12 Şubat 2022 ülkemizin mânâ sultanlarından, Nû reddin Cerrâhî Â sitânesi`nin 19`uncu postnî şini Muzaffer Ozak Hazretleri`nin vefât yıldönümü. Hakikatli Ü stad`ın ebediyet âlemine sırlanışının 37`inci sene-i devriyesinde Manisa Vakfı`nda 'Muzaffer Ozak Hazretleri`ni Yâd Etme Merasimi' düzenlendi. 
Bu satırların yazarı da Sırlı Süleyman Efendi`yle birlikte vakfın Fatih Aksaray`daki genel merkezinde düzenlenen programa katılarak yazar Cumhur Enes Ergün`ün elfâzından neş`et eden Es-Seyyid Eş-Şeyh Muzafferüddî n Aşkiyyü l-Cerrâhiyyü l-Halvetî Hazretleri portresini hüvesi hüvesine milimi milimine kaleme aldı. 
Defterimi, vakfın hizmet binası Nazperver Kalfa Sıbyan Mektebi`nin ana tedrisat odasının eşiğine dayayarak Cumhur Enes Bey`in içinden Muzafferüddî n Aşkiyyü l-Cerrâhi geçen aşkın cümlelerini kaleme aldım.
'Enes, senin o yetiştiklerin ile ben yaşadım.'
Cumhur Enes Ergür
İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu Ses Sanatçısı, Yazar
'Mustafa Bekrî `yi Ayasofya`ya imam tayin etmişler. Her cenaze namazından sonra tabuta yaklaşıp mevtaya bir şeyler söylüyor. Bu keyfiyet padişahın dikkatini çekmiş. Hünkâr diyor ki 'ne diyor bu adam!' 'Öğreniriz efendim.' Nasıl öğrenecekler! Bir cenaze tertip etmişler, saray görevlilerinden birini tabuta koymuşlar, canlı canlı musallâya getirmişler. Mustafa Bekrî namazı kıldırmadan önce tabuta yaklaşarak fısır fısır bir şeyler söylemiş. Ondan sonra çekilmiş namazını kıldırmış, tabutu alıp götürmüşler. Bittabi yarı yolda tabutu açmışlar, içindeki zat, doğru padişahın huzuruna varmış. Padişah sormuş: Ne dedi. 'Hünkârım dedi ki 'öteki tarafta dünyanın halini sorarlarsa Mustafa Bekrî Ayasofya`ya imam oldu de, onlar durumu anlar!' Allah hepinize hayırlı, uzun ömürler versin. (Â min). Vakt-i merhû nu gelip de öteki tarafa gittiğinizde bu dünyanın halini sorarlarsa 'Muzaffer Ozak Hazretleri`ni Enes Ergür anlattı' dersiniz, onlar anlar! 
Ben babamın (Cengiz Ergür) yanında oturuyorum şu anda. Onun sözüyle de başlayalım. Kemal Baba Efendi Hazretleri isminde bir büyüğümüz var. Kemal Evren, mû sikî ile iştigal eden kardeşlerimiz kendisini gayet iyi bilir, tanır. Son devrin en büyük durak icracısıdır. Ben babamın yanında mingayrihaddin dedim ki 'ben Kemal Baba`ya yetiştim.' Babam bunun üzerine dedi ki 'Enes, senin o yetiştiklerin ile ben yaşadım.' Aramızda böylesi bir fark var. Dolayısıyla ben yaşamışların yanında yetiştiklerimi anlatmaya gayret edeceğim. Bunları bir emrin yerine getirilmesi olarak anlatıyoruz, lütfen böyle kabul ediniz. 
Yekten (ilk baştan) şunu söyleyelim. Muzaffer Efendi (ks) son devrin meşâyıhı arasında en çok bilinen zatlardan biri. Bugün 12 Şubat; Gece saat 01:30`u gösterdiğinde Efendi Hazretleri âlem-i Cemâl`i tercih buyurdular. Dolayısıyla 13 Şubat tarihinde irtihal ediyorlar, 15 Şubatta da sırlanmışlar, 37 sene evvel. 
