Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, ülkemizin geleceği için hayati önem taşıyan bir süreç olarak görülmesinin sebebi nedir? Bu soruya cevap aramaya çalışalım.
Seçimlerde oy kullanan seçmenler, doğru kararlar vermek ve ülkemizin çıkarlarını en iyi şekilde gözetmek amacıyla siyasi söylemleri ve politikaları yakından takip etmektedir. Adayların vaatlerini ve söylemlerini değerlendirerek kendi kararlarını oluşturmaya çalışıyorlar.
Analistlerin adayların geçmiş performansları, fikirleri ve ideolojilerini incelemelerinin seçmenler üzerinde ne kadar etkisi olduğu tartışılmaya değer bir konudur. Seçmenler kendi ideolojik fikirlerini referans alarak ve ülkenin geleceği için en iyi adayı seçmek amacıyla oy kullanıyorlar.
Cumhurbaşkanı adaylarının milli hedefleri koruma, geliştirme ve hızlandırma konusunda somut eylem planları sunmaları seçmenlerin karar verme sürecini olumlu yönde etkileyebilir. Seçmenlerin, milli hedeflere yönelik siyasi söylem ve politikaların gerçekleşmesi için adaylardan sadece söz vermekle yetinmelerini değil, aynı zamanda somut ve uygulanabilir çözüm önerileri sunmalarını beklemeleri gerekmez mi?
Seçmenlerin, adayların geçmiş performanslarına, daha önceki görevlerindeki başarılarına ve uyguladıkları politikalara dikkat etmesi, oy tercihlerini nispeten etkileyebilir. Adayların geçmiş performansları, politikalarının tutarlılığı ve gerçekleştirme yetenekleri, seçmenlere onların gelecekteki performansları hakkında önemli ipuçları verebilir. Cumhurbaşkanı adaylarının fikirlerini ve ideolojilerini anlamak, seçmen tercihlerini etkileyebilir.
Adayların hangi değerlere ve prensiplere bağlı oldukları ve ülkenin çıkarlarını nasıl ve ne kadar savunacakları, seçmenler için önemli bir konudur ve seçmenler bunu dikkate alır. Ancak seçmenler arasında farklı kaygılar ve öncelikler olabilir. Kimi seçmenler sadece fanatik görüş ve değerlere dayanarak oy kullanırken, diğerleri adayların politikalarını ve yeteneklerini objektif bir şekilde değerlendirmeye çalışır.
Seçim sürecini doğru analiz etmek için tarafsız kaynaklardan bilgi edinmek önemlidir. Adayların söylemleri ve politikaları objektif bir şekilde değerlendirilmeli ve medya organlarının farklı perspektifler sunabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Seçmenler, bu bilgilere ulaşma imkânına sahiptir ancak ne kadar önem atfettikleri ve hangi kaynaklara güvendikleri seçim sürecini etkileyebilir.
Siyasi analistler, seçmenlerin tercihlerinin değişkenlik gösterebileceğini ve ters köşe atışlar yapabileceklerini unutmamalıdır. Seçmenlerin kaygıları ve öncelikleri farklı olabilir ve bu nedenle seçmen davranışını tam olarak öngörmek zor olabilir.
Seçim kampanyalarında kullanılan propagandaların ülkemize özgü olduğu doğrudur. Ancak adayların makul, akla yatkın, rasyonel, gerçekçi ve uygulanabilir çözüm önerileri sunmaları, siyasal iletişim ve demokrasinin gelişimi için önemli bir etkendir. Bununla birlikte, seçmenlerin hangi mesajları duymak istedikleri konusu ayrı bir tartışma konusudur.
Anayasa ve yasaların vatandaşların haklarına saygı göstererek düzenlenmesi, demokratik bir toplumun temel özelliklerindendir. Ancak maalesef, birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de zaman zaman yasalar ve anayasalar devletin ve elitlerin çıkarları doğrultusunda hazırlanabilmektedir. Bu durumun sebeplerini siyasi analistlerin göz önünde bulundurması, bu doğrultuda fikir üretmeleri ve doğru yorumlar yapabilmeleri konusunda kendilerine yardımcı olabilir.
