir zulmün tahribatından en az zararla çıkmak için toplumların ve milletlerin anarşiye düşmeden, bütün imkânlarıyla bu zulmü reddetmesi lazımdır. Toplumlar sokakları doldurarak, gür sesleriyle haykırmıştır. Elbette insânî sorumluluk bununla bitmez. İnsanlık vicdanı İsrail’in karşısında durmaya boykot gibi kararlarla, yeni ve özel tedbirlerle devam edecektir.
Sözlü tarih çalışmamıza ilave etmek istediğiniz hususlar?
Tarih, yazılarının her türü insanlık için en önemli ibretler ve öğütlerdir yeter ki önemli noktaların detayları kaybedilmemiş olsun. Çünkü hiç kimsenin bütünlenmiş, neticesi görülmüş olarak kendi tecrübesinden gerektiği gibi istifade etme imkânı yoktur.
İnsan okul çağını bitirir, bir daha okul çağı yoktur. Hayatı biter, bir daha sürdüreceği bir hayat imkânı yoktur. Bir örnek vermek gerekirse, Hitler çok başarılı oluyor gibiydi birden bire en acı sonuçla karşılaştı. Bu ibretten yararlanabilecek olan insanlığın, gerek yazılı, gerek sözlü anlatımlarıyla tarih bilgisine ihtiyacı vardır. Bir adacık krallığı olan İngiltere sömürgecilik imparatorluğu Cihan Harbi’nin neticelerinden hiç faydalanamamıştır. Üzerinden geçen zamanla, tarihçiler yorumlarını yapıp, gerçekler ortaya çıkıncaya kadar, Cihan Harbi ve ilişiğinde bulunan İsrail ve Ortadoğu planının neticeleri eksik kalacaktır.
Çözüm, insanlık tarihindeki bütünlüğünde ve sözlü, yazılı tarihçilerin yorumlarında netleşecektir. Bu bakımdan tarihçilerimizin dikkat çekeceği noktalar çok önemlidir. Örneğin insanlık tarihi gösteriyor ki, adaletsiz büyük güçler, zulümler, yönetim veya bünyelerinde doğan çürümeler neticesinde çok geçmeden içten çökmekte ve insanlık önemli bir belâdan kurtulmaktadır. Bu gerçeklerin ortaya çıkması için mutlaka tarihçilere ve sizin yaptığınız minval üzere çalışmalara htiyaç vardır.
Son olarak kamuoyuna ve okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?
Öncelikle değerli okuyucularımızın hayır dualarını bekler, kıymetli zamanlarını bize verdikleri için teşekkür eder, bütün çalışmalarının ve hayatlarının meyvelenmesini Allah’tan niyaz ederim.
Âmin. Nazik ilgi ve kabulünüz için teşekkür ediyorum.
Ben de alakanız için müteşekkirim İbrahim Ethem Bey.
BİTTİ
İbrahim Ethem Gören/13.09.2024 Yazı No: 616