'Süleyman Muzaffer' değil, 'Muhammed Muzaffer.'
37 sene evvel göçmüş, kendisine yetişmiş pek çok insanın hayatta olduğu bir zat hakkında hâlâ yanlış bilgiler var. Hani demiş ya 'bir iyi, bir de kötü haberim var.' Önce kötüyü söyle.' 'Barut bitti' deyince 'kötüye gerek kalmadı' demiş. Birazdan anlatacaklarım da onun gibi. Önce (Hazret`in) isminden başlayalım. Hüsn-i hat levhalarında da görmüşsünüzdür, 'Süleyman Muzaffer Aşkıyy`ül-Cerrâhî ' yazıyorlar. Künyelerini ifade etmeleri gereken yerde 'Süleyman Muzaffer Ozak' olarak yazıyorlar. Soyadı da 'Özak' şeklinde yanlış yazılıyor kimi zaman. Özak değil, Ozak. 
Muzaffer Efendi Hazretleri ailesinin 13. evladı. 13 çocuklu bir ailenin son evladı. Ağabey ve ablalarının birçoğu çok erken yaşta, çok küçük yaşlarda vefât etmişler. Vefât eden ağabeylerinden birinin adı Süleyman. Valideleri  o, doyamadığı yavrusunun özlemiyle bazen Muzaffer Efendi`ye 'Süleyman' diye hitap eder, 'Süleyman`ım!' diye severlermiş. Bunu bilen insanlar da tamamen iyi niyetle Muzaffer Efendi`nin adının Süleyman Muzaffer olduğunu zannetmişler. Hâlbuki kendi ism-i şerifleri Muhammed Muzaffer`dir. Evvela bunu tesbit etmiş olalım;
Muzaffer Efendi Hazretleri 1916 yılında doğmuşlar. Şimdi her şeyi bugünün şartlarında internette bulmak mümkün. Ben sizlere (Muzaffer Efendi Hazretleri`yle ilgili) bulunamayacakları arz etmeye çalışacağım. (Hazret`in tevellütleriyle ilgili) 1332 Hicrî diye bir kayıt var, bütün araştırmalarda. Bu da yanlıştır efendim. Bizim dini literatürümüzde 1300`lü, 1400`lü tarihler geldiğinde biz bunu hemen Hicrî zannederiz. -Yanlış ifade etmeyeyim- Sultan Mahmud devrinden sonra bizde Rû mî takvim kullanılıyor, resmiyette Rû mî takvim var. Dini mevzuların hepsinde Hicrî takvim kullanılmıştır, ayrı mesele. Muzaffer Efendi`nin nüfus kayıtlarında 1332 görülüyor, bu Hicrî değildir, Rû mî `dir efendim. Kendisinin Hicrî olan doğum tarihi 1335`tir. 1916 yılında doğmuştur. Yine bilinmeyen bir şeyi arz edeyim. Aralık ayında doğmuşlardır ki bu da bilinmeyen bir şeydir. Yeni tesbitlerim neticesinde öğrendiğim bir malumattır. Hatta günü hakkında da bir ihtilaf olsa da 7 Aralık yahut 17 Aralık (1916) doğum tarihleri. 
El-Hac Mehmed Efendi: 'Allah bize bir erkek evlat daha verecek, adı da Muzaffer olacak.'
Babası el-Hac Mehmed Efendi Hazretleri, ulemadan bir zat. Abdülhamid Han`ın Huzur Hocalığı`nı yapmış bir büyüğümüz. Muzaffer Efendi Hazretleri`ni hanımına ilk müjdeleyen de o. 12 evlatları olmuş 'Allah bize bir erkek evlat daha verecek, adı da Muzaffer olacak' diye müjdeleyen de kendileri. Baba tarafı iki koldan geliyor, Konyalı Karamanlı bir aile; Cebecioğulları ve Başağaoğulları olarak iki koldan geliyor. Mehmed Efendi İstanbul`da Süleymaniye`de, Kurşunlu Medresesi`nde ilim tahsili görmüş bir zat. Orada da önemli insanlarla teşrik-i mesai içerisinde bulunmuş bir zat. 
