Bir bayram daha geride kaldı, yaşananlar içinde tatlı mutluluklar olduğu kadar acı hüzünler de barındırdı. İyi durumda olanlar, sevdiklerine bayramlıklar aldı, hediyelerle gülücükler saçtılar, bayramın neşesini doyasıya yaşadılar. Ancak bazıları için bayram, sadece bir tatil fırsatıydı. Bayramın manevi değerlerini unutup, yaşlıları ziyaret etmek, gönüllerini almak yerine, tatil beldelerine kaçtılar.
Ancak bu kaçışın ardında, içlerinde derin bir boşluk ve yalnızlık hissi vardı. Tatil mekânlarının parıltısı, yaşamlarındaki eksiklikleri örtmeye yetmedi. Ellerindeki hediyeler, yüreklerindeki boşluğu dolduramadı. Belki de bayramın asıl anlamı, maddi zenginlikte gidilen tatillerde değil, manevi zenginlikte yatıyordu. Çünkü her şey dâhil 5 yıldızlı otellerde tatile koşanlar, gerçek mutluluğun, sevdiklerimizle geçirilen zamanlarda, gönül sofralarında ve samimi bayramlaşmalarda saklı olduğunu unutmuşlardı.
Ancak bazı evler de vardı ki, içlerindeki sevgi ve fedakârlık, maddi imkânsızlıkların ötesinde yüceliyordu. Onlar, bayramı sevdiklerini mutlu etmek için bir fırsat olarak görüyorlardı. Çocuklarına harçlık vermek, şeker dağıtmak, misafir ağırlamak onların için sadece bir görev değil, bir aşk işiydi. Ancak bu bayram, diğerlerinden farklıydı. Bazı evler, kapıları çalsın, misafir gelsin, çocuklar ellerini öpsün istemediler. Çünkü sadece 10 bin TL maaşla, ne şeker alıp ikram edebilirlerdi, ne el öpenlere harçlık verebilirlerdi, ne de evlerine gelen misafirlere zengin sofralar kurabilirlerdi. Fakat bu insanlar, kısıtlı imkânlarına rağmen, gururlarını kırmadan, onurlu bir şekilde yaşam mücadelesi veriyorlardı. Her bir günün kıymetini bilerek, sevdikleriyle birlikte geçirdikleri anların değerini anlıyorlardı. Onların tek arzusu, köklerinden aldıkları kıymetli değerleri, gelecek nesillere aktarabilmekti.
Bu sessiz çığlıklarla dolu evler, aslında büyük bir fedakârlık ve sevgi denizinin üzerinde duruyordu. Ellerindeki imkânlar ne olursa olsun, kalpleri zenginlik ve cömertlikle doluydu. Belki de onların bayramı, maddi değil manevi zenginlikle kutlanıyordu. Birlikte geçirilen sıcak anlar, samimi gülüşler ve içten sarılışlar, gerçek mutluluğun ve bayramın gerçek anlamının ta kendisiydi. Ve belki de bu evlerdeki insanlar, asıl zenginliğin sevgi dolu bir kalp olduğunu herkesten daha iyi biliyorlardı.
Yaşlılarımız, baş tacımız, yaşamın bize sunduğu en kıymetli varlıklarımız. Ancak günümüzde, onların ihtiyaçlarını görmek ve yanlarında olmak adına eski bayramların özlemini duyuyoruz. Artık eskisi gibi değil, o sıcak bayramlar, gülüşlerin ve sevginin hüküm sürdüğü günler geride kaldı gibi hissediyoruz.
Sanki herkesin gözlerindeki o ışıltı, bayram sabahlarına taşan neşe, şimdi yerini bir hüzne bırakmış gibi!..
Günümüz İstanbul'unda, 1+1 dairelerin kira fiyatları göz alıcı zirvelere tırmanmış durumda. Emekli yaşlılar için 10 bin TL'lik maaşlarla, 15 bin TL'lik evlerde oturmak, adeta masal diyarlarından bir sahne gibi geliyor insana. Ancak bu masalın kahramanları, sevimli tabirlerle anlattığımız gibi, "3 ton ton dede" veya "3 tonton nine" oluyorlar. Bu koca yürekli insanlar, maaşlarını birleştirip 15 bin TL'lik ev kirasını ödemeye çalışırken, aslında trajikomik bir durumun içine sürükleniyorlar.
Türkiye'de 2023'te bir ailenin açlık sınırının üzerinde yaşayabilmesi için gereken miktarın 14 bin TL olduğunu düşünürsek, geriye kalan 15 bin TL'lik kısım, elektrik, su ve doğalgaz faturalarını ödedikten sonra neredeyse hiçbir şey kalmayacak. Bu, yaşlılarımızı sadece maddi olarak değil, duygusal olarak da zorlayan bir gerçek.
