Dünya ayaklarımızın altından kayıp gidiyor, her gün biraz daha kaybediyoruz", diyor bir yazıda bir anlatımda... Öyle mi gerçekten? Öyle belki ama görünürde ? Bunu böyle mi anlamalıyız peki ? Bu cümleleri okuyunca İsmet Özelin münacat şiiri üşüşüyor zihnime, "kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde" mısrası geliyor aklıma, şimşek etkisiyle gönlüme dokunuyor. Yazmak gerekiyor böylesi bir durumda. Başka ne yapılabilir ki? İyi ki yazmak var...Sonsuz şükürle, anlamak ve anlatabilmek için muhtesem bir pencere, bakabilmek ve görebilmek duasıyla ✨ 🌾
Yaşamanın, yaşamın suç gibi algılanması bu algı ile dinin öğretilmesi, veryansın edilmesi bizi kendi gerceklerimizden uzaklaştırıyor diye düşünüyorum...Yaşamdan, dinden ve aktif rol oynamaktan uzaklaştıran suçlayıcı ifadelerin; hem hayatı, hem de bizleri yaratıp bize yaşam hakkı ve lütfu veren Rabbimize, kendimize, sorumluluklarımıza ve bunları en güzel şekilde yapabilmemiz için var eldilmiş potansiyelimize, bu anlayışı bilmeden empoze ettiğimiz gençligimize, neslimize haksızlık olduğunu düşünüyorum.
"Bu beden bize ait değil, toprağın.
Ruhun sana ait değil Allah'ın.
Mal mülk senin değil varislerinin," diye devam ediyor yazıda...
Evet öyle, fakat; yaşarken ihtiyaç duyduğumuz şeyleri Yaratan Rabb'imin verdiklerini yaşarken yok saymak, faydalanmamak nefsimize zulüm olmaz mı ? Kibir olmaz mı? Nimetlerden istifade edip şükretmek insanca bir yakınlaşma vesilesi değil mi Rabbimize?
Yaşamak, en büyük lütuf... Genç bir insan vefat ettiğinde daha zamanı vardı diye, haddimizi aşabiliyorken, zaman zaman yaşamın bir suçmuş gibi hissedilmesi ve böyle aksettirilmesi de ayrı bir haddi aşmak sanıyorum. Hem de en şerefli varlık olarak kendi halifesi olarak yarattığı insanın nasip ettigi imkan ve kabiliyetler cehdinde hayatta aktif rol alarak yaşamda var olması, Rabbimizin memnun olacağı bir durum değildir de nedir? Diğer türlü, aksedildiği gibi olsaydı kenarda hüzünlü bir bitki türü olarak da yaratabilirdi...İnsan olarak yaratılan hiç bir varlık potansiyelsiz, bir başına bırakılmış, sahipsiz ve çaresiz değildir... Sadece ibadetlerine odaklanıp kenardan hayatı, insanları izleyip yargilamak mıdır, yaşam? Hem de yaşamak bir suçtan ibaretmiş gibi. Yaşamın, insanın, verilen donanımların, imkanların, hatta evladının, eşinin dostunun sahibi sen değilsin, evet kabul ediyoruz...Herşeyin maliki olan yüce Allah'a iman ettik...Verdiklerini aldık, sevgiyle, şükürle kabul eyledik. Bu yaşamı suç eylemez, yaşamak bizi potansiyel suçlu eylemez, hata yapma lüksü ve imtiyazı ile birlikte bizleri yaratmişken Yüce Mevlam; bize kıymetle verileni kendimize çok görmek, aynı zamanda verilen sorumlulukları da görmezden gelip, kabul etmemek değil midir ?
Aslolan farkındalıkla yaşama sahip çıkmak, acziyetimizin farkındalığı ile kendimizi bilmek, malik olanin koşulsuz sevgisini, hediyelerini şükürle kabul etmek, yakınlık vesilesi eylemek, güzel eylemler ile aktif halde yaşamı imar eylemek değil midir yaşamak? Dünyasının imarı ahiretinin imarina vesile değil midir insanoğlunun?
"Ölüm var, bu yaşamak da neyin nesi?" dersek, olur mu ?
Olur mu gerçekten?
Binbir güzellikte sizin için hazırlanmış bir sofrada, ,"yarın tekrar acıkma ihtimalim var, bunlardan yiyemem" dediğimizde...ikram sahibine yapılan nezaket mi oluyor yoksa emeğe, verilen kıymete saygısızlık mı ? Bir düşünelim...Bize verilen değeri kabule geçerek ancak değer üretebilir, yaşamı ve içindekileri kıymetle ilmek ilmek ihya edebiliriz.
Dini anlayışı, suya sabuna dokunmadan, sadece dervişane tabirle, suçluluk psikolojisi ve ümitsiz duygularla empoze edip anlatmak, gençliği bizleri insanları dinden soğutmak olmuyor mu? Otomatikman seni hayatın dışına çıkarmaya zorluyor,iyi bir musluman olman için hayatla senin işin olamaz algısı oluşturuluyor.
Dinimizi, Kuranı ve Peygamberimizi hakkıyla tanımak, öğrenmek bizi ancak bu karanlıklardan kurtarabilir.
Helal dairesini daraltmadan en yüce sekilde Rabbimizin üzerimizde görmekten hoşnut olduğu nimetlerle insanca yaşamak, olmak, oldurmak gerektiğinde yüce bir dava için tozu dumanı birbirine katmak, gerektiğinde zerafet dolu bir sükunetle hayata yaklaşmak, velhasıl yaşamak; insanca ve insanî değerlerle yaşamak, ne muhteşem bir onur..Eşrefi mahlukatın var oluşu yaşamayı da beraberinde getirir, kabulü ve eylemi gerektirir, dinimiz İslam ise bunun için bir kilavuzdur. Peygamberimiz de (s.a.v) bu konuda en yüce örnektir... Herşeyin sahibi olan yüce malik, Rabbimizdir. Biz de bu şerefe layık görülmüş bahtiyar insanlariz. Hayat sahnesinde en güzel şekilde, en öznel halimizle var olmanin manasını anlamaya çalışıyoruz, var oldukça da Var olana yakîn olarak yol alıyoruz.
Burada esasen, yolda olmayı; kimsenin küçümsemesine, bir suçmus gibi özümsemesine yol vermemeliyiz. Bu yazıyı yazma ihtiyacı duymamın ez cümle özeti budur.
Nitekim; yolda olmak, varmak kadar kıymetlidir. Tıpkı yaşama sahip çıkmak gibi.