Cumhurbaşkanı adaylarının seçim kampanyalarında sorunlara geçici ve yüzeysel çözümler sunmaları, kesin ve kalıcı çözümler aramamaları durumunda, vatandaşların hizmet anlayışıyla ilgili değerlendirmeler ve tartışmaların yapılması gerekmez mi?
Seçmenlerin gerçekte ne istediğini anlamak için yaklaşık 200 yıllık siyasi tarihimizi incelemek mümkündür. Türkiye'de seçmenlerin demokrasiyi içselleştirdiğini düşünmek ise tartışmalı bir konudur. Demokrasinin içselleştirildiği toplumlarda siyasi partiler, insanların güvenini kazanmak ve toplumsal sorunların çözümüne katkı sunmak amacıyla politikalar üretirler. Ülkemizde siyaset bu doğrultuda mı ilerlemektedir?
Günümüzde insanların fikir ve düşüncelerinde giderek artan bir farklılaşma ve toplumların ayrışması gözlemlenebilir. Bu durumun nedenlerinden biri, iktidar çevrelerinin gerilim ortamlarından beslenmeleri olabilir. Küresel, siyasal, askeri ve ekonomik gibi çeşitli iktidar grupları, kendi çıkarları doğrultusunda toplumu şekillendirmeye çalışarak toplumsal gerilimi artırmaya çalışabilirler. Bu farklılaşma ve ayrışma, bu nedenlerden kaynaklanmaktadır. Türkiye siyasi tarihinin bu denklem ve verilerle okunmasının daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.
Demokratik toplumlarda, toplumsal sorunların çözümü için bağımsız bir sivil toplum, insan hakları savunucuları ve özgür medya gibi unsurların varlığı oldukça önemlidir. Bu unsurlar, demokratik toplumların temel prensipleridir ve toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal barışın sağlanması için de büyük bir titizlikle korunurlar.
Demokratik olmayan toplumlarda ise toplumsal sorunlar genellikle siyasetin beslendiği, iktidara talip olanların bu sorunları istismar ettiği ve sivil toplum kuruluşlarının bağımsız olmayıp siyasete angaje ve bağımlı olduğu görülebilir. İnsan hakları savunucuları ise baskı altında tutulabilir ve hatta ötekileştirilebilir. Bu durumda toplumsal barışın sağlanmasının siyaseten istenmediği sonucuna ulaşabiliriz.
Bu nedenle demokratik toplumların sağlıklı işleyebilmesi için bağımsız sivil toplum, insan hakları savunucuları ve özgür medya gibi unsurların güçlendirilmesi ve korunması büyük önem taşır. Bu unsurlar, toplumsal sorunlara adil ve etkili çözümler bulunmasına, demokratik süreçlerin işlemesine ve toplumda huzur ve adaletin sağlanmasına katkı sağlayacaktır. Ancak bu durum gerçekleştiğinde siyasetin etki alanı daralır ve siyasetçilerin önemi azalabilir. Bu sebeple, demokratik olup olmama tercihi bir toplumsal tercihtir ve ülkemizde bu tercihin ne yönde olduğu okuyucuya bırakılmaktadır.
Vatandaşların adalet, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve insan hakları gibi temel ilkelerin korunması konusunda ne kadar istekli olduklarını görmek için demokratik olup olmama tercihine bakmak gerekmektedir. Seçmenler gerçekten destek verdikleri siyasi oluşumun adil, şeffaf ve hesap verebilir olmasını istiyorlar mı? Yoksa sadece oy verip iktidara taşıdıkları siyasi iktidarın rakiplerini cezalandırmasını, devlet kadrolarından uzaklaştırmasını ve ayrımcılığa maruz bırakmasını mı istiyorlar? Demokratik olmayı istemeyen bir toplulukta, evrensel değerlerle siyaset yapmaya çalışan bir siyasi parti liderinin iktidar olma şansı var mıdır? Bu soruların yanıtları, demokrasinin sağlıklı işleyişini ve toplumun demokratik değerlere ne kadar bağlı olduğunu göstermede önemli ipuçları sunuyor.
Türkiye'de siyasi partilerin sivil toplum kuruluşlarına ve vatandaşlara etkili bir şekilde söz hakkı tanımaması, toplumsal sorunların çözümünde günlük siyasete dayalı politikaların benimsenmesi ve toplumun demokratik değerlere olan isteksizliği arasında doğru orantılı bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Eğer seçmenler toplumun demokratik değerlere sahip olmasını gerçekten isteseler, siyasi partiler zorunlu olarak rasyonel çözüm önerileri sunmak için toplumsal sorunlara odaklanmak durumunda kalacaklardır. Bu durumda sivil toplum kuruluşları, toplumun farklı kesimlerini temsil ederek hükümetin politikalarını denetleme yetkisine sahip olacaklardır. Vatandaşlara sağlanan etkili söz hakkı ise, demokratik süreçlerin bir parçası olarak hükümete hesap sorabilme ve politikalara katkıda bulunabilme imkânı sağlayacaktır.
Bu yaklaşımlar göz önüne alındığında, toplumsal sorunları çözmek ve toplumsal bütünlüğü sağlamak için iyi bir seçenek olarak görülmektedir. Demokratik toplum talep edenler, herkesin eşit şekilde temsil edildiği, adaletin sağlandığı bir sistem oluşturulmasını istemekte ve ayrıca eğitim, ekonomik fırsat eşitliği, iletişim özgürlüğü gibi diğer faktörlerin de göz önünde bulundurulmasını talep etmektedir. Toplumsal sorunları çözmek için kapsamlı bir yaklaşımın gerekliliğini vurgulamakta ve bu yaklaşımın temelinde insan hakları ve demokratik değerlerin korunması gerektiğini ifade etmektedir.
Gerçek demokrasiyi ve toplumsal uzlaşıyı samimi olarak talep etmeyen seçmenlerin, siyaset kurumuna olan güvenlerinin düşüşü ve seçmenlerin diğer seçeneklerinin olmadığı için siyasi partilere oy verme eğilimin olduğuna dair değerlendirmeleri gülünçbuluyorum. Bu durum elbette, toplumsal bütünlüğü zayıflatıyor ve demokrasinin temelini sarsıyor. Her tepkinin bir etkisinin olması olağandır. Bana şaşırtıcı gelmiyor.
Elit kesimlerin ve siyasi partilerin seçmenlerin taleplerine yeterince kulak vermemesi, demokrasinin istenmediği toplumlara özgü bir durum olarak görülüyor ve seçmenler arasında memnuniyetsizlik oluşması zaten amaçlanan bir durumdur. Seçmenler, böyle durumlarda kendi çıkarlarının yeterince temsil edilmediğini hisseder ve siyasi sürece olan güvenlerini kaybederler. Az da olsa yeşermeye başlayan demokrasi hemen anti-demokrasi kapısını aralar. Seçmenlerin bir kısmı bu kapıdan girer ve toplumsal kutuplaşmadan siyasi partileriyle birlikte beslenir.
Demokrasiye inanmayan veya mevcut siyasi partilere umut ve beklenti beslemeyen 'kararsız seçmenlerin`oranının artması da siyasi partilere olan güvenin azalmasının bir sonucu olabilir. Bu durumu, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gözlemlemekte miyiz?
Siyaset kurumu, vatandaşlarla arasındaki bağı güçlendirmek için çeşitli önlemler almıyorsa, vatandaşların isteklerini ve taleplerini dikkate almıyorsa veya onlara daha fazla katılım imkânı sunmuyorsa asıl suçlu olan kesim hangisidir?
Vatandaşların politika yapım sürecine etkin bir şekilde katılmasını sağlamak için kamuoyu yoklamaları, katılımcı politika yapım süreçleri ve diğer demokratik mekanizmalar kullanılmıyorsa demokrasiyi istemeyen seçmenlerin hiçmi suçu yoktur? Tüm suçdemokrasi kapısını açmayan siyasetçilerde midir?
Sivil toplum kuruluşlarına ve vatandaşlara söz hakkı tanınmıyorsa vatandaşların demokrasi tercihinin sorgulanması gerekmez mi?
Siyasi liderlerin seçmenlerin taleplerine uygun şekilde hareket etmelerine ve samimi bir şekilde toplumun çıkarlarını temsil etmelerine neden şaşırıyoruz?
Tekrar güncel gündeme dönecek olursak, bazı çıkarımlarda bulunmamız gerekiyor. Eğer CHP istediği sonucu seçimlerde alamazsa, parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve parti yönetimi muhtemelen mevcut durumlarını ve seçmen tabanlarını analiz edeceklerdir. Parti, halkın beklentilerini ve taleplerini daha iyi anlamak ve popülerliklerini artırmak için politikalarını gözden geçirecektir. Bu, parti programında ve politika önceliklerinde değişiklik yapmayı gerektirecektir. Ayrıca, Kemal Kılıçdaroğlu'nun liderliği sorgulanabilir ve muhtemel CHP başkan adaylarından biri cumhurbaşkanı adaylığından zorla çekilen ve siyasi olarak mağdur olan Muharrem İnce olabilir.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda, CHP'nin politikalarını halkın beklentilerine uygun şekilde uygulama fırsatı doğabilir. Bu durumda, CHP'nin popülerliği artabilir ve daha geniş bir seçmen tabanına ulaşabilir. Ancak, politika uygulamalarının etkisi birçok faktöre bağlı olduğundan, politik düşünceler ve beklentiler herkes için aynı olmayabilir. Devletin kurucu partisi CHP'nin Türkiye'nin ikinci yüzyılında elde edeceği bu büyük fırsatı seçmenlerinin tercihleri doğrultusunda ne ölçüde değerlendireceği meselesi, siyasi kararları da etkileyecektir. Bu olası gelişmenin toplumsal barışa ve uzlaşıya ne ölçüde katkı sağlayacağı yine seçmenlerin ne ölçüde demokrasi istediği sorusuna bağlı olacaktır. Seçmenlerin uzlaşma yerine hesaplaşma istemesi ve yeni bir kutuplaşmayı arzulamasına dair verilere ulaşmak da mümkündür. Bu tercihlerin varlığı Türkiye siyasi tarihinde görülebilecek bir durumdur.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, halkın desteğini kaybederse ve seçimleri kaybederse, siyasi kutuplaşmanın kendiliğinden ortadan kalkacağını söylemek zordur. 'Erdoğan karşıtlığı`olarak bilinen bir tutum, hâlâbazı seçmenler arasında var olabilir ve bu olası bir yenilginin ardından normalleşme sürecine dönüşebilir ya da 'kurtlukta düşeni yemek kanundur`söyleminde olduğu gibi bir hesaplaşma sürecini tetikleyebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimleri kaybederse siyasetten çekilecek mi yoksa yeni bir siyasi manevra mı yapacak, bu belirsizliklerle dolu bir konudur. Türkiye siyasetinde belirsizlik ve değişkenlik çok fazla olduğundan, bu sorulara net cevaplar vermek mümkün gözükmüyor. Ancak, olası bir Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti seçim zaferi durumunda, gelenek haline gelen balkon konuşması yapılması ve uzlaşı ve demokratikleşme söylemlerinin duyulması muhtemeldir.
Cumhurbaşkanı adaylığından çekilmek zorunda kalan ve mesnetsiz iddialarla yıpratılmaya çalışılan Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce'nin siyasi tercihleri, toplumun demokrasi tercihiyle ilgili önemli veriler sunabilir. Muharrem İnce, meşru bir girişimle cumhurbaşkanı adaylığına hak kazandığı günden beri seçimleri CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun kazanmasını isteyen seçmenlerin ve baskı gruplarının uyguladığı anti-demokratik tutumla karşılaşmıştır. Bu durum, ilerleyen yıllarda bir siyasi ders olarak değerlendirilebilir. Ancak, Muharrem İnce'nin adaylıktan çekilmesinin Kemal Kılıçdaroğlu'nun ilk turda alacağı oy oranına etkisi sınırlı olacaktır.