Ebeveynlerin desteği ile gençler eğitimlerini tamamlamak için bir araya gelerek bir 1+1 ev tutmaları, gelecekteki iş ve kariyerlerine hazırlık sürecinde önemli bir adımdır. Bu süreçte hem idare etmeyi hem de geçinmeyi anlarlar. Bu, gençlerin dayanışma içinde olmalarını ve karşılıklı destek sağlamalarını da simgeler. Ancak, günümüzde yaşlıların da benzer şekilde bir araya gelerek geçimlerini sağlamak zorunda kalmaları, toplumun ekonomik ve sosyal dinamiklerindeki değişimin bir göstergesi ve gençlerin büyüklerine karşı vefasızlığını da gün yüzüne çıkarmış olur.
Ancak bu trajik durumun birilerine göre galiba parlak bir yönü var. Emeklilere zammı vermeyen yetkililer, belki de bu durumu şöyle açıklayabilirler: "Bu zorlu süreçte, tonton nine ve dedelerimiz, en azından birbirlerinin yanında olacaklar." diyebilirler. "Ölüm meleği kapıyı çaldığında, yalnız kalmayacaklar, birbirlerinin sıcaklığını hissedecekler." diye ekleyebilirler. "Belki de bu, onlar için maddi sıkıntıların gölgesinde kaybolan bir umut ışığıdır." şeklinde ifade edebilirler. Ne söylerlerse söylesinler, gerçekten şaşırmam!
Hatta yaşlıları görmezden gelerek şöyle de devam edebilirler:
“Belki de bu acı gerçeklerin altında yatan en büyük ders, yaşlılarımızın dayanışma ruhunu yeniden canlandırmasıdır. Zor zamanlarda, birlikte hareket ederek ve birbirlerine destek olarak, her türlü zorluğun üstesinden gelebilirler.” Demeye devam ederek topluma maval okuyabilirler.
Öğüt de verdiniz. Peki, yer mi bunu bu saatten sonra bu toplum?! Yooo, yemez. Bakın, yemedi de sandığa yumruğunu vurdu. Kim vurdu, artık avutulmak istemeyen ve istisnasız her zaman size oy veren ve bir zamanlar gerçekten sizi çok seven emekli. Seçim sandığına çıkarmasını yaptı.
O zaman hikâyemizi bitirelim, gerçek yaşama dönelim.
Emekli yaşlılarımız, onlar bizim baş tacımız. Dert ortağımız, yol gösteren rehberimiz onlar. Bu durumu hak etmiyorlar. Ancak bir araya gelerek 1+1 dairenin kirasını ödeyebilmeleri bile hayalperestlikten çok, trajikomik, yürekleri sızlatan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Ama acınacak durumda olanlar onlar değil, baş tacımız büyüklerimizi bu duruma düşüren sizlersiniz.
Olaya farklı bir açıdan daha bakalım!..
Emeklilerin köylerine gitmelerini öneren siyasetçiler ve hatta bazı sanatçılar var! Bu çakma siyasetçiler ve sanatçılar aslında insanın yıllarını vererek kurduğu hayatlarına yapılan bir ihanetin ta kendisiyle aynı şeyi yapmış oluyorlar. Yıllarca emek verip topluma hizmet etmiş insanları, artık "işlerini bitirdikleri" gerekçesiyle kapının önüne koymakla eşdeğerdir. Ancak unutulmamalıdır ki, ne ekerseniz onu biçersiniz. Bugün yaşlılara gösterilen saygısızlık ve ihmalkârlık, yarın bizim de yaşlanırken aynı muameleyi görmemiz anlamına geliyor. Çocuklarımız, bizim bugün yaşlılara sergilediğimiz tutumları gözlemleyerek gelecekteki davranışlarını şekillendirirler. Bu nedenle, yaşlılara karşı gösterilen saygı ve şefkat, geleceğimiz için temel bir unsur haline gelmelidir. Bu nedenle yaşlılara karşı gösterilen saygı, şefkat ve sevgi, toplumun her kesimi için önemli bir öğretidir.
Benden söylemesi; bugün rüzgar ekip yarın kasırga-hortum biçmeyin!..
Eski bayramların geri gelmesi için, yaşlılarımızı baş tacı yapmamız ve onlar için daha fazla çaba harcamalıyız. Onların yanında olduğumuzu hissettirmek, ihtiyaçlarını karşılamak, sevgi dolu bir ortam sağlamak; işte gerçek bayram ruhunu yeniden canlandıracak adımlar. Ve belki de bu çaba, eski bayramların getirdiği mutluluğu, bir kez daha yaşamamıza vesile olacaktır.
Büyüklerimizi, yaşlılarımızı ve emeklilerimizi yaşatmak, boynumuzun borcudur. Onların huzuru ve refahı, bir ülkenin gerçek gücünü ve değerini belirler. Çünkü onlar, geçmişin emek ve fedakârlığıyla bugüne taşıdıkları yaşanmışlıklarla, toplumun temel direğidirler. Bu yüzden, büyüklerimize gereken saygıyı göstermek, onların ihtiyaçlarını karşılamak, aslında geleceğe yapılmış en önemli yatırımdır. Çünkü bir ülke, büyüklerine sahip çıktıkça, asıl devlet yaşar ve güçlenir.
Ezcümle büyüğünü (yaşlını, emeklini) yaşat ki “Devlet” yaşasın!..
Selam ve dua ile kalın sağlıcakla…