Annesi  işe Hanım da o zaman Osmanlı (Cihan) Devleti sınırları içerisinde bulunan Yanbolu`da, Yanbolu Halvetî Cerrâhî Dergâhı Şeyhi Hafız Seyyid Hüseyin Efendi`nin torunu. Hafız Seyyid Hüseyin Efendi`nin kızı Hatice Hanım. Sultan II. Mahmud Han zamanında yetişmiş, tersanede kaptan olmuş İbrahim Ağa, Bulgaristan`a yaptığı bir seferde rahatsızlanıyor ve tedavi için tekkeye götürülüyor. Bir müddet tekkede kalıyor ve netice olarak da hem tekkeye damat oluyor hem de derviş oluyor. İşte o İbrahim Ağa, Şeyh Efendi`nin kızı Hatice Hanım`la izdivaçediyor. Ve böylelikle Muzaffer Efendi`nin vâlide-i muhteremeleri  işe Hanım dünyaya geliyor. 
'Varlıklı bir aile; '
Aslında varlıkları olan bir aile. Bununla birlikte harp yılları, Balkanlar`ın elimizden çıkması ve ailenin pek çok ferdinin şehid düşmesi; Dayıları Çanakkale`de, Kurtuluş Savaşı`nda, büyük amcaları Gazi Osmanpaşa`nın sancak-ı şerif muhafızlarından. Hepsi şehid olmuşlar. Harplerin de getirdiği talan neticesinde aslında kendilerine bir ömür boyu yetecek durumdaki emlakları, mangırları maalesef hepsi elden çıkmış. 
Mehmed Efendi daha sonra Balkanlar elimizden gidince İstanbul`a gelmişler, (Fatih) Malta`da bir konak kiralamışlar. &ndash Bunların (anlattıklarımın) hemen hepsi bendenizin hazırlama cür`etinde bulunduğu Muzaffer Efendi kitabında var. Ramazan-ı Şerif ayında  yayınlanacak inşallah.- Hem bütün nutk-ı şerifleri, tüm bestelerinin hem de hayatının yer aldığı bir kitap; İz Yayıncılık`tan Allah nasip ederse. Şu anda mizanpaj aşamasındayız. Orada kitaba koyduğumuz taze bilgileri burada zatıalilerinize arz etmiş oluyorum. 
Mehmed Efendi ailesini Malta`daki konağa yerleştirmiş. O tarihlerde Muzaffer Efendi en fazla altı aylık bir kundak bebeği. O konakta yangın çıkmış. Malumunuz, İstanbul`un yangınları meşhurdur. O konakta bir yangın çıkıyor ve ablaları Hikmet Hanım var. Hikmet Hanım da kimin annesi biliyor musunuz? (Hafız) Kemal Tezergil`in. Yani dayısı oluyor Muzaffer Efendi Kemal Tezergil`in. Kemal Tezergil`i biliyoruz herhalde, detaya girmiyorum, son dönemin önemli okuyucularından, hafızlarından, bestekârlarında. O (Hikmet Hanım) yanan konağa girerek Muzaffer Efendi`yi kurtarmış, altı aylık bir bebekken;
Daha sonra Mehmed Efendi âlem-i Cemâl`e göçüyor. Arkadaşlarından birine, Muzaffer Efendi`yi emanet bırakıyor ve kendisine vasiyet ediyor.  'Ben öleceğim, benim evladım yetim kalacak, sen onunla alâkadar ol.' Kim bu zat! Abdurrahman Sami-i Saruhânî -i Niyazi Hazretleri; Uşşâkiyye`den seyr-i sülük sürdüren bir zat. 12`den fazla tarikattan mücaz olan bir zat. Pek çok tarikatten icazeti var. Ama kendisi seyr-i sülû ku Uşşâkî yolundan yürütüyor. Çanakkaleli (Gelibolulu) (Ahmed) Şücâeddin Baba Hazretleri`nin dervişi. Bir gün rüya görüyor. Rüyasında deniz yolu yapması lazım. Öyle zuhû r etmiş. Geliyor, gemiye bilet alıyor, gemi İzmir`e gidecek. Çanakkale`de mola veriyor gemi. Hazret`in gönlüne düşüyor: 'Bana mânâ da İzmir`e gideceksin demediler ki İzmir`e bilet aldım! 