Muharrem İnce'nin adaylıktan çekilmesine yönelik yapılan baskılar ve mesnetsiz iddiaların sosyal medyada paylaşılmasının gerekçesi çeşitli olabilir. Bu tür eylemler, politik rekabetin yoğun olduğu dönemlerde manipülasyon ve çıkar amaçlı olarak gerçekleştirilebilir. Ayrıca, Muharrem İnce'nin yıpratılması ve mağdur edilmesinin ona siyasi fayda sağlama amacı taşıması da mümkündür.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı seçilmemesi durumunda Muharrem İnce'nin yıpratılması ve mağduriyetinin siyasi bir hata olarak tarihe geçeceği söylenebilir. Kemal Kılıçdaroğlu'nun milletvekili listelerine parti içindeki önemli isimleri dâhil etmemesi, belki de cumhurbaşkanı seçileceğine olan özgüveninden kaynaklanıyor olabilir. Ancak, seçimlerin kaybedilmesi durumunda bu hamlenin siyasi sonuçları olacağı da tahmin edilebilir.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'ya hep ya hiç`siyasetinin sonuçları zaman içinde ortaya çıkacaktır. Bu siyasi hamlesi, Muharrem İnce'ye önemli bir fırsat sunmuş olabilir. Ancak, sonuçlar ve siyasi dinamikler, seçimlerin ardından belirlenecektir.
Türkiye'deki seçmenlerin siyasi beklentileri ve tutumları, son yıllarda yaşanan olaylar ve değişimlerden etkilense de bazen beklenmedik tercihler ortaya çıkabilmektedir. COVID-19 pandemisi sonrasında ortaya çıkan ekonomik kriz, muhalif çevrelerce seçmenlerin siyasi tercihlerini etkileme potansiyeline sahip olduğu umut edilmektedir.
Seçmenlerin çoğunun, hükümetin pandemi sürecindeki performansına ve ekonomik krizle mücadelesine odaklanması ve bu durumun muhalefet açısından olumlu bir sonuçdoğurması beklenmektedir. Bu nedenle, siyasi çalışmalar bu faktörler göz önünde bulundurularak şekillenmektedir. Bunun yanı sıra, Türkiye'de son yıllarda demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda yaşanan gelişmelerin, seçmenlerin siyasi beklentilerini etkilediği görüşü de bazı kesimlerce dile getirilmektedir.
Terörle mücadele, hala seçmenlerin siyasi tercihlerinde önemli bir rol oynamaktayken son yıllarda, terörle mücadele politikalarının yanı sıra dış politikadaki gerginlikler ve ilişkilerin yönetimi gibi faktörlerin de seçmen tercihlerini etkileyebileceği düşünülmektedir.
Son yaşanan depremler ve bu felaketler sonucunda yaşanan kayıplar, seçmenlerin tercihlerinde etkili olması beklenen travmatik olaylara rağmen, bu durumun çok az etkili olduğuna dair işaretler bulunmaktadır. Bu nedenle, mevcut iktidarı değiştirmek isteyen çevrelerin, bu gözlemi ne kadar doğru bir şekilde yapabildiği konusunda şüpheler bulunmaktadır.
Tüm bu veriler bize Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin son derece çekişmeli geçeceğini gösteriyor. Eğer seçimin ilk turda sonuçlanamaması durumunda, ikinci tur öncesinde liderlerin iletişim dilinde değişiklikler olması beni şaşırtmayacaktır. Bu dönemde siyasi hamleler ve politik değişiklikler yaşanabileceği gibi kutuplaşmanın daha da artma ihtimali vardır. İstanbul borsası verilerini incelediğimde, seçimlerin ilk turda sonuçlanması temennisinin olduğunu gözlemliyorum. Borsa, belirsizlikleri sevmez ve gerilim ihtimalini göz önünde bulundurarak düşüşe geçebilir.
Her ne olursa olsun, seçim sonuçlarına ve seçmen tercihlerine saygı duymak ve kaybedenin kazananı kabullenmesi önemlidir. Provokasyonlara ve içkarışıklıklara yol açmak isteyenlere fırsat vermemek gerektiği üzerinde durulmalıdır. Ayrıca, terör örgütlerinin seçim öncesi seçmenleri etkilemek için kullandıkları dil ve iletişim stratejisi de dikkate değer bir husustur.
Seçimlerin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Herkesin demokratik süreci saygıyla karşılaması ve sonuçlara barışçıl bir şekilde uyum sağlaması önemlidir. Bu süreçte, birlik ve beraberlik duygularının güçlenmesi ve ülkenin geleceği için yapıcı adımlar atılması büyük önem taşımaktadır.