'Deniz yolu yap' dediler. İşte burası da deniz yolu. ' Çanakkale (Gelibolu) limanında iniyor ve hemen bir zat (Ahmed Şücâeddin Baba Hazretleri) geliyor, hiçbir şey söylemeden bavullarını alıyor, peşinden gidiyor (Muzaffer Efendi). Kalacak yer lazım, bir kulübeye gidiyorlar. Efendi Hazretleri oturuyor. O götüren zat birazdan elinde kahve ile dönerek 'Buyurun. Abdurrahman Sami Hazretleri, orta şekerli kahveniz' diyerek kahvesini veriyor. İşte Abdurrahman Sâmi Hazretleri`nin ciğerine zıpkın orada saplanmış! Orada avlanmış. Bu arada bunu söylememin sebebi şu. Muzaffer Efendi sohbetlerinde ilmin her şey olmadığını söylemiş bir zattır. Bunlar delil olsun diye söylüyorum. 
Abdurrahman Sami Efendi, Mehmed Efendi`nin medreseden sınıf arkadaşı, medresede tahsil görmüş ulemadan bir zat. Bazen âyet-i kerî melerin mânâsını tam kavrayamadığı olurmuş. Bizim lisanımız müsait değil söylemeye, o kadar söyleyelim. Ya da ben yanlışını söyleyeyim, siz doğrusunu anlayın! Tam çözemediği yerleri olurmuş 'Cenab-ı Hakk ne buyurdu burada' diye şeyhine sorarmış. Şeyhi, Çanakkale`de (Gelibolu`da) iskelede hamallık yapan bir zat, okuması yok, yazması yok. 'Şeyhim, Enbiyâ sû resinin üçüncü âyet-i kerimesini anlayamadım ben' mesela. 'Ne buyuruyor Hz. Allah' diye soruyor Şücaeddin Efendi. Bu böyle, bu böyle; Abdurrahman Sami Niyazi Hazretleri âyet-i celî leyi okuyor. Bunun üzerine de Ahmed Şücâeddin Baba Hazretleri de 'Allah şöyle şöyle buyuruyor' diye tefsir ediyor. Böyle bir zattan bahsediyoruz. 
Kendi ifadeleriyle Muzaffer Efendi`nin ilk şeyhi;
İşte Abdurrahman Sâmi Efendi 6 yaşından itibaren &ndash vefâtında aldı emaneti ama, 6 yaşından itibaren diyelim- Muzaffer Efendi Hazretleri`yle ilgilenmeye başlıyor. Muzaffer Efendi kendisi için 'ilk şeyhim' diyor ve 'ona hizmet etmeyi şeref bilirdim' buyuruyor. -Niyâzî de, Niyâzi-i Mısrî Hazretleri`yle münasebetinden dolayı mahlasıdır.- Bu zat ile 6 yaşından itibaren on iki sene birlikte oluyor. 6 yaşından 18 yaşına kadar. 1934 senesinde Abdurrahman Sâmi Saruhânî Hazretleri âlem-i Cemâl`e göçüyorlar. Muzaffer Efendi kendisinden çok istifade etmiş, bununla birlikte seyr-i sulük görmemiş. Kendi ifadesiyle 'tarikat olarak bana bir şey vermedi, ama beni terbiye etti, dergâh terbiyesi verdi.' buyuruyor. Bir ara şeyhsiz kalmış. Bütün pî rân-ı izâm hazerâtı o zamanlar/eski zamanlar için şöyle buyurmuşlar: Şeyhsiz kalmamak lazım, boşta durmamak lazım! Muzaffer Efendi bir arayış içerisinde. Bu arada Muzaffer Efendi cami görevlerine başlıyor. İlk olarak Sultan Selim Han Camii`nin fahrî müezzinliğini yaparak başlıyor. O zaman işte talebelik yılları. O zaman içinde fakr u zaruret içinde bulunduğu bir dönemde Zindankapı`da bir saracın yanında işe başlatmışlar Muzaffer Efendi Hazretleri`ni. (Ustası) zalim bir adam, acımasız bir adam. Muzaffer Efendi hem onun yanına çalışmaya gidiyorlar hem de ilim tahsiline devam ediyorlar. En nihayetinde adamın Efendi Hazretleri`ne sıkletinin çok üzerinde bir yük yüklemesi neticesinde sakatlanmış Efendi Hazretleri; O işten ayrılmak zorunda kalmış (böylelikle).
Sultan Selim Camii`nde aksatmadan devam ediyor, oranın bir Hafız Şakir Efendisi var. Türbedârı Yavuz Sultan Selim Han`ın. O (kendisiyle) alakadar olmuş, Kur`an-ı Kerî m talimine kaldığı yerden devam etmiş. Daha sonra Balat`taki, Fener`deki &ndash şimdi yıkıldı oralar- fevkânî &ndash bu arada söyleyeyim, herkes Fevkânî camii diyor, öyle değil, fevkânî yüksek demek- fevkalade diyoruz ya, fevkalade yüksek, çünkü merdivenle çıkılıyor camiye. Fevkânî Ali Yazıcı Camii`nde müezzinlik yapıyor Muzaffer Efendi Hazretleri. 
Yıl 1933. Muzaffer Efendi, valideleriyle birlikte Fevkânî Ali Yazıcı Camii`nde kalıyor.
Yıl 1933, 17 yaşında. Anneciğiyle birlikte o camide kalıyorlar. Camiinin içinde kalıyorlar. Daha sonra oradan &ndash ki bu arada onu da söyleyeyim, o okul yılları zor geçip, bırakmak zorunda kalıp Zindankapı`daki o saracın yayında çalışıp da oradan ayrılınca Darphane`de  bir işe giriyor, sonra sınava giriyor, sınavda çok iyi bir netice aldığı halde &ndash o zaman da varmış demek ki böyle işler- Muzaffer Efendi`nin yerleştirilmesi gereken camie başka birini koyuyorlar, Muzaffer Efendi`yi de o Fevkânî Ali Yazıcı Camii`ne veriyorlar. Orada da şöyle bir hatırası var, yanlış söylemeyeyim! 14,50 lira para vermişler (kendisine) maaş, ilk ay. İkinci ay 1.50 lira vermişler. 'Bu ne' demiş Muzaffer Efendi, demişler ki 'tahsî sât bitti! Caminin ödeneği bitti, maaş bu kadar!' Böyle zamanlar; O camiden Soğanağa Camii`ne geçiyorlar. Orada da Efendi Hazretleri`ne cemaatini çok sevmesine rağmen bir takım haksızlıklar yapılıyor Efendi Hazretleri`ne. Bunun üzerine Kefeli Camii`ne geçiyor. Yıl 1937. Kefeli Camii`nde vazife görüyor. 
1954`e geleyim. Bu arada Kefeli Camii, Bayezid Camii, ondan sonra Vezneciler`de Camcı Ali Camii; Ve yine (Efendi Hazretleri`yle) ilgili kitaplarda yazmayan bir malumat; Bodrumhan Camii. Muzaffer Efendi`nin son cami görevi Bodrum Han Camii, oradan ayrılıyorlar 1954 senesinde.
İKİNCİ BÖLÜ M: MUZAFFER EFENDİ`NİN ASKERLİK